“Bu açık hava hapishanesinden aşık
kadınlar olarak kurtulamıyorduk.” (s. 32)
Kısa Bir İç Çekişle[1], Catherine ve Harry’nin kamu zararına ve gizli aşk ilişkisini, bu ilişkinin yarattığı ikircikli ruh halini Catherine’in gözünden anlatan bir roman. Romanda anlatılanlar çoğu okura tanıdık gelecek aşk, acı ve çaresizlik üçgeninden yola çıksa bile, duyguları ve yaşamın inceliklerini fark edebilen, fark ettiklerini yazıya dökebilen, anlamlandıran ya da nedenleri arayan insanlar, kalabalığın içinden sıyrılıyor ve tüm bu süreci, nitelikli bir edebiyat ürününe dönüştürüyor. Tanıdık gibi gelen bir konuya odaklanan böylesi bir roman, yeni bakış açılarına, sorulara ve yanıtlara götürüyor okuru.
Leyla Saral, ilk romanını yayımlamış olmasına karşın kendi dilini bulmuş bir yazar olarak çıkıyor karşımıza. Yitip giden ve yaşantısının odağına koyduğu aşkını biraz daha yaşatabilmek için umutsuzca çabalayan bir kadının dağınık ve acı ile parçalanmış benliğini yansıtan bir dille yazılmış roman. Olaylar çizgisel bir düzlemde geçmiyor, anılar, anlar ve acı sıçrayışlarla yer değiştirerek bir kolajın parçalarını oluşturuyor. Ateşler içinde yanan bir hastanın sayıklamalarını andıran bölümlerin yanı sıra medeniyete, ahlaka, kadın ve erkek rollerine, aşka, cinselliğe, evlilik kurumuna eleştirel bakış açısı ve farkındalık düzeyinin gücü ile dikkat çekiyor.
Dağı ve denizi olan bir kentte yaşayan evli Haryy ve bekar Catherine’in yaşadıkları aşkı anlatır Kısa Bir İç Çekişle. Kent, insanlar ve ilişkiyi yaşayış biçimleri oldukça tanıdıktır. Peki yazar bu topraklarda duymaya pek de alışık olmadığımız iki ismi niçin vermiştir kahramanlarına? Oysa yaşanılanlar oldukça yerlidir. Romanın anlatıcısı yaşadığı aşkı ve acıyı biricikleştirir. Daha önce hiç kimsenin böyle bir aşk ya da acı yaşamadığını düşünerek, farklı bir düzleme yerleştirir anlatıyı. Kendisini ve sevgilisini yabancılaştırarak farklı bir konuma taşır ve herkesten daha çok acı çektiğine, herkesten daha çok sevdiğine en başta kendini ikna etmek ister.
Kısa Bir İç Çekişle’ye aşk romanı dersek haksızlık etmiş olur muyuz sorusu geliyor ister istemez aklımıza. Aşk, üzerinde en az konuşulması ve yazılması gereken olgulardan biridir artık. Romanlarda ve dizilerde baş rol oyuncusu olduğu günleri yitireli epey zaman olmuştur. Artık konuyu zenginleştirmek için başvurulan bir çeşnidir. Ona yüklenen anlam, içinde yaşadığımız çağın değerlerine göre değişmektedir elbette. Oysa, hâlâ bireyi ve toplumu en çok meşgul eden, ne olup ne olmadığı hakkında çokça fikir yürütülen aşk toplumsal bir olgudur. Aynı zamanda içerdiği başkaldırı ve taşıdığı risk onu devrimci bir eyleme de dönüştürür.
Harry toplumsal normlara yalnızca teoride karşıdır. Pratikte ise geniş ailesine ters düşmekten çekinen, babasından korkan bir feodaldir. Karısını evde, masum ve anne olarak konumlarken Catherine’e, başlangıçta müşfik sonrasında zalimdir. Sınırları keşfetmek için çıktığı yolculukta her türlü hak ve yetkiyi kendine reva gören bir sömürgeciden farksız davranır. Kendisine bir köle yaratır Harry. İstediğinde gelen ve git dediğinde giden, her türlü arzuya ve kaprise boyun eğen, kıskanan, gözü yaşlı bir kadına dönüşür Catherine. Başlangıçtaki özgüven tuzla buz olmuştur. Kentli, okumuş bağımsız kadının kabuğu çatlar ve altından babası ile sorunlarını halledemediği için yetişkin birey olamamış “Sındrella Kompleksi”nden kurtulamamış bir kız çocuğu çıkar. Kendisine zarar veren, hakaret eden, değersizleştiren bir erkeğe hayır diyemeyen, depresyon içinde bir kadındır artık. Benliği ve kişiliği paramparçadır. İd ve süperogo arasında yaşanan çatışmadan yorgun düşer, her gece terk ettiği sevgilisini sabah olduğunda yeniden yüceltir. Davranışlarını kontrol edemez, sevgili dışında kalan tüm dünyaya kapatır kendini. Tüm vaktini onu bekleyerek, onu düşünerek, merak ederek ve onu arayarak geçirir. Sosyal yaşantısı çökmüş, ruh sağlığı alt üst olmuş, özsaygısını yitirmiş bir kadın vardır artık. Erkek ise halı saha maçlarına gitmeye, arkadaşları ile görüşmeye, başka kadınlarla yakınlaşmaya, karısı ve oğlu ile vakit geçirmeye devam eder. Catherine’e karşı vurdumduymazdır. Onun duymak istediği tüm cümlelerin yoksuludur. Ancak yine de bu köleyi yitirmek istemediğinden olsa gerek, ara sıra kadının ruhunu, bedenini, kalbini doyurmak için sevgi ve kıskançlık gösterileri sergiler. Hatta Catherine’e başka bir erkekle evlen istersen ama buradan gitme der. Kadın üzerinde kurduğu iktidarını yitirmek istemez. Neticede verdiği kadarıyla yetinen bir kadın vardır. Bir de ağlayıp sızlanmasa Harry için her şey yolundadır.
