Beni Sevmeyenler Apartmanı, Metinlerarası Kitap’tan mayıs 2024’te çıktı. Önce başlıklarıyla okumaya davet eden on sekiz öykü yer alıyor. Kitabın epigrafı ise Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Çocuk ve Allah isimli şiir kitabından gelmiş.
Taşlayınız beni merakla ve uzaklardan,
yeni bir şeyler keşfeder gibi.
Bir hayvan kadar mağrurum ve kanlıyım,
taşlayınız üstümdeki nasibi.
Üstü kapalı, iğneleyici konuşmak yerine, fikrimi açık açık yazayım istedim.
Özellikle edebi bir eserin değerlendirilmesinde yazarın kişiliğinin, yaşamının doğrudan eserle bağlantılı olamayacağı söylense bile ben eserin doğru anlamlandırılmasında yazarı tanımanın avantaj sağladığını düşünenlerdenim. Lakin yazarımız bunu istemeyenlerden. Nereden biliyorum? Kitaplarında paylaştığı kısa özgeçmişlerinden ve kendisiyle yaptığım bir söyleşide, “Şiir, öykü, deneme, günlük ve aforizmalar yazdığınızı biliyorken okuyucu sizinle ilgili başka neler bilsin?” sorusuna, “Bence başka bir şey bilmesin. Göz önünde olmayı seven biri değilim. Gölgelerde dolaşmayı yeğleyen biriyim. Tabiatım oralara yönlendiriyor beni genellikle,” açıklamasından anlıyorum. Elimizde olan bilgileri derlersek, yazarımız Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş. Eserleri çeşitli dergilerde yayımlanmış. İlk kitabı, Hiç Yazılmamış Bir Öykü Kahramanının Trajik ve Sürükleyici Öyküsü ismiyle 2020’de İthaki Yayınları’ndan, Bay Y – Sıkıcı Bir Adamın Yarı Eğlenceli Biyografisi adlı novellası 2023 yılında Metinlerarası Kitap’tan çıkmış. Elimizde çok kitap okuyan, özellikle resim sanatına meraklı olduğunu bildiğimiz bir yazar var. Bu son bilgiler sosyal medya hesaplarından edindiklerimiz. Kitabı okurken yazım ve imlada hiç hata olmaması, zengin kelime dağarcığı da bu gözlemimizi destekliyor. Kaldı ki kitap okumaya olan ilgisini söyleşilerinde de anlatıyor.
Gelelim kitabımıza. Çıkar çıkmaz edindim ve okudum. Ben Korkut Kabapalamut’un yayımlanan öykülerinin sıkı takipçisiyim. Dijital bir mecrada yayımlanan öyküsünü hemen okurum, genellikle de severim. Ama kitapta beni zorlayan bir şey vardı, anlamadım. Kitap bitti, düşündüm bulamadım. Bir tablo oluşturup tekrar okudum. Her öykünün anlatıcısını, dilini, temasını ve sonunu yazdım. Neden kitapta toplanınca okumakta zorlandığımı buldum. Çok ortak noktaları vardı. Tüm öyküler “ben” anlatıcı ile kaleme alınmış. Yetişkin bir erkek tarafından anlatılıyor. Kahramanımızın 50’li yaşlarda olduğunun özellikle vurgulandığı öyküler var. Diğer öykülerde de “Belli bir yaşa gelmiş, orta yaşta, yetişkin” ifadeleriyle anlatıcının yaşını tahmin ediyoruz. Agnostik Bir Karıncanın Serüveni öyküsünde kahramanımız bir karınca ama o da yetişkin erkek bir karınca. Öykülerin sonu hızlı geliyor, genellikle okuyucuya bırakılıyor ama çoğunlukla okuyucuya sorulan bir soru ile bitiyor. Sorular çok yerinde ve düşündürücü. Burada, Acaba yazarımızın mesleki alışkanlığı yazdıklarına yansımış mı? diye düşünüyorum. Avukatlar soru sormayı seviyor çünkü. Lakin yazarın altı boş bir şey yapmayacağını bilen bir okuru olarak her yapılanın bir amacı olduğunu, kendi üslubunun tuğlaları olduğunu söyleyebilirim. Bir okuyucu olarak öyküler birbirine benzese de başka bir yazarın öykülerine benzemiyor oluşundaki büyük ayrımı da görüyorum.
