Öykü: Üçkâğıtçı | Hasan Hüseyin Akkaş

Nisan 12, 2025

Öykü: Üçkâğıtçı | Hasan Hüseyin Akkaş

Kamyon Tanrıverdi köyü yol ayrımında sert fren yaparak durdu. Öyle bir toz kalktı ki, bir müddet kamyondan inen olmadı. Toz dağıldıktan sonra kamyonun kasasından asker traşlı bir adam indi. İri yapılı, uzun suratlı, sevimsiz, donuk gözlü, ne istediğini bilen biri. Üstünü başını silkeledi, kendine çeki düzen verdi. Çevresine baktıktan sonra “ya nasip” diyerek hızlı adımlarla köye doğru ilerledi. Karşısına çıkan ilk çocuğa sordu:

“Lan ufaklık baksana!”

   Ufaklık dediği sekiz on yaşlarında sevimli bıcır bıcır bir çocuktu. Elindeki değneği yerdeki küçük dal parçasının altına sokup havaya fırlatıp tam kol mesafesine gelince vurmaya çalışıyor fakat bir türlü beceremiyordu. Değneği ya erken savuruyor ya da geç kalıyordu. Değnek bu iş için fazla ağır olduğu gibi yerdeki dal parçası da yeterince kalın değildi. Çocuk oyuna daldığı için adamı duymadı.

“Hişt hişt kime diyorum, baksana lan!”

“Bana mı seslendin abi?”

“Tabii ki sana seslendim. Çevrede başka çocuk mu var?”

“Buyur abi?”

 “Kendi başına çelik çomak oynamaya çalışıyorsun, bu yanlış. Çelik çomak takım oyunudur, kendine arkadaş bulman lazım. Köy yerinde arkadaşın olmazsa böyle kendi kendine uğraşırsın. Havaya kaldırıp vurmaya çalıştığın kısa çubuğu ya iki taşın üzerine yerleştireceksin ya da uzun değneğin ucunun hafifçe gireceği bir çukur bulacaksın ki kısa değneği havaya kaldırıp vurasın. Anladın mı? Adın ne senin?”

“Mustafa”

“Mıstık yani.

 Mustafa Mıstık / Arabaya kıstık / Üç mum yaktık / Seyrine baktık!

“Deme abi ya herkes öyle söylüyor zaten.”

“Adın Mustafa ise katlanacaksın aslanım. Köylerde böyle söylenir. Mıstık şu Çopurların Muhsin’in evini arıyordum.”

“Muhsin?”

“Şimdi askerde ya, bilmiyor musun kerata? Muhsin Ayvalı.”

“Haaa bizim Muhsin abi.”

“Evini gösterir misin Muhsin’in?”

“Tabii abi ayıp ettin, gel haydi. Evleri yakın, şuracıkta hemen.

Mıstık değneği duvar dibine fırlatarak yola koyuldu. Askerden birkaç adım ileride gidiyordu. Adımlarını yavaşlatarak askerle aynı hizaya geldi ve adamı baştan ayağa süzdü. Ona bakarak yürüyüşüne, hal ve hareketlerine imrendi. Dayanamadı sordu:

“Abi sen ne iş yapıyorsun, saçını niye kazıttın? Askerlerin kafası öyle dımdızlak oluyor. Sen de asker misin?”

“Ben de askerim aslanım. Muhsin’in askerlik arkadaşıyım. Ondan haberler getirdim.”

“Yaaaa, iyi de Muhsin abi niye gelmedi. Onun askerliği bitmedi mi?

“Muhsin sonra gelecek. Daha üç beş ayı var.”

 “Hııı. Senin tüfeğin var mı, hiç ateş ettin mi?

“Etmez olur muyum, yüzlerce kere hem de. Birinciliğim bile var, madalya verdiler.”

“Ben de büyüyünce asker olacağım. Babamın tüfeği var. Bana öğretecek. Attığımı vuracağım. Belime tabanca da takacağım.”

“Senden asker olmaz, çok çelimsizsin.”

Asker olma hayaline vurulan darbe üzerine sesi daha kısık çıktı Mıstık’ın.

“Geldik abi, ev burası.”

“Köpek var mı, köpek? Sen önden git bakalım.”

“Köpek bağlı abi, hem de o daha gölbez sayılır bir şey yapmaz. Asker adam şu kadarcık köpekten korkar mı?”

“Haydi, uzun etme de seslen bakalım, evde kim var.”

Kanatlı kapı açıktı, içeri girdiler. Köpek birkaç kere havladıysa da çocuk yaklaşınca kuyruk sallamaya başladı.

“Nadire Nineeee! Nadire Nineeee!”

“İyi bağır iyi, sesin çıkmıyor, kapıya yaklaş.”