Catherine anlamaya çalışır sürekli, Harry niçin kendisini aşağılamaktadır, niçin bir zalime dönüşmüştür, niçin onu ihmal etmektedir? Suçu, eksiği, yanlışı nedir? Ne devam eden ne de biten, sürüncemede kalmış ilişkiyi anlama çabası kadının ruhunu kemirirken aslında Harry’nin verecek yanıtları yoktur. Çünkü o da niçin böyle davrandığını bilememektedir. Yetiştiriliş biçimiyle avcı ve her şeyi kendine hak gören bir cinsin genetik kodlarını taşımaktadır ne de olsa.
Okur, erkeğin suçlu kadının mağdur olduğu gibi bir sonuca varabilir, ancak hem kadın hem erkek, toplumsal konumlanış biçimiyle en baştan sorunlu ve kaybetmeye mahkumdur. Yaşanılan acıya ve ödenen bedellere bakıldığında, kadın günlük hayatını devam ettiremeyecek denli yoğun bir depresyona itilirken, erkek gündelik hayatına devam edebilir. Bu durumu iki tarafın aşka yüklediği anlamın farklı olmasıyla açıklamak yeterli olmasa gerek. Kadınlar küçük bir çocukken bağımsız bir yaşam sürdürebilecek yetenek, beceri ve güvenden yoksun olarak yetiştiriliyor. Kadınlar, aşkınlaştırdıkları birilerinin gözünde kendi değerlerini aramaya itiliyor. Kendilerini, erkeklerin (başkalarının) aynasında değerli, özel, güzel ve var olarak görebildiği müddetçe yaşamsal enerjiye sahip olabileceğini sanan her kadın, Catherine gibi, acı ve umutsuzluk girdabında sürüklenecek ve hayır diyemediği sürece aynı kısır döngünün içinde tükenecektir. Oysa hayır dediğinde, kararlı olduğunda ve yüklediği anlamın aşkınlığı ile yüzleştiğinde gerçeği görecektir.
Kısa Bir İç Çekişle’yi okurken, bir kadın bir erkeğe niçin bu kadar bağlanır ve yaşamının odağına koyar sorusunu soruyor okur ister istemez. Yaşamda eksik olan anlamı, ontolojik tüm kaygıları, var olmanın acısını, ölümün kaçınılmazlığını unutturmaya bir aşkın gücü yeter mi? Aşk, niçin acı demektir bazılarımız için? Kaybetmekten korktuğumuz şey nedir? Âşık olduğumuz kişi mi yoksa onun aynasından yansıyan görüntü mü? İnsan olabilmeyi öğrendiğimizde, kadınlık ya da erkeklik gibi suni rollerin ve cinsiyetçi dayatmaların uzağında büyüttüğümüzde çocuklarımızı, aşkın anlamı da değişecek sanırım.
Bu topraklardan sağlam aşklar ve aşıklar ender çıkıyor ne yazık ki. Çoğaltan, zenginleştiren, güzelleştiren aşklar yerine; tüketen, eksilten ve delirten, ölen, öldüren hastalıklı aşklar… Ancak bir suç ya da suçlu aramak için yola çıkmamış Leyla Saral, anlamak ve anlatmak istiyor. Şiddet ve yıkıcılığın aşkın doğasına dahil edilerek hoş görülmesine itiraz ediyor. Dayatılan sahiplenmeci, bol kıskanmalı ve şedit ilişki biçiminin aşk olmadığını görsün birileri ve aşk kendi doğallığı içinde yeniden tanımlansın istiyor.
Şirvan Erciyes – edebiyathaber.net (5 Nisan 2016)
[1] Kısa Bir İç Çekişle, Leyla Saral, Ve Yayınevi, 2016