Yazarla ilgili sınırlı bilgimizden yola çıkarak kitabı okuduğumuzda, Öyküleri yazarın bilinçaltı mı yazdırdı acaba? diye düşünüyorum bu sefer de. Hepsinde “ben anlatıcı” olması öyküleri çok öznelleştiriyor. Karakterlerin yetişkin erkek olması da yazarımızla özdeşleşiyor. Kafasının içindeki sorgulamalar, sorular öykülerde satırlara yerleşmiş sanki. Acaba okuduğumuz öyküler absürt olsa bile otobiyografik mi? diye düşünmeden edemiyorum. Aslında kendini açığa vermiş gibi hissettiğim ve hayran kaldığım anlar da oluyor. Kelimelerle konuşması, öykülerine yerleşmesi cesaret işi. Yazar, “Hayır böyle değil,” diyebilir. Ama düşüncelerim olgunun önüne geçti öyküleri okurken. Yazar bu metnin neresinde? diye düşünüp durdum. Acaba hayatı hangi karakterde gizli? diye ararken buldum kendimi.
Öykülerin konusu çok ilginç. Pansiyonda yan odada ölümün yaşadığını düşünen bir adamın anlattıkları, vali kararıyla emekliye ayrılan şövalye, paralel evrenden gelen benzeri ile alışveriş merkezinde karşılaşan bir adam, kimsenin görmediği bir duvarı gören, ölüyü köye getiren adamlar birkaç örnek olsun. Absürt öykülerin şövalyesi, demek istiyorum. Öyle bir kurgulamış ki gerçekliğini sorgulamıyor okur. Ama öykülerin mekânı sınırlı. Yazar kafasında bir ülke, bir şehir, bir ev yaratmış. Çukur kazıyor, duvar örüyor ama gerçek hayata bağlanamıyor gibi. Mekânları düşünürken yasak olduğu hâlde bir düelloya karışan ve kırk iki gün ev hapsi alan yazar Xavier de Maistre’nin Odamda Seyahat kitabına gitti aklım. Felsefesi olan, soruları ile düşündüren bu kitap bir odada geçiyor. Korkut Kabapalamut acaba kendi yaşamına bir ev hapsi mi verdi?
Tartışmasız güçlü bir kalem. Üç kitabını, dergilerde yayımlanan her öyküsünü okumuş biri olarak güçlü bir kalem ve entelektüel olduğunu düşünüyorum. Okuyucuyu düşünce dünyasına davet ediyor. Bunu da öykülerinde okuyucuyu hedef alarak yapıyor. Bana anlatıyor, bana soruyor. Okuyucuyu önemsediğini hissediyorum. Bir sonraki öyküye geçişte, kitaptan vazgeçemeyişte en büyük etken bu dahil olma hissi oldu bende.
Korkut Kabapalamut, öykülerinde dramın içine mizahı öyle güzel yedirmiş ki öyküler kendini hiç zorlanmadan okutuyor. Öykülerde karakterlerin kendiyle, toplumla hesaplaşmalarını okuyoruz. Titizlikle yapılan muhasebeye tanığız. “Hangi duygu ağır basıyor?” denilse, “Adalet,” derdim. Hak arama, bunu yaparken ki karmaşa, yapamama beni etkiledi. İronik olarak yazarımız bizi bu duyguyla günümüze bağlıyor öykülerinde. Burada gerçekliği yakalıyorum. Kitabın arka kapağında editörün yazdığı bir ifade dikkatimi çekti. “Parmak izi gibi tamamen kendine özgü dili,” katılmamak elde değil. Lakin kriminoloji bu kadar gelişmişken yazar her yere parmak izini bırakmasa, kendini saklasa mı acaba? Okuru şaşırtsa mı? Ortaya neler çıkar, merak etmekten kendimi alıkoyamadım.
Bu kadar konuştuktan sonra kitaptan seçtiğim bir öykü hakkında da birkaç laf etmek isterim. Kitaba ismini de veren Beni Sevmeyenler Apartmanı sevdiğim öykülerin başında geliyor.
Otuz yıldır yaşadığı apartmanda komşuları tarafından sevilmediğine inanan bir adamı dinliyoruz. “Tahsilli, gün görmüş, nezaket kurallarının fazlasıyla ayırdında, aydın, kültürlü bir kişi,” lakin asansörde karşılaştığı komşularına selam vermiyor, apartman toplantılarına katılmayı yersiz buluyor. Apartmanda uyulması gereken her kurala uyduğunu, “Alkol almam. Evime kadın olsun, erkek olsun konuk da gelmez. Asla yüksek sesle müzik dinlemem, televizyon izlemem. Kendi hâlinde yaşayıp giden, zararsız, örnek, parmakla gösterilecek cinsten biriyim,” cümleleriyle anlatıyor. Ama bu anlattıkları ve öykünün diğer kısımlarında bir olayı aktarışı hep üst perdeden. Küçümseyici, beğenmeyen, kimseyi kendine layık görmeyen bir apartman sakini. Yine açıklamadığı bir sebeple sevmediği kapıcının, oturduğu daireyi sattırmak için diğer apartman sakinlerinin imza toplayacaklarını ağzından kaçırmasıyla iyice sinirlenen bir komşu. Öfkesini anlatırken komşularının yaptıklarının anlamsızlığını hukuki terimlerle çok net ifade eden kahramanımızın işini bilmiyoruz. Adı da yok. Diğer öykülerin kahramanlarının da adı yok. Burada bir parantez açıp yazarımızın bir söyleşisinden karakterlerine neden isim vermediği ile ilgili bölümü paylaşacağım. “Yirmi yıldır yazıyorum ve en fazla bir ya da iki karakter adı kullanmışımdır. ‘Yazarken ad uydurmak beni utandırıyor,’ diyordu ünlü bir yazarımız. Ben de tıpkı onun gibi hissediyorum. Örneğin bir karakterin adı neden Selim değil de Ayhan’dır? Bu soruya mantıklı bir yanıt vermek olanaksız.”
Sevilmediğine inanan ve nefret eden bir karakterimiz var. Nefret ile beslenirken sevilmenin zor olduğunu düşünmüyor. Son derece olumlu ilişkiler kurduğu ve sürdürdüğü bir komşusu olmuş. Aklı, yaşından dolayı gidip gelen bu yaşlı adamla sohbeti seviyor. Biraz da bu sebeple seviyor. Sözlerin devamı olmadığı için sıkboğaz edemiyor kahramanımızı ve o da arasını bozmak istemediği için bazen susabiliyor, onaylıyor. Apartmanda kapısını çalabildiği tek kişi ölünce yine dairesinde sevilmeyerek kalıyor. Mağdur olduğunu düşünüyor ve hak araması gerekirse ne yapabileceğini anlatıyor. Öfkeli, yalnız bir adam. Kimseyi kendiyle konuşmaya layık görmemesi bir savunma mekanizması gibi. Evine saklanıyor. Öykünün sonunda istiyorlarsa onların evlerini satıp ya da kiraya verip gitmelerini salık veriyor. Yeni kiracı ve ev sahipleri ile de aynı sıkıntıları yaşayabileceğini düşünüyor ve bir soru soruyor biz okuyuculara. “Zaten hayatta neyin garantisi var ki?” Kendinden emin karakterimiz ne yaptı bilmiyoruz. Her şey kafasının içinde deme sebebimiz ise kapıcının ağzından kaçırdıkları. Ama en yakın komşusu bile onu sosyal olmamakla, geçimsiz olmakla eleştirirken işin geleceği noktayı tahmin edebiliyoruz. Kaybedecek bir şeyi olmayan karakterimiz korkak olmadığını gerekirse bir tabanca edinebileceğini söyleyerek diğer apartman sakinlerine hak vermemize de sebep oluyor. Bu apartmanda bir dairem olsun istemezdim doğrusu.
Yine bir parantez açıp yazara apartmanındaki komşularıyla ilişkilerini sorduğumu ve bu öyküden yola çıkarak apartmanda sevilmeyen biri olmanın tam tersine, apartmanın en sevilen sakinlerinden biri olduğunu öğrendiğimi de belirtmek isterim.
Kalemini, anlatımını seven ama en çok da “Okumanın ciddi mesai ve disiplin isteyen, oldukça zorlayıcı bir uğraş hatta biraz da acılı bir yazgı olduğu kanısındayım. Çünkü aralıksız okumak bir tür işkencedir,” diyecek kadar okumaya önem veren tarafını seven bir okur olarak yazardan bir söz ile yazımı bitiriyorum.
*Kendimi senden gizliyor değilim… Benim elimde de pek az ipucu var.
*Korkut Kabapalamut, Aforizmalar II
edebiyathaber.net (1 Temmuz 2024)