“Hasibe Ablaaaa, Hasibe Ablaaaa!”

“Anne seslenen var.”

“E baksana kızım, ne duruyorsun!”

Hasibe üstüne başına çeki düzen vererek dışarıya çıktı.

“Buyurun kime bakmıştınız?”

“Hasibe abla, bak bu abi Muhsin abimin asker arkadaşıymış. Sizin evi sordu ben de getirdim.”

“Sağol Mıstık. Haydi sen git, annen merak eder.”

Mıstık askere imrenerek baktı ve usulca oradan uzaklaştı.

Kulak kabartan Nadire, Muhsin adını duyunca durakladı. Vücudunu sıcak bastı. Kalbi yerinden çıkacak gibi atmaya başladı. Dün geceki rüyası çıkmıştı işte. Rüyasında askerden izinli gelen Muhsin’i görmüştü. Biraz durgun görünüyordu. Sebebini sorsa da tatmin edici cevap alamamıştı. Üstelik kalabalıktı, ne dediğini de anlamıyordu ya. Nedenini sorup öğrenmek için kalabalığın dağılmasını bekliyordu ama boşuna. İnsanlar sözleşmiş gibi hiçbir yere gitmiyorlardı. Bağırmaya çalışmış ama sesi çıkmamıştı. Bekir’in dürtmesiyle uyanmıştı.

Kendi kendine “Muhsin’i niye soruyorlar ki, hayırdır inşallah” diyerek dışarı çıktı. Hasibe şaşkınlığından bir şey diyememiş öylece dikiliyordu.

“Buyur oğul, Muhsin’i mi sormuştun?”

“Anacığım ben Muhsin’in asker arkadaşıyım. İzindeyim. Muhsin’in selamını getirdim.”

“Muhsin’in asker arkadaşı mı? Kötü bir haber yoktur inşallah?”

Kendi kendine söylendi: rüyam çıktı gördün mü?

“Muhsin gayet iyi anacığım, sağlığı sıhhati, her şey yolunda. Merak edecek hiçbir şey yok.”

“Oh çok şükür. Gel oğlum gel, bi sarılayım sana, koklayayım. Oğlumun kokusu sinmiştir sana. “

Kadının gözünden birkaç damla yaş aktı. Yaşmağının ucuyla gözlerini sildi. Ona doğru yürüyordu ki asker daha önce davranarak kadının elini öptü. Kadın askere sarıldı, kokladı. Kötü bir haber olmadığı için şükretti.

“Anacığım nasılsın, iyisindir inşallah! “

“İyiyim oğlum iyiyim bütün askerlerin, oğlumun, sizlerin sağlığına duacıyım.”

“Sağol anacığım. Sizlerin duasına ihtiyacımız var. Her yiğidi doğuran, büyüten, yetiştiren bir ana var. Mutluluk, sağlık, huzur her şey önce Allah’ın sonra anaların rızasına bağlı. Ana duası kabul olan kişinin sırtı yere gelmez evelallah.”

“Evlatlarımız mutlu huzurluysa biz de huzurluyuz oğul. Dün gece Muhsin’i rüyamda gördüm. Rüyam çıktı, ondan haber alacakmışım meğer. Şükür ki kötü bir haber değil.”

“Her şey yolunda anacığım, Muhsin’i düşünmeyin. Asıl sizler nasılsınız? Köyde işler nasıl? Yağışlar iyi mi? Köylünün kaderi yağışa bağlıdır, iyi bilirim. Muhsin sizlerden sık sık bahsediyor. Neredeyse bütün aileyi biliyorum. Kerime ablanın küçük bir oğlu varmış, Muhittin. Gözümde tütüyor diyor. Sürekli sizleri özlediğini anlatıyor. Ben yakın ilçedenim. Annem babam ilçe merkezinde yaşar. Küçük bir ameliyat geçirdim, izine yolladılar. Muhsin’e izine gideceğimi, isterse size uğrayıp halinizi hatırınızı sorabileceğimi söylediğimde o kadar memnun oldu ki anlatamam.”

“Sağol oğlum, ne iyi ettin de geldin. Muhsin mektuplarını ihmal etmez. Böyle bir ziyaret olabileceğinden bahsetmemişti. Hazırlık yapardık bilsek, horoz keserdik. Kusurumuza bakma. Allah senden razı olsun.”

“Anacığım bahsedemezdi zira benim ameliyat işi acil oldu. İzine çıkacağım da belli değildi zaten. Benim için de sürpriz bir ziyaret oldu. Ne kusuru asıl siz benim kusuruma bakmayın, böyle habersiz, ucarsız geldim.”

