Dünyaca ünlü Japon Marksist düşünür ve edebiyat eleştirmeni Kojin Karatani, bugün kuramsal olarak yenilenmiş bir sol bağlamında kendi deyimiyle “eski solun keşfedemediği” bir Marx keşfetmemize yardımcı oluyor. Karatani’nin derinlikli analizleri onun eleştirmenliğinin yanı sıra teorisyen kimliğini de ön plana çıkarıyor. Buna rağmen Tarih ve Tekerrür, ne akademik bir kitap ne de bir kitap çalışması.
Metis Yayınları aracılığıyla okuyucuyla buluşan Tarih ve Tekerrür, “Modern Japonya’nın Söylemsel Uzamı”, “Kenzaburo Oe’nin Alegorileri”, “Haruki Murakami’nin Manzarası”, “Kimlik Döngüsü” ve “Modern Romanın Sonu” gibi daha önce Japonya’da birçok dergide yayımlanan makaleleri içermektedir. Bunlara daha önce yine Japonya’da birçok dergide Marx çevirilerinin önemli bir parçası olarak yayımlanan “Giriş: Louis Bonaparte’nin On Sekiz Brumaire’i Üzerine”, yeni kaleme alınan “Japonya’da Tarih ve Tekerrür”, “Budizm ve Faşizm” gibi makaleler de eklenmiştir. Özellikle “Japonya’da Tarih ve Tekerrür” adlı makale Japon tarihi çerçevesinde tarihsel bir tekerrür analizinin yanı sıra bu alandaki çalışmalara kuramsal bir dayanak noktası da oluşturuyor.
Sözü edilen makaleler hem dünya tarihi hem de Japonya için yeterince hareketli bir dönemde yayımlanmıştır. Berlin Duvarı’nın ve Sovyetlerin yıkılışı gibi dünya tarihi açısından dönüm noktaları; yine bu dönemde Japonya’daki Şowa imparatorunun 60 yıla yakın saltanatının ölümüyle yıkılması ve tüm bunların hem dünya hem de Japonya çerçevesinde yaratmış olduğu düşünsel ve kültürel dönüşüm de Karatani’nin kitabın önsözünde özellikle üzerinde durduğu meseleler. Kendisi de bu metinleri 1989’da toplumdaki kültürel ve düşünsel dönemecin getirdiği bir aciliyet hissiyatıyla kaleme aldığını belirtiyor.
Karatani, kitap boyunca Marx’ın tekerrür düşüncesi analizini yanından ayırmıyor, bir diğer deyişle okuyucuyla beraber Marx’ın “Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i”ni okuyor.
Kojin Karatani, Japonya’nın en önemli entelektüellerinden biri olarak bu önemli süreci ve dönüşümü siyasal, kültürel ve düşünsel bir perspektiften ele alarak başka coğrafyalarda yaşananlara da ışık tutuyor. Belli bir zaman aralığında Japonya’ya dair gibi görünen bu metinler, aslında iktidarların ve sermaye yuvalarının tükenmek bilmeyen döngüsüne dair hatırlatmalarda bulunuyor. Bu bağlamda, Karatani’nin ilk önerisi, tarihsel olayları teker teker analiz etmek yerine tarih cetvelindeki tekrarları ve bu tekrarların yapılarını çözümleyebilmek olmuştur. Bu doğrultuda, kapitalist ekonomideki iş döngüsü tekrarlılığının, devletin ve toplum içindeki iktidar yapılarının döngüsünde nasıl gerçekleştiğini bu çözümleme girişiminde görebiliriz. Takip eden bölümlerde, Karatani modern dünya sistemindeki tekerrürün bu söz konusu yinelenmelerin bütününden oluştuğunun üzerinde duruyor. Yazar, tam da bu noktada neo-emperyalizm olarak adlandırdığı hipotezini açıklamaya koyuluyor.
Kitabın orta bölümlerinde Oe, Murakami, Mişima ve Kenji Nakagami gibi çağdaş Japon edebiyatının önemli temsilcilerine dair çözümlemeler ve analizler görülebilir. Tam da bu sayfalarda “modern edebiyatın öldüğünü” ilan eden Karatani, eserlerdeki özel isim kullanımı ve tarihsellik arasındaki ilişkide yoğunlaşır. Bu ilişki tam da altını çizdiği gibi, modern edebiyatın ölmesiyle kendini gösterir.
Karatani, kitabın başından sonuna kadar eserin ehemmiyeti hakkında hatırlatmalarda bulunuyor. Bunların başında, Japonya’da yaşananlara tanık olmuş, dünyanın farklı coğrafyalarında yer almasına rağmen kültürel ve düşünsel yapısı itibariyle benzer özelliklere sahip ülkelerin de bu yaşananların ardından yapılan analizlerden ders çıkarması gerektiği geliyor.
Bu derslerden şu sıralar bize en yakın olanını, Karatani elleriyle teslim ediyor. Karatani’ye göre Marx, “Louis Bonaperte’ın On Sekiz Brumaire’i” metninde, Louis Bonaparte’ın iktidar yapısını incelerken aslında bir bakıma temsili demokrasinin getireceği tehlikeyi de işaret ediyor. Bastırılan ve kullanım dışı bırakılan monarşinin sonrasında kurulan burjuva devleti kriz anlarında temsili demokrasiyi oyundan çıkarır ve oyuna mutlak kraliyeti alır. Genel seçimle başa gelen ve ilk krizde darbeyle imparatorluğunu ilan eden Louis Bonaparte, Marx’ın bu doğrultuda incelediği bir iktidar yapısına ve tarihine sahiptir. Marx’ın 1800’leri önüne koyarak yaptığı bu çözümleme 2013’teki iktidar yapılarında nasıl halen geçerli olabiliyor? Belli bir sınıfı temsil eden mutlak iktidar, bir anda herkesi temsil edebilir konuma gelmiştir. Karatani’nin kitap boyunca sıklıkla hatırlattığı üzere, tarihsel olayların teker teker analiz edilmesinden ziyade, asıl mesele, yapının nasıl bir tekerrüre uğradığını sorgulamak gerekiyor.
Bugün mücadele edilen iktidar ve iktidar yapısı Türkiye için yeni bir şey mi?
Halil Türkden – edebiyathaber.net (15 Temmuz 2013)