Meseleye nereden bakarsak bakalım, mahalleden konuşursak; çokeşlilik tarumar eder. Çoklu “uzuvlar” kafayı karıştırır.
“Tekeşlilik, erdemlerimizi ve kötülüklerimizi toplayan bir mıknatıs gibi, büyük soyutlamaları gerçek kılar; tıpkı bir zamanlar dinin yaptığı gibi. İman, umut, güven, ahlak; bunlar ailevi sorunlar oldu artık. Nitekim tekeşliliğin karşısına ikieşliliği ya da çokeşliliği değil de sadakatsizliği koymamız bundandır; o bizim dünyevi dinimiz çünkü. Tanrı ölmüş olabilir, ama sadık çift uzanıp yatmıyor bir türlü.”
Niye yazıldığını anlamadığınız kitaplar vardır. Yanlış anlaşılmasın, kesinlikle gereksiz değillerdir. Yalnız çeşit çeşit hayat tecrübeleri karşısında, içerisindeki sözcükler hallaç pamuğu gibi dağılabilecek gibidir. Bunların başında Murathan Mungan’ın Aşkın Cep Defteri kitabı gelir misal. Sonra Adam Phillips’ın Tekeşlilik’i. Her iki kitapta aforizmalar biçiminde yazıldığı için belki de bu hissiyatım. Bilemiyorum. Konu her türlü tartışmaya açık.
Üzerinde düşünülecek konular var, düşünülmeyecek konular var -ki oldu da üzerinde düşünülmeyecek konularda düşünmeye başladınız, işte o vakit Adam Phillips’in dediği gibi “yazar haklı mı diye sormamalıyız, üslubu acı mı diye sormalıyız.” Uyaralım en başından.
“Herkes tekeşliliğe inanmaz, ama herkes inanıyormuş gibi yaşar” diye başlıyor Adam Phillips’in Tekeşlilik’i. Cümle ilk başta kulağa hoş geldiği kadar doğru da geliyor. Oysa biraz dikkatli düşününce “inanıyormuş gibi yaşamak” demek, tümden aşk duygusuna yapılmış bir haksızlık sanki. Kitabın başka yerinde Philips “Aşık olmak, tekeşlilik sorununu onu geçersiz hale getirerek çözer” de demiş zaten. Kendi kendini çürüten akıl yürütmesi olduğu için ilaveten bir şey söylemeye gerek yok.
İnsanın tekeşli olmadığı ya da daha doğrusu olamayacağı bu kadar çok bilinen bir şey olsa da çokeşlilik deyince her nedense akla hep erkek tarafı gelir. Ortadoğu ülkelerine nazaran cinsel devrim yaşayan birçok Avrupa ülkesinde, çokeşliliği yaşama hakkı kadına -da- verilmiş olsa da algıların kodladığı bakış açısının çıtası tahminlerdeki gibi yüksek değildir. Gene o çok bilinen denklem: Erkek yaparsa erkekliğinden, kadın yaparsa aşüfteliğinden, yellozluğundan, şıllıklığından, hafifmeşrepliğinden vs… yapmıştır.
Durum böyle olunca tekeşlilik, insanın fıtratına uygun mudur değil midir sorusu üzerine bir hayli kafa yorulmuş. Bu fikirlerin en popüler olanı, psikanalitik çözümlemesi de hesaba katılırsa Phillips’in şu dediklerini dolaylı da olsa çağrıştırır:
“En başında her çocuk, tek çocuktur. Çocuk anneye sahip çıkıcı davranmaz, çünkü ona zaten sahiptir; bu onun hakkıymış gibi davranır, hatta yaşar. Yani, gözümüzü açtığımızda gördüğümüz her şey tekeşlidir: ayrıcalık ve mahremiyete, sahiplik ve ait olmaya dairdir. Sonradan tekeşliliğin yapımında kullanılacak malzeme. (…) Eğer hayata bir başkasının vücudunun parçası olarak başlıyorsanız, bağımsızlığınız bir uzvun koparılmasıdır. Çift olmak bize aynı zamanda bir başkası olduğumuzu, biriyle tek parça olduğumuzu hatırlatır, bizi yeniden buna ikna eder. Aşık olan (ya da yasta olan) herkesin bildiği gibi, kibarca ayrılık denilen şey aslında bir uzvun koparılmasıdır. Büyümek hayali bir uzuv haline gelmektir; aşık olmak bir uzuv edinmektir.”
Evlilik, eş-sevgili-partner bulma tavsiyelerinde konu hep şuraya gelir: “Hayat bir başına çekilmez.” Bu yüzden bir başkası insanın hayata karşı edinmek istediği cephanelik gibidir. “Seni tamamlayan birini bul” demek, kendi cephaneliğine bak sonra da eksik gedik ne varsa başkası üzerinden tamamla demektir yani. Peki çok fazla uzuv edinmek? Karışıklıktan, berraklık çıkmayacağı kesin. Kıskançlık gibi alt edilemez, törpülenemez bir insiyaka da sahiptir insan. Bu özelliği o bildiğiniz, çok mantıklı şeyleri bozmaya çalışır, bozar da. Bir başkasını sahiplenmenin hiçbir tutar yanı olmasa da var olan bir özelliğin karşısındaki çaresizliği kabul etmek de gerekir. Var mıdır insanın kıskançlığına karşı geliştirdiği başka bir duygu? (Düşünce demiyorum dikkat ederseniz.)
“Kıskançlık arzudan uzun sürebilir” diyor Phillips. Eşinizle yollarınız ayrılmıştır, dahası âşık bile değilsinizdir artık, ama onu kıskanmaya devam edebilirsiniz. Mantık karşısında bu kadar baskın olan bir duyguyu yokmuş gibi farz etmek, kuramlar içinde yaşayan teorisyenlere özel bir durum. Bir de meseleye nereden bakarsak bakalım, mahalleden konuşursak; çokeşlilik tarumar eder. Çoklu uzuvlar kafayı karıştırır.
Acı çeken taraf varsa, acı çektiren tarafın salt hazcı duygularla kendini dayatamayacağı doğrusunun yanına, öldüresiye sahiplenme duygusuyla kimseyi heba etmemek doğrusu da yetişir bir yandan. Ama illaki aşk çözer bu muammayı. “Cinsel merak” konusunda ise tıptaki çözüm hadım etmek ki bu da insanlık suçları kapsamına girer. Cinsel devrim olmadığı sürece bir ileri, bir geri şeklinde ayak sürerek yaşayacağız bazı şeyleri. Çok çok ileri medeniyette halimiz ne olur bilinmez. Doğal seçilim, kıskançlık duygusunda ısrar etmişse, vardır mutlaka bir bildiği.
Filiz Gazi – edebiyathaber.net (13 Ocak 2014)