Kitap ekleri: Yanlı/yanlış tutumlar
“Bizim mahallenin çocukları” diyecek kadar o mecranın içinde değilsem de çok dışında durduğum söylenemez.
Ek furyasının nasıl başlayıp nereye vardığını bilen biri olarak, az-çok işleyişi ve içerik yapılanmasının nasıl/ne yönde olduğunu gözlemişimdir.
Başlangıçta, yayın dünyasında birçok alanda olduğu gibi, Cumhuriyet gazetesi bu konuda da öncüldü. Atılan adımlarda amaçlanan bir yandan “kültür hizmeti” sunarken diğer yandan gazeteye de okur kazandırmaktı. Kitap kulübü ekseninde oluşturulan küçük bir tanıtım broşürü, dergi boyutunda eke dönüşürken yayın sektörünün de odağı durumuna geldi.
Kitap tanıtım dergisi eksikliğini de dolduran/hissettiren Cumhuriyet Kitap ekini diğer gazetelerin (Dünya, Zaman, Radikal, Milliyet, Sabah, Akşam, Yeni Şafak, Aydınlık, Birgün, Sol vb.) ekleri izledi.
Haliyle niceliksel artış niteliği de düşürdü. İlan mecrasına dönüşen ekler, bilinçli biçimde kamplaşmayı da getirdi. Ek yönetim ekibinin fikri ve algı düzeyi, yakın-uzak duruşları, alışverişleri tümüyle eklerin içeriklerini belirledi.
Senin yayınevin benim yayınevim, senin yazarın benim yazarım hesaplarına bir de günü kurtarma hesapları, ilan pazarlıkları, hasım görme duruşları eklenince ortaya çıkan “kitap ekleri manzarası”nda yanlı duruşlar/yanlış tutumlar boy vermeye başladı.
Okunmadan üzerine yazılar yazılan kitaplar, eş-dost kayırması söyleşiler, tanıtım bile olamayacak yazıların “kitap eleştirisi” olarak sunulması… Öte yandan da edebiyat/yayın ortamını belirleme çabası…
Alt alta sıralayabileceğim daha birçok olumsuzluk ne yazık ki eklerin bu pervasızlığının önünü alabilecek bir adımı ne getirebilir ne de bu tür bir bakışı eleştiri olarak alıp “Sahi biz ne yapıyoruz” diyerek kendilerine çekidüzen vermelerini sağlayacak bir yaklaşımı öne çıkarabilir.
Siz eğer eleştirdiyseniz “Bir derdi var” olarak anlaşılır.
Oysa bunların birçoğunda yazmış, iyi kötü tanıtılmış, söyleşileri çıkmış, hatta bir ikisini yönetmek için teklif de almış (bunları da geri çevirmiş) biri olarak; hiçbir kitap ekiyle bir al-verim, beklentim yok, olamaz da.
Söyleyecek sözüm varsa yazar, gerek gördüğüm eke gönderirim. Yayımlar ya da yayımlamazlar. Hiç de üstelemem, işime bakarım. Yazı istenir, gerek duyarsam yazarım veya kabul etmem.
Çünkü yayın mecrası hiçbir zaman benim geçim kaynağım olmadı, olmayacak da.
Evet, bunları yazabiliyorum. Çünkü birilerinin yazıp söylemesi gerekiyor: Kitap ekleri yanlı/yanlış tutum içindeler.
Aynı günlerde iki romancının (Ahmet Altan, Hasan Ali Toptaş) yeni romanları yayımlandı. Eklere bakın, yazılanları okuyun, romancıların bu yazıları hiç de hak etmediklerini görürsünüz. Tespitim odur ki her iki romancının yapıtı için de yazılan yazılar özümsenmeden yazılmış, iğreti, hatta edebiyatı gölgeleyecek düzeyde.
Yöntem şu:
Ya kör/sağır kalıp görmeyeceksin, ya ilan hesapları yapıp sayfaları dolduracaksın ve buna paralel ısmarlama tanıtımlar/söyleşiler yerleştireceksin, ne söylendiğine çok bakmayacaksın ya da göklere çıkaracaksın.
Andığım kitap eklerinin hiçbirinde kitap eleştirisi okumanız mümkün değildir.
Sözüm ona örnek alınan yabancı eklere özeniliyor. İçeriğe bakmayı akıl edemeyip biçimini taklide yöneliyorlar. Çünkü içeriği kurmak bilgi ister, birikim ister. Okumayı, incelemeyi, araştırmayı, sezgisel/akılcı bakışı ister…
Bunlarsa zor işlerdir, günü kurtarmak isteyenler için. Çünkü her biri bir yerden nemalanma, bir yere tutunarak yol almanın derdindedirler sevgili okurum. Sözüm ona “denge uzmanlığı” yapmaya çalışırlar, bunu bile yüzlerine gözlerine bulaştırırlar.
Siz kendi okuduğunuza inanın, seçiminize ve kimliği/birikimi olan yayınevlerine güvenin. Bırakın ekleri, renkleri, tarafgir tutumları.
Eğer ki bu sözlerimde bir riyakârlık görürseniz çekinmeden yüzüme vurun: “Haksızlık ediyorsunuz” deyin.
Biliyorum ki bu yanlı/yanlış tutumlar “iyi okur”un seçimiyle alt edilebilir ancak. Çünkü “iyi okur” ortada gezinmez, kendini göstermez okurdur. Ben her zaman onların sesine kulak verir, onlardan çok şey öğrenirim…
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (7 Mayıs 2013)