Askeri içeri davet ettiler. Tarlada çalışan Muhsin’in babası Bekir’e haber saldılar. Bekir de bu durumu şaşkınlıkla karşıladı. Diğer ablası Kerime ve çocukları da geldi. Yemekler yendi, çaylar içildi. Muhsin ile aynı bölükte olmaları büyük şanstı. Birbirlerini kolluyorlar ve yardımlaşıyorlardı. Bekir askerlik anılarından bahsetti. O zamanlarda şartların daha zor olduğunu şimdi duyduğu kadarıyla askerliğin daha rahat olduğunu söyledi. Sohbet bitip söylenecek sözler azalınca asker sadede geldi.

“Bekir amca, ben birkaç gün de anamın babamın yanında kaldıktan sonra asker ocağına döneceğim. Nasıl söylesem bilmem ki. Muhsin çok yardımsever bir arkadaş. Elinde avucunda ne varsa garibe gurebaya dağıttı. Parasının birazını da çaldılar. Bu da yetmezmiş gibi başkalarından borç aldı. Sizin anlayacağınız paraya iyice sıkıştı. Benden rica etti, kusura bakmasınlar, bana acil para göndersinler dedi. Ben de aynen iletirim dedim.”

Nadire: “Yaaa, Allah Allah, Muhsin son mektubunda parası olduğunu, şimdilik idare ettiğini yazıyordu. Hâlbuki bizden hiçbir şeyi saklamaz, başına ne geldiyse yazar, şaşırdım doğrusu. Ah benim oğlum, paramı çaldırdım diyemedi, sakladı zahir. Oğlum parasız kalmış ha, buna dayamamam. Ne kadar gerekiyorsa bulup buluşturup vereceğiz. Oğlum sen bu günlük kalmaz mıydın, misafirimiz olsan?”

“Çok isterdim amca ama bizimkiler bekliyor, söz verdim aynı gün dönerim diye. Hem size zahmet vermek istemem. Sağ olun, yedik, içtik, Allah bereket versin. Bir an önce gitsem iyi olur.”

Bekir telaşlandı. Nadire’ye kaş göz işareti yaparak yan odaya çağırdı.

“Nadire ne yapsak ki? Sende kaç lira var?”

“Yüz lira kadar ancak var Bey!”

“Yetmez ki borcunu mu verecek harçlık mı yapacak çocuk?”

“Kimden isteyelim, ne yapalım!”

“Kimden olacak damattan alacağız, kimin kapısına gideceksin, herkeste para olmaz ki!”

Bekir sıkıntılı bir hâlde odaya geri döndü. Askere hitaben:

“Oğlum gel seninle şöyle köyün içine doğru gidelim. Damat Nazım bakkal işletiyor, ona uğrayalım.”

“Olur amca nasıl istersen.”

Bir müddet sonra köyün ortasındaki camiin yanındaki bakkalın önüne geldiler. Nakit para ancak Nazım’da bulunurdu. Bekir bakkal dükkânına girdi. Asker dışarıda bekledi.

“Selamün aleyküm Nazım.”

“Aleyküm selam baba. Gel baba hoş geldin. Bir şey mi lazım emret!”

“Şey Nazım bizim oğlanın asker arkadaşı geldi, dışarıda bekliyor. Karnını doyurduk. Bugün geri dönecek. Muhsin’in parası yokmuş. Millete borç dağıtmış, birazını da çaldırmış, bizden para istemiş. Bizde para az, senden isteyelim dedik.”

“Muhsin’in asker arkadaşı mı? Niye bahsetmedi acaba bize?”

“Hem de yakın ilçedenmiş!”

“Hııııı. Hayret Muhsin yazardı bunu ya. Son mektubunu ben okudum. Geleli on gün falan oluyor. Böyle bir şeyden bahsetmiyordu. Bilirsin Muhsin tedbirlidir, kolay kolay borç vermez. Parasını çaldırdıysa bilmiyorum ama şaşırdım doğrusu.”

“Ne bileyim oğul, istemiş işte.”

“Bakalım, görelim şu adamı, derdi neymiş anlayalım.”

Nazım dışarı çıktı.

“Hoş geldin gardaş.”

“Hoş bulduk Nazım abi.”

Adımı bile biliyor adam diye kendi kendine söylendi Nazım.

“Muhsin nasıl, iyi mi?”

“İyi abi çok iyi. Askerlik işte, gün sayıyor. Sizin de başınızdan geçti. Bilirsiniz, hasretlik, gurbetlik zor.”

“İyi bilirim yirmi dört ay yaptım ben de. Yerine düşmezsen zordur askerlik. Ben şanslıydım, yerim çok rahattı, hiç sıkıntı çekmeden bitirdim askerliği. Şey diyecektim, ihtiyacı mı varmış Muhsin’in? Son mektubunu ben okumuştum, on gün önce. Para falan istemiyordu.”

