Hiroşima. Bu ismi duyduğumuzda bir cehennemdir aklımıza gelen. İki yüz bin ölü. Doksan bin yaralı. Etrafa saçılmış kopmuş bacaklar ve kollar. Bütün bir şehrin yerle bir olması. Ve bütün bunların hepsi sadece dokuz saniye içinde oldu bitti. Dünya tarihinde kayda geçmiş birçok felaket günlerinden bir tanesi. Hiroşima. İnsanın dehasının insanlığı nasıl da yok edebileceğinin tecrübesi. İkinci Dünya Savaşı son aşamasında ABD hükümeti kararıyla Atom bombası 6 Ağustos’ta Hiroşima’ya, 9 Ağustos’ta da Nagazaki’ye atıldı. Dünya durdukça unutulmayacak cehennem günlerinden biri. 6 Ağustos 1945. Bu yıl tam 77 yıl olmuş. Üç çeyrek asır.
Hiroşima Sevgilim. İşte bu nedenle bu çarpıcı ismi hepimiz duymuşuzdur. Duymaktan öte eğer kitap halinde basılmış senaryosunu okumuş veya filmini seyretmişseniz gerçekten de çarpılmışsınızdır. Senaryosunu Fransız yazar Marguerite Duras yazmış ve Yeni Dalga akımının büyük isimlerinden Fransız yönetmen Alain Resnais tarafından da 1959’da filme çekmiş. İyi ki… Film o cehennemin dehşetini açık açık belgesel olarak tüm tüyler ürpertici haliyle gösteriyor ve bu cehennem belgeseline kurgusal bir aşk hikayesi de eklenmiş. Dünya tarihinde kapkara bir leke olan bu olayın gerçek görüntüleri ile bu vahşetin yıllar sonraki gölgesinde yeşermiş bir aşk hikayesi. Kayanın soğuğunda ve sertliğinden fışkıran bitkiler gibi savaşın tahrip ettiği ruhlarda her şeye rağmen aşkın duyumsanması. Bir Japon Mühendis ve bir Fransız aktris. İki aşığın geçmişinde İkinci Dünya Savaşı’na ait çocukluk ve gençlik dönemi travmaları var.
Zaman, belleklerimizin yaralarını tedavi ediyor olabilir (unutmanın güzelliği). Ancak hatırlamak ve unutmamak da bir ileride daha güzel bir dünya için gerekli. (Hatırlamanın güzelliği) Senaryolar, kitaplar, filmler, müzeler… Geçmişi unutmamak için. Bu film toplumsal ve kişisel belleğin unutması ve hatırlaması üzerine yapılmış kült bir eser.
Senaryodaki diyaloglar çok doğal. Gerçek hayattaki gibi abartısız, günlük kullandığımız kelimeler ve cümlelerle. Ancak bu doğal konuşmaların altına geçmişin acısı bir halı gibi serilmiş. İkinci dünya savaşının birbirlerinden çok uzak coğrafyalarında yarattığı yıkıntılar. Bu acılı halının üzerinde boynu bükük bir aşk sohbetine tanık oluyorsunuz. Film ve senaryo boyunca iki sevgilinin adı yok. Kadın ve erkek diye yazılmış. Çünkü bu dünya cehenneminde yaşayan herkesin dramı bu. Sonunda yazar ikilinin arasında geçen uzun bir sessizlik sonrasında adamın ve kadının isimlerini koydu: Hiroşima ve Nevers. Japonya’daki Hiroşima ve Fransa’daki Nevers.(İkinci Dünya savaşında sırasında Almanya’nın işgal ettiği bir Fransız şehri).
Coğrafya olduğu kadar tarihimiz de kaderimiz değil midir?
Kitapta geçen bir cümle: “Hiroşima üzerine konuşmak kolay değil. İnsan ancak Hiroşima üstüne konuşmanın ne denli güç̧ olduğunu konuşabilir.”
Gerçekten insanlık tarihi böyle üzerinde konuşmanın ne kadar güç olduğu insanlık dışı olaylarla dolu. Ama işte ne kadar güç olsa da konuşulmalı, yazılmalı, çizilmeli ki bu utanç duvarları artık yükselmesin…
Bu korkunç olay sonrası bütün dünya yıllardır nükleer savaş korkusu ile yaşadı ve halen de yaşamakta. Hepimizin bildiği gibi bugünlerde yine savaş sever yöneticilerin bu korkuyu hortlattığını biliyoruz. İyi ki sanat var. Lanet olası savaş politikacılarına kalemleri, müzikleri, fırçaları, filmleri ile karşı duran barış sever sanatçılar var ve zulüm arttıkça sanat üretiyorlar.
Şimdi bu savaş karşıtı filmi bir daha seyretme ve bu kitabı bir kere daha okuma vakti.
edebiyathaber.net (3 Ağustos 2022)