Yılın ilk günlerinde İleti Yayıncılık’tan, önemi isminde vurgulanan bir kitap (Ah Bir Koçgiri İsyanı Romanı) yazın dünyasına kendi dramatik öyküsüyle birlikte giriş yaptı. Politik nedenlerden dolayı yıllarca hapis yatmış bir yazarın, Azimet Ceyhan’ın kaleme aