Bazı zamanlar yazmakta zorlanıyorum. Düzenli yazmanın zorluğu olsa da onun gibi bir şey değil bu. Söze nereden başlayacağını bilememek, hangi konuda ne söyleyeceğini bilememek gibi bir şey. Sözcüklerin hangisini hangi sıraya koyacağını bilememek… Dünyanın öyle bir dönemine denk geldik ki; hangisini düşünelim, hangisine yanalım, çıkış için neler yapalım diye düşünürken günler, haftalar, aylar geçip gidiyor. “Hayat muhteşem bir film olabilirdi” diye yazmış Maite Carranza, “Hayatımın Rolü” adlı kitabında. Hayıflanmamak elde değil bu sözün karşısında. Aynı kitabın bir başka sayfasında da “Ve anladım ki, yetişkinler hayatla başa çıkmak için kendilerini kandırıyor ve öylece yollarına devam ediyorlar” diye yazsa da tam olarak öyle değil aslında. Çoğu zaman bunu yapsak da söz konusu kendimiz olmaktan çıkınca bunu yapamıyoruz. Öyle ya ebeveyn sorumluluğu da var bir yanda. Daha birkaç gün öncesine dek yangınlarla boğuşuyorken coğrafyamızın en yeşil köşelerinde, bir yağmur yağmaz mı şimdi diye düşünmedik mi? Peki, yağan yağmurun akıbeti karşısında aslında bunu kastetmemiştik, diyen olmadı mı? Yaklaşık iki yıldır yaşamaya alıştığımız salgın sürecine hiç değinmiyorum bile. Bu sıraladıklarım bize has sorunlar olsaydı, çözüm için bir seçenek bulunabilirdi belki ama onun da olanağı yok. Dünyanın her köşesi benzer sorunları yaşıyor. Dedim ya öyle bir döneme denk geldik ki; ömrümüz hengâmenin içerisinde akıp gidiyor hızlıca…
Sihirli bir ortam kurtarır mı bizi bütün bunların içinden. Çekip alır mı başka bir dünyaya. Enid Blyton’un yazdığı “Sihirli Uzaklar Ağacı Serisi”ni okurken bir yandan da bunları düşündüm durmaksızın. Redhouse Kidz tarafından yayımlanan üç kitaplık seriyi Jan McCaferty resimlemiş, Sumru Ağıryürüyen dilimize kazandırmış.
Joe, Beth ve Frannie taşındıkları yeni evin yakınlarındaki Tılsımlı Orman’ı ve üst dalları sıra dışı ülkelere uzanan Sihirli Uzaklar Ağacı’nı keşfederler. Harika maceralar yaşayıp özel dostlar edindikleri görkemli ağacın tepesine gelen ilginç ülkeleri onlarla gezebilmek keyifli. Hayaller âlemine alıp gidiyorlar bizi de. Öyle güzel diyarlara gidiyoruz ki; isimleri bile yeterli heveslenmek için. “Dönme Dolap Ülkesi”, “Seç Beğen Al Ülkesi”, “Oyuncaklar Ülkesi”, “Balbörek Ülkesi”… Birbirinden acayip, gizemli ülkeler bunlar. Adı geçen ülkeler kadar kahramanların adı da ilgi çekici. “Ay Surat, Tavasapı, Balperi… Hele ki Tavasapı. Bizdeki Karagöz gibi, her şeyi yanlış anlayan, sağır duymaz uydurur sözünün canlı örneği. Her kitapta farklı bir macera okurunu bekliyor.
Serinin ikinci kitabı olan “Sihirli Uzaklar Ağacı”nda Joe, Beth ve Frannie onlarda misafir olan kuzenleri Rick’e hayatı boyunca unutamayacağı maceralar yaşatıyorlar. Bazen işler karışsa da burası Sihirli Uzaklar Ağacı’dır ve burada her şey mümkündür. Serinin üçüncü ve son kitabı “Uzaklar Ağacı Sakinleri”nde de kahramanlarımızın aile dostu olan Connie onları ziyarete gelir. İnatçı ve bencil bir kişiliğe sahip olan Connie Sihirli Uzaklar Ağacı’na da inanmaz. Ta ki Aysurat, Tavasapı ve Balperi ile tanışana kadar. Bu kitaptaki macerada Sihirli Uzaklar Ağacı’nın yaprakları da dökülür. Bu durum kahramanlarımızı endişelendirse de yapılacak bir şeyler mutlaka vardır. Çünkü Sihirli Uzaklar Ağacı’nda her şey mümkündür.
Bazen çekilmez bir hal alan dünyamızdan bir süre uzaklaşmak, gerçek olmasa da iyi geldi. Tavasapı en sevdiğim karakter oldu bu kitaplarda.
Çocukluğu 90’lı yıllarda geçenlerin anımsayacağı ağaç evleri de yeniden yaşattı kitaplar bana. Ne güzel günlerimiz varmış ve ne çok özlemişim aslında. İçimde bir sızıyı da hissettim bu kitaplarla. Fakat günümüz çocuk okurları bu duyguyu yaşamayacaklar. Onlar yapabilirlerse hayalini kurabilirler.
edebiyathaber.net (23 Ağustos 2021)