“Bekir amcaya anlattım abi olan biteni. Muhsin parasının bir kısmını çaldırdı, birazını da borç verdi, şimdi kaldı parasız. Siz bilirsiniz, ben elçiyim, verirseniz götürürüm, veremezseniz, canınız sağ olsun. PTT’den de atabilirsiniz ama gitmesi uzun sürer, bilirsiniz. Mağdur olmasın diye yaptım bu ziyareti de. Askerde hemşerilik önemlidir, kardeş bilirsin hemşerini, sığınırsın, her şeyini paylaşırsın. Muhsin’e durumu anlatırım. Sıkışık olduklarını bir dahaki aya göndereceklerini söylerim.”

“Yok birader sıkışık falan değiliz Allah’a şükür. Paramız var da ani oldu, mektubunda bahsetmeyince şaşırdık. Muhsin her şeyi yazardı bize.”

“Abi siz bilirsiniz, benim gitmem lazım, geç kalmayayım. Bekir amca bana müsaade. Yolcu yolunda gerek.”

Bekir telaşlandı. Asker gitmek istiyordu. Oysa Muhsin’in istediği parayı vermemişlerdi. Bekir damadını içeri çağırdı. Bu arada Nadire, Hasibe, Kerime çoluk çocuk hepsi askeri uğurlamak için geldiler. Nadire bakkal dükkanına girdi ve sordu.

“Ne oldu, ne yaptınız, parayı temin ettiniz mi?”

Nadire’yi duymadılar bile. Bekir heyecanlıydı:

“Nazım adam gidiyor. Oğlanı parasız mı bırakacağız. Beş yüz lira ver de gönderelim.”

“Baba para sorun değil verelim de adam çok güvenilir gelmedi bana. Sanki parayı kendine istedi de biz de vermedik gibi alınganlık yaptı. Tuhaf vallahi!”

“Nasıl güvenilir değil oğlum Muhsin’in asker arkadaşıymış. Hepimizi isimlerimize kadar biliyor. Torunun ismini dahi öğrenmiş. Şüphe edecek ne var?”

“Ne bileyim baba. İçime sinmeyen bir şeyler var. Muhsin tedbirlidir, parası bitse bize yazardı. Arkadaşım gelecek ona para verin derdi. Yakın ilçeden arkadaşım var derdi. Damdan düşer gibi. Nereden çıktı bu adam yahu! Allah Allaaah!”

“Asker anlattı her şeyi Nazım. Gelişi ani olmuş. Ameliyat olmuş, izine ayırmışlar. Muhsin’in yazmasına fırsat olmadan gelmiş.”

“Adam ameliyat olmuşa benzemiyor ki. Sağlıklı görünüyor. Sordunuz mu ne ameliyatıymış?”

“Nesini soralım oğlum elin adamının. Ameliyat yerini mi göstersin bize?”

“Vallaha bilmiyorum baba.”

Bekir alındı, Nâzım’ın para vermekten imtina ettiğini düşündü. Boynunu büktü. Nadire:

“Nazım şüphe edecek bir şey yok oğlum. Gelmiş köyümüzü bulmuş, içimizden biri gibi. Her şeyden haberdar, daha ne olsun!” Bekir:

“Nazım oğlum paran yoksa başka bir hâl çaresine bakalım.”

“O ne demek baba. Hiç öyle şey olur mu? Para var hemen veriyorum.”

Nâzım gönülsüz de olsa parayı çekmeceden çıkardı saydı. Beş yüz lirayı Bekir’e teslim etti.  Beraber askerin yanına gittiler.

“Oğlum şimdilik beş yüz lira tedarik ettik. Yetmezse yine göndeririz, paranın emaneti sana. Muhsin’e çok selam söyle, gözlerinden öpüyoruz, dikkatli olsun. Güle güle git, Allah’a emanet ol. Hayırlı askerlikler olsun.”

 Nadire askere yaklaştı, gözleri doldu.

“Güle güle git oğlum, benim için Muhsin’e sarıl, selamlarımı söyle. Sayılı gün tez geçer, üzülmesin. Gel sana da son kez sarılayım, yolun açık olsun.”

Asker Nadire’nin ellerine sarıldı, öptü, kucaklaştılar. Asker herkese Allahaısmarladık dedi. El sallayarak yola koyuldu. Biraz ilerleyince ana yola doğru giden traktörü durdurdu.

“Beni ana yola kadar alır mısınız?”

“Tabii tabiî atla.”

Asker traktöre biner binmez bir sigara yaktı. Hareket edince derin bir nefes aldı, gevşedi, geriye Muhsin’in ailesine bakarak üfledi ve el sallayarak gülümsedi. Kaynatasına doğru dönen Nazım:

 “Allah hayrınızı versin, gitti para gitti…”

edebiyathaber.net (12 Nisan 2025)

Yorum yapın