Yer metro istasyonu. Kartı turnikede bipletip, metroya binmek üzereyim. Elimde bir kitap. Son satırları okunmak için bekliyor. Yani kitap bitmek üzere, son bir kaç sayfa kalmış. Metroyu bekliyorum. Çantalarımla. Metroya bindim.
Çantalarını yerleştirmesini uzun süren insanlardanım. Mümkünse yanı boş olan yere oturup, sonra hangi çantayı kucağıma alacağım, hangisi sırtımda kalacak karar verip, kitabımı çantamdan çıkarıyorum. Eğer metroyu çok beklemişsem, elimde bir de kitap oluyor. O zaman yerleşme işlemi biraz daha uzun sürüyor.
Beni seyreden insanların eleştirel bakışları…
Aman, canım hallettim işte, yer açtım yanımda.
Bu defa yerleşme işim biraz uzun sürdü galiba. Yaşlı bir kadın “Oturabilir miyim?” dedi. Bu pek soru cümlesi değil. Daha çok “E hadi ama!” demek. Biraz daha hız katıyorum hareketlerime. Yaşlı kadın çok hızlı yerleşiyor.
Neden ben beceremiyorum? Neden bir çantaya sığamıyorum? Yıllar geçtikçe ‘çanta’, ‘çantalar’a dönüştü. İyi de sen zaten mahremiyet bölgesinde değilsin ki? En kötü bir şeye ihtiyacın olursa alırsın. Kilolarca çanta sırtında… Her gün bunları kendime söyleyip duruyorum. Ama hiç bir zaman beceremeyeceğim galiba…
Aman, n’apalım ben de buyum. Acil durum esnafının sevmediği bir kadın olarak gideceğim bu dünyadan…
Çantamdan kitabımı da çıkardım. Ayrıca bir sorunum daha var. İki kitap taşıyorum ben. Neden? Ama canım bazen başka bir şey okumak istiyor. Şimdi metroda başka kitabı nerden bulayım, değil mi?
Son sayfaları kalan kitap değil elimdeki. Yeni başlayacağım kitap.
Yanıma oturan yaşlı kadın, çantasından kitabını da hemen çıkardı. Elinde benim kitap, Hepyek.
“A! Ben de yeni bitirdim. Nasıl buldunuz?” Bitirdim sayılır. Büyük yalan değil yani, son öykünün iki sayfası kalmış.
“Çok beğendim. Bu öykü kitabı. Daha önce Kul kitabını okumuştum. Orhan Kemal Roman Ödülü’nü almıştı.”
Karşımda enfes bir kadın var. Ona artık ‘yaşlı kadın’ diyemem. “Teyze” daha yakın. Okuduğu yazarla ilgileniyor. “Talih kuşuna niye az sıçtın diyebilir misin?” dedirtmiş Hepyek’te Seray Şahiner, komiye. Bence enfes bir talih kuşum var, yolcuğum edebiyat konuşarak geçecek.
Ama “Her şeye he dersen muhabbet olmaz” dedirtmiş Seray Şahiner Hepyek’te, Karaca’ya. Ben de ‘he’ diyemem bu durumda.
“Ben Kul’u pek okuyamamıştım. Siz beğendiniz mi?”
“Hem de çok. Kulluk güzel anlatılmıştı, kitapta.” diyor, teyzem.
Doğruya doğru, çok da keyif almamıştım Kul’dan. Yani Antabus’ta aldığım keyfi alamadım. Ama aklımda cemevi ayini sahnesi kalmış. Göğse vura vura yapılan ayin beni etkilemişti.
“Antabus’u okudunuz mu?”
Okumamıştı, teyzem.
“Antabus Kul’dan farklı. Leyla’nın çocuğuyla evde hapis hayatı, sonra dışarıya kaçışı, sonra kocasıyla mücadelesi, ona Antabus ilacı verme çalışmaları. Bir de hasta refakatçisi Ülker teyze var kitapta. Enfes bir karakter. Çok beğeneceksiniz. Harika bir dili vardır. Hem çok gülersiniz, hem de Leyla’ya üzülürsünüz. Hatta Antabus oyun yapıldı. Nihal Yalçın oynuyordu. Fakat ben bir türlü gidip izleyemedim.”
“Benim adım da Ülker. Mutlaka alıp okuyacağım, Antabus’u. Çok teşekkür ederim. Benim için, kitap konuştuğum harika bir yolculuk oluyor bu.” diyor teyzem.
Canım Ülker Teyzem, sen ne harika bir insansın. Asıl ben senin sayende o kadar mutluyum ki…
Ülker teyzem açtı kitabını, benim en sevdiğim öyküye başladı. Karaca…
Karaca belki de onun öyküsü. Bilmiyorum ama bence oyunculuk okumak isteyen tüm kızlar, bu karakteri oyunlaştırıp çalışmalı. Bir Dario Fo karakteri havası var Karaca’da.
Karaca’ya göre büyükannelik “Bir annenin görevi kahır çekmekse, bir ninenin vazifesi yüz güldürmekti.”
“Torun bu, çocuğa benzemez, avucundan uçarsa bir daha bayramdan bayrama anca görürsün yüzlerini.”
“Bir kadın; çocuklarını yetiştirirken var’ı yok’u, özellikle yok’u öğretmeli; torunlarınaysa asla yok dememeliydi.”
Ya HEPYEK’te yurtlarda büyüyüp 18’inde sokağa atılacağını bilen çocukları anlattığı Feliçita öyküsü. O çocuklar “Kazanmak için değil, ölmemek için yaşıyorlardı.”
“Mademki cehennem yollarına girmenin azmettiricisi bu dünyaydı, bir hafifletici unsur indirimi olmalıydı, muhakkak.”
“Şimdi yağmur altında ıslandıkları bu dünyayı bir hane değil saçak altı olarak kullanıyorlardı.” o çocuklar.
O çocukların masalı, “Bütün masalları tanımadığı insanlardan dinlemiş çocukların masalıdır.”
“Bu, bilhassa masal anlatılırken uyumayan çocukların masalıdır.”
Personel Yemeği’nde bir komi, “Ah sefa diye ben, o anlamadan geçip giden zamana derim.”
“Çalışınca her dakikanın kaç lira ettiğini hesaplıyorsun. Taksimetre gibi.”
Meyhane macerasını anlattığı Sebare’de “İstek sahibi için müzisyene makam öğretmek, meyhanede makam olarak yükselmek demekti.”
Ülker Teyze’mle metro durağında yollarımız ayrıldı. Ben yokuş aşağı yürümeye başladım. İstanbul’un her yerinden sürpriz olarak çıkan boğaz manzarası önümde. Bulyon öyküsünde dediği gibi, “Sana bir şey söyleyeyim mi? İstanbul’un en güzel manzarası burda. Neden dersen, biz denize burdan bakıyoruz.”
Tedbir almak yüzünden bir türlü evden çıkamayan insanın enfes çelişkisi, İhtiyati Tedbirler öyküsünde. “Olan olmuştur’daki en beter ihtimali sineye çekmek, ya olursa’nın getirdiği tedbirler silsilesinden çok daha huzurluydu.”
“Asıl mevzu müdahale edemeyecek kadar uzaklaşmak.”
Yıllar sonra insanların artık rüya bile göremediği zamanları anlattığı öyküsü Arkaik’te “Algıda seçiciliğe bile gerek kalmamıştı. Neyi algılayacağınız size paket olarak sunuluyordu.”
Ve diğer öykülerinden afrizmalar:
“Normal bir hayatın olmadığı fark edilirse, cezanı ödersin. Peşin peşin…”
“Allahım beni neden parmakla gösteriyorsun!”
Seray Şahiner’in yeni kitabı Hepyek, Everest Yayınları’ndan harika bir kapak tasarımıyla çıktı.
Ceren Erginsoy – edebiyathaber.net (17 Mayıs 2019)