Freud’un şu hikayesini biliyor musunuz? Kesin biliyorsunuzdur: Bir anne baba gitmiş üstâda sormuş. ‘Bizim bir çocuğumuz olacak. Biz bu çocuğu harika yetiştirmek istiyoruz. Ne yapabiliriz?’
Freud cevap vermiş, ‘Yapabileceğiniz en kötü şey, onu harika yetiştirmeye çalışmak.’
Çocuklarımızı harika yetiştirmeye çalışıyoruz. Çalışıyor muyuz?
Harika bir annesin…
Harika bir babasın…
Ne kadar güzel yetiştiriyorsun çocuklarını.
Böyle çocuk yetiştirilmez.
Aaa! O okula mı verdin çocuğunu? Hiç mi düşünmüyorsun onun geleceğini?
Ne kadar çok duyuyoruz bu sözleri. Bazen ne kadar yanlış yönleniyoruz, çocukları yetiştirirken. Ne kadar yanlış yönlendiriliyoruz…
Bir kitap okudum. Yetim.
Evet kitabın adı bu.
Yetim ne demek?
TDK’ya göre yetim, babası ölmüş olan çocuk.
Kitap yetim bir çocuğun hikayesi olmalı.
Kitaba bakarken çalışan vantilatörün esintisi geliyor yüzüme.
Dönüyor vantilatör. Sayfalar açılıyor.
Bana el sallıyor sanki kitap. Ama yetim olduğuna göre babası yok. Bu eksik bir el sallama olmalı. Bana bu eksik el sallayan Yetim’e derhal bakmam lazım. Ama hiç merak etmeyin, bu bir kitap olduğuna göre ben ona bir yardımda bulunamayacağımın farkındayım. O, bana bir hikaye anlatacak. O, bana bir iyilik yapacak. O, bana yardım edecek. Bir yetim olarak.
Kitap neredeyse düşecek…
“Düşmemem gerektiğini biliyordum. Düşersem elimden tutup kaldıracak kimsem yoktu.” yazıyor Hatice Meryem.
“Düşünmek insanı her zaman yavaşlatıyor. Ben de düşünmeyi bırakıp aklıma ilk geleni uyguladım.” yazıyor Hatice Meryem. Elim, kitaba yardım etmeye karar veriyor. Düşmeden onu tutmalıyım. Uzanıyor kitaba elim. Kitap kayıyor, elime.
Vantilatör çok güçlü olmalı…
Sayfalar açılıyor.
“Bu gece birini öldüreceğim. Kim olduğu fark etmeyecek. Kulağımı çekeni, ayağıma çelme takanı, kıçımı açıkta bırakanı, yüzüme tüftüf atanı, bana sidikli, bana aptal, bana moron, bana ezik diyeni, benim küçük parmağım terastaki oyun alanında demirin arasına sıkışıp morardığında hemen koşup acil yardım çağırmak yerine yüzüme katır gibi güleni. Önüme ilk çıkanı.”
Vantilatörün bana bahşettiği sayfa 9. sayfa.
Onun da bir bildiği olmalı.
“Annem yakın zaman önce feci şekilde öldürülmüştü. Bıçaklanarak. Kafası taşla ezilerek. Boğularak. Piknik tüpüyle. Taşla. Sopayla. Baltayla.” diye devam ediyor sayfa.
Ama dur!
Annesi ölen öksüzdür. Bu kitabın ismi Yetim!
Kitap, kolumun altında çıkıyorum kitapçıdan.
“Bunlar arkadaşlarını kıçı açık gördüklerinde nefisleri uyananlardı. Bunların topunun Allah cezasını versindi. Bunlardan birini öldürmek benim için zevk olacaktı.” diyor Yetim. Çünkü Yetim ötelenmiş.
“Hayatta kalma refleksi bende o sıralar gelişti işte. Ölümü engelleyemeyeceksem de kurallara harfiyen uyarak onu erteleyebilmenin yollarını böylece düşünmeye başladım.”
Ölümünü ertelemek için çözüm aramak…
Bunun bir çocuk tarafından düşünülmesi, ne kadar acı.
“İnsan kendisine söz geçirmez, geçiremezse başkalarına tırnak geçirir, bunu bilmiyor muydum?” diyor, Yetim. Ekliyor sonra “Suç insanı hissizleştiriyor muydu? Suç neydi, suç sevgisizlikti.” diyor Yetim. “Ben de mecburen içime kıvrıldım. Hiç açmak istemeyen bir çiçek, hiç doğmak istemeyen bir cenin gibi.”
Tırnak içinde verdiğim cümleler Yetim’den. Özellikle 87. sayfadaki Cevher hikayesi inanılmaz. O sayfayı okurken beni anımsamanızı dilerim.
Yetim’den diğer aforizmalar:
“Nerede duysam tanırdım. Bir tür yardım çağrısı gibiydi. Bir ambulansın siren sesi gibiydi. Bir inişli bir çıkışlı. Bir umutlu bir umutsuz. Her halükârda gayet ölümcül.”
“İnsan kulaklarını ne kadar tıkarsa tıkasın susturamıyor bazı sesleri. Zamanla kabulleniyor neyse ki.”
“Nefret en iyi biley taşı. Her neye değse onu keskinleştirmeye yarıyor.”
“Buna dayanamazdım, yani onun beni sevmemesine. Buna çok alışmıştım, yani onun beni sevmesine.”
“İnsan düşmanını bile güçlü seçmeli, öyle değil mi?”
“Kabusların gerçeğe, gerçeklerin kabusa dönüştüğü zamanlardı.”
“Bazı şeyler fazla ince düşünmeden yapılabiliyor sadece. Mesela ince ince düşünse kimse çocuk yapmaz. Mesela ince ince düşünse kimse suç işlemez.”
“Birinin sesini duymayıp sadece yüz harekelerine baktığınızda ifadesini çok daha iyi anlarsınız.”
“Sevgi bazen ne kadar itici görünüyordu.”
“İnsanın dinlenme süresi düşünme kapasitesiyle doğru orantılı.”
“Yoksulluk da katman katmandı. Katmanlar arasındaki uçurum en az zenginlik ve yoksulluk kadar derindi.”
“Tekrarın güzelliği şurada. Aynı yeri ovalar durur, bazen kaşır, bazen okşarsın.”
“Cevher demek hikayesi olan taş demekmiş. Güya her nesnenin özü zaten hikayeden ibaretmiş. Bugün cansız gözüken varlıkların hepsi bir zamanlar canlıymış. Hepsi bir hikayenin sonunda taşlaşmış.”
“İnsanın alacası içinde saklıydı.”
Ve Yetim soruyor.
“Mümkün mü? İnsanın içindeki iyiliğin kötülüğe galebe çalacağı, zenginle yoksulun bir olacağı, genç yaşlı bıyıklı bıyıksız hiçbir kadının öldürülmeyeceği, çocukların ölüm korkusu yaşamayacağı ve kendini suçlu hissetmeden büyüyeceği bir dünya.”
Yıllar önce Hatice Meryem’in ‘Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun’ kitabıyla tanımıştım. Bazı tv dizilerinin senaryolarını yazdığını biliyorum. Zengin ve Yoksul, Anne, Güllerin Savaşı, Umutsuz Ev Kadınları gibi dizilerin senaryolarını kaleme almış. Aslında hepimizin çok yakından tanıdığı bir kalem olan Hatice Meryem’in son kitabı Yetim, İletişim Yayınları’ndan çıktı.
Ceren Erginsoy – edebiyathaber.net (12 Temmuz 2019)