Adadan esen bu kez farklı bir rüzgârdı. Onca insan sessiz sedasız, sözleşmişcesine nasıl çıkmıştı Heybeliada Ümit Tepesi’ne! Puslu üstelik soğuk bir 14 Şubat günü, kimi yaya olarak kimi faytonlarla… Hevesle, sevgiyle… Bir öyküde birleşmeye, bir ada öyküsünün ortak kahramanları olmaya sözleşmişcesine…
Yurdun birçok kentinde düzenlenen farklı etkinlik programlarıyla kutlanan 14 Şubat Dünya Öykü Günü, İstanbul Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nda uzun süre hafızalardan silinmeyecek bir atmosfer içinde kutlandı.
İlk kez 1996 yılında çıkan Düşler Öyküler Dergisi ile Ankara Öykü Günleri ‘ni başlatan Özcan Karabulut, bunu önce ülkemizdeki diğer şehirlere daha sonra dünyaya yaymayı başarmış, 2003 yılında ise 69. Uluslararası P.E.N. Dünya Kongresi’nde onaylanan Dünya Öykü Günü ortaya çıkmıştı.
Bu yıl Heybeliada’ da düzenlenen Dünya Öykü Günü etkinliği aynı zamanda Heybeliada Halk Kütüphanesi’ni Koruma Girişimi’ne de güçlü bir destek anlamındaydı. Cumhuriyet Dönemi öncesinde Triandafilis ailesinin yaşadığı ve bir zamanlar aynı adla anılan tarihi köşk bu amaçla 2013 yılından beri restorasyon görüyor ve önümüzdeki aylarda hizmete açılmasına çalışılıyor.
Heybeliada’ daki etkinliği düzenleyenleri, konuşmacı yazarları ve dinleyicileri topyekûn şaşkınlığa uğratan yoğun katılım mutluluk vericiydi. Ruhban Okulu’nun Ortodokslarca kutsal sayılan loş salonundaki izleyici koltukları dolduğunda gençlerin de yoğun ilgi gösterdiği bu sessiz kitle, sırayla ve büyük bir mutlulukla yerlere oturmaya başladı. Yerde kendiliğinden oluşan iç içe yuvarlak halkalar, gelenler devam ettikçe suya atılan bir taşın yaydığı iz gibi konuşmacı masasına kadar yayıldı ve oradan koridora taştı. Onca insanı ilahî bir güç gibi oraya çeken şey edebiyattı. Ve bu çekim orada bulunanlar arasında herkesin uzun süredir rastlamadığı türden yoğun ve tuhaf bir ortak frekans oluşturmuştu.
Murathan Mungan’ın “En kısa hikâye parçasına ‘an’ denir.” cümlesi, bizlerin orada yaşadığımız anların gerçek bir hikâye olduğunun ve ‘öykünün ruhları kışkırtıcı özelliğinin’ kanıtıydı sanki.
Etkinliğin düzenlenmesine büyük emeği geçen Ayşe Sarısayın’ın açılış konuşmasının ardından her yıl farklı bir usta yazar tarafından kaleme alınan ve bu yıl Murathan Mungan’ ın hazırladığı 14 Şubat Dünya Öykü Günü Bildirisi’nden bir bölüm okundu. Ardından yazarın “Gaz, Ruj” adlı öyküsünü dinleme imkânını bulduk.
Hüseyin Rahmi Gürpınar, Sait Faik Abasıyanık gibi şu an adalarda müze-evleri bulunan adalı yazarların yanı sıra kısa süreli de olsa adayla bağ kurmuş Aziz Nesin, Melih Cevdet Anday, Nezihe Meriç, Zeyyat Selimoğlu, Peride Celal gibi şair ve yazarların öykülerini günümüz yazarlarının seslerinden dinlemenin keyfi bambaşkaydı.
Katılımcılar, şair Adil İzci’nin şiir seçkileriyle bezenmiş konuşmasını ve öykücü-yazarlar Nursel Duruel ve Yasemin Yazıcı’ nın konuşmalarını büyük zevkle dinledi.
Yazar Sezer Ateş Ayvaz, katılımcı sayısından duyduğu şaşkınlık ve mutluluk üzerine önceden hazırladığı konuşmasını tamamen doğaçlama olarak yaptı: “Uzun süredir böyle bir kalabalık görmedim.’’ derken Özgecan Aslan’ ın hunharca katledilmesini “kötülüğün sıradanlığı’’ olarak nitelendirdi. Ülkenin bu durumuna duyduğu üzüntüyle bir edebiyat etkinliğine olan katılımcı mutluluğunu aynı anda yaşayarak çoğumuz gibi karmaşık duygular içinde olduğunu dile getirdi.
Edebiyatın iyileştirici gücü orada bulunan özel topluluk üzerinde bir kez daha etkisini göstermişti.
Edebiyata gösterilen bu yoğun ilginin verdiği mutluluğu gelecekte de yaşamak isteyen bir edebiyat gönüllüsü olarak “Geçmişin ütopyasının geleceğin gerçeği olmasını’’ dileyen Sezer Ateş Ayvaz’ ın, edebiyatçıların ve felsefecilerin yaşamak ve yazmak adına adayı seçmelerinin nedeni üzerine yaptığı tespit elbette çok yerindeydi: “Ada, başkalarının karışamayacağı, hayatın rutin düzeninin yetişemeyeceği bir alan.’’dı.
Ve yazarın, “Yazan herkes ölümün elinden güzellikleri çekip almak için yazar.” sözleri gerçeği nasıl da hoş dile getiriyordu…
Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun rahatsızlığından dolayı katılamadığı halde okunmak üzere göndermiş olduğu gönüllerde iz bırakan mesaj-metninde yer alan: “Bir sevgi yaşanırken mi öyküdür, bittikten sonra mı? Bir ada ne zaman sığınma yeridir, ne zaman sürgün yeri? Bir öykü ne zaman bizi adasına alır? Her insan bir ada değil midir? İnsanlar içinde bir yalnız insan!” tarzı sorularının her birinden birer öykü çıkmaz mıydı?
Leyla Ruhan Gönenç Okyay, ünlü öykücü Nezihe Meriç hakkındaki duygu dolu konuşmasını, “Bugünün, yaşadığımız karanlık dönemde anılarımızda özel bir yeri olacak.” diye sonlandırırken dinleyicilerin çoğunun duygularına tercüman oluyordu.
Nemika Tuğcu, ada hayranı şairlerden “Melisa Gürpınar ve anıları’’ konulu konuşmasında “Şiir öykünün sevgilisidir.” diyerek bu iki özel tür arasındaki özel bağı kendi özel yorumuyla dile getirdi.
“Firuzan’’ konulu konuşmasında Birsen Ferahlı, “Şu anda gökten fantastik bir gemi inse, hepimizi böylece alıp yukarıda farklı bir âleme çıkartsa ve bizler bir arada orada yaşasak…” cümlesiyle bu anlamlı topluluğa tüm samimiyetiyle seslenirken çok mutluydu.
Bu sesleniş ülkemizde edebiyatçıların, sanatçıların kendileriyle benzer dili konuşan, benzer frekansta olan insanlara duydukları özlemin bir ifadesiydi aslında.
“Ada sevgisinde tutsaklık ve özgürlük arasında gidip geliyoruz.” derken ne kadar da haklıydı Birsen Ferahlı…
Ve bizler dönüş yolunda ellerimizde birer demet mimoza, ruhlarımızda öykü kokusuyla bu gönüllü tutsaklık ve özgürlük arasında ne kadar da mutluyduk…
Selva Trak Ulupınar – edebiyathaber.net (16 Şubat 2015)