Yola çıkmaya teşneyseniz, Salâh Bey’in deneme vadilerinde merakınızın atına binip nefes almaya bile fırsat bulamadan kâh Japonların kiraz bahçelerine, kâh Neron’un sarayına gidersiniz. Nefes darlığı, şeker, kalp çarpıntısı, yüksek tansiyon türünden rahatsızlığı olanlar bir Salâh Birsel denemesi okumaya kalkışmamalıdır.
Kurutulmuş Felsefe Bahçesi, Salâh Birsel
“Charles Chaplin’in annesi, parasızlıktan davulu yarılsa da cumartesi oldu mu bir penilik şebboy almadan eve gelmezmiş.” Salâh Birsel’in, adını 14. yüzyıl Japonya’sında yaşayan Rahip Muso’nun dağlara doğru uzanmış, çağlayanlara benzer bahçelerinden alan “Kurutulmuş Felsefe Bahçesi” denemesi, bu cümleyle başlar. Onun hemen bütün denemeleri, böyle damdan düşer gibi bir hikâyenin ortasına bırakıverir okuru. Yola çıkmaya teşneyseniz, Salâh Bey’in deneme vadilerinde merakınızın atına binip nefes almaya bile fırsat bulamadan kâh Japonların kiraz bahçelerine, kâh Neron’un sarayına gidersiniz. Paris’in tren istasyonlarında birazcık oyalanıp oradan New York caddelerine ışınlanırsınız. Dünyanın altını üstüne getirdikten sonra “çok şükür, sağ salim ülkeme döndüm” diyerekten yan gelip yatacağınızı sanırsanız, adamakıllı aldanırsınız. Asıl seyirtmece şimdi başlıyordur: Saraylar, bahçeler, köşkler, padişah kaftanları, sultan kayıkları, suyolları, kayıkhaneler, kiliseler, manastırlar, sahaflar, hamamlar, lokantalar, sabahçı kahveleri derken, emdiğiniz süt burnunuzdan gelecek ve okurluktan istifa mırıltıları arasında Salâh Bey’in yüz metre gerisinden yayan yapıldak, üst baş perişan, dil bir karış dışarıda, oflaya puflaya denemenin bitiş çizgisine ulaşmaya çalışacaksınız. Uzun lafın kısası; nefes darlığı, şeker, kalp çarpıntısı, yüksek tansiyon türünden rahatsızlığı olanlar bir Salâh Birsel denemesi okumaya kalkışmamalıdır.
Ev içi gezgini
Şimdi, söz meclisten dışarı, şu bizim paragrafı okuyan yahut bir Salâh Birsel kitabını karıştırmaya duran acemi okur sanır ki, bu adam bütün ömrünü dünyayı arşınlamakla geçirmiştir. Hayır, hayır!.. O bir gezgin değildir. Gezindiği olur ama evin içinde, salonda! Onun koridor voltaları pek meşhurdur. Mesela 3 Mart 1988 tarihli günlüğüne şöyle yazar: “Kafamın içini, la vallah, daha çok ışıldatmak için bir haftadır salonla yatak odası arasında fıştıkladığım voltaları artırdım. Kimi geceler altmışa, yetmişe çıkarıyorum. Dün seksen voltayla kendi rekorumu kırdım.”
Ee, ne demek şimdi bu? Şu demek: Salâh Birsel’in çokbilmişliği gezginliğinden değil, çok okumuşluğundan gelir. Onun coğrafyası kitaplardır. Günlükler, biyografiler, seyahatnameler, anılar, şuara tezkireleri, tarihler ve akla hayale gelmedik ıvır zıvır kitabı… Salâh Bey, bir edebiyat arkeologudur. Okuduklarıyla yeni bir dünya kurabilen nadir yazarlardan biridir. Kafasının bir yarısı işinde gücünde iken öbür yarısı Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde, Barbaros Hayreddin’in hatıratında, J. J. Rousseau’nun İtiraflar’ında, Ahmet Rasim’in Şehir Mektupları’nda, Nerval’in Doğu Yolculuğu’nda, Flaubert’in yahut Kafka’nın mektuplarında, Papini’nin, Gide’in, Leautaud’un günlüklerinde haldır haldır çalışıyordur.
Salâh Birsel’in denemeleri bir insanlık galerisidir. Dünya dolusu kitaptan derleyip getirdiği olaylar, insanlar ve kelimeler zihninde ha bire fink atıp durmaktadır. Durmaz olayları konuşturur; ister ki okur bunların salıncağında sallanırken kendiliğinden bir sonuca varsın. Denemeden muradı, bir şeyleri sevdirmektir. Şöyle der bir yerde: “Şu gizli kalmasın ki, benim hemen hemen bütün yazılarımda bir uyarı, bir dürtü vardır. Denemelerimde boyuna insan sevgisinden, doğa sevgisinden, sanat sevgisinden, kitap sevgisinden açışım insanları güzel ve iyi olan şeylere çekmek içindir. (…) Şuna inanırım ki toplumun mutluluğu, insanoğlu yüreğinin arınmasıyla gerçekleşebilir. İnsanların içine tek tek iyilik paraşütleri indirmeden toplumun kendine gelebileceğine hiç inanmamışımdır.”
Salâh Bey Tarihi’ni oluşturan beş kitap (Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, Boğaziçi Şıngır Mıngır, Kahveler Kitabı, Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi, İstanbul/Paris) dışındaki eserlerinin, ki deneme, mektup, günlük, şiir, bir roman ve incelemeler dâhildir buna, uzun zamandır baskısı bulunmuyordu. Bendeniz, bu durumdan yakınarak “Salâh Bey’e bir yayıncı yok mu?” diye sormuştum bir yazımda. Her biri başka başka yayınevlerinden çıkmış ve artık yalnız sahaflarda bulunabilen bu kitapları bir yayınevinin toplu halde basması gerektiğini dile getirmiştim. Şimdi o arzumun gerçekleşeceğine dair bir ilk adımı görmenin sevincindeyim. “1001 Gece Denemeleri” dizisinin üçüncü kitabı Kurutulmuş Felsefe Bahçesi (Sel Yayıncılık) yeniden yayımlandı. Dilerim kitap, Salâh Birsel’le hiç tanışmamış okurların eline ulaşır. Onun yeni okurlar kazanması, deneme türünün daha çok tanınıp sevilmesi için önemlidir. Dilin günbegün daralıp yozlaştığı, has edebiyatın kan kaybettiği bir dönemde edebiyat ve Türkçe sevgisini çoğaltacaktır Salâh Birsel külliyatı. Genç okurların, “Edebiyat benim ekmeğim, suyum, havam, ateşim ve eşimdir. Ben gerçek bir edebiyat ürünü karşısında ya önümü ilikler, ya da hazırola geçerim.” diyen bir yazarı tanımaya hakkı vardır.
Salâh Bey denemeciliğinin numunesi
Kurutulmuş Felsefe Bahçesi için Salâh Birsel denemeciliğinin numunesi dense yeridir. Kitaptaki on bir deneme; yazarlar, kitaplar, fotoğraflar, aynalar, şehirler, bahçeler, yolculuklar, dostluklar ve insanın güneş görmemiş iç coğrafyasından söz açarken okuru edebiyatın hazlar bahçesine davet eder. Kitabın ilk denemesi “İstanbul’dan Roma’ya Ayakta Yolculuk”ta, şairlerin, denemecilerin, romancıların yaşadıkları mekânları nasıl değiştirdiğini anlatır Salâh Birsel. “Yitik Kuşak”ta Scott Fitzgerald ve eşi Zelda ile Gertrude Stein ve Proust’un serüvenleri çıkar karşımıza. “Ziya Osman Fotoğrafçıda” denemesinde, Saba’nın çektiremediği o fotoğrafın hikâyesinden başka nice acaibül garaib fotoğraflar sinema perdesine çıkarılır. “Kurutulmuş Felsefe Bahçesi” denemesi, bolca çiçeklerden açsa da, hüzünlü bir sonla biter: “Böyle bir dünyada ister kurutulmuş, ister kurutulmamış olsun elbet felsefe bahçelerine gerek duyulmayacaktır.” “Fırıldak Sarısı” ise dostluk üzerine adamakıllı düşündürür okuyanı. Kısacık “Saman Çöpleri” denemesinde anı, günlük ve otobiyografi yazarlarının kaçamak güreşmelerine eğilir Birsel. Kitaptaki her deneme, edebiyat okurunun bir yanından kapılıp gideceği konulara açılır. Hemen hepsinde bir aşinaya rastlamak an meselesidir. Bu yüzden Salâh Bey’in denemeleri, sürekli başka kitaplara, başka yazarlara götürür sizi. Onu, elinizde kâğıt kalemle okumanız gerekir, hiç duymadığınız kitapların, ruh akrabanız olduğuna vehmettiğiniz yazarların adını not etmek için. Elbet bir de ilk kez duyduğunuz ‘Salâhça’ kelimelerin altını çizmek için…
Birsel’in o kendine mahsus “eğlen- gör- işit” yöntemiyle kaleme getirdiği denemeler, “hiç merak etmediği ya da merak etmeyi aklından bile geçirmediği kimi konuları”, bilgileri ipe dizerken, okurun “yaşam görgüsünü genişletir, bakış çevresini durduğu yerden ötelere kaydırır.” Hiçbir şey yapmasa, ince ince gülümsetir insanı, “vay be!” dedirtir. İçinde daha çok okumaya, onunla da kalmaz, yazmaya dair kıvılcımlar çaktırır.
Eski okurlar, dilinizi yıkayıp durulamak için Kurutulmuş Felsefe Bahçesi’ni bir kez daha okuyun. Yeniler, siz uzun sürecek bir ziyafete oturuyorsunuz, o bahçeye sessizce girin ve zevkine varın okumanın!
Ali Çolak – Kitap Zamanı (12 Nisan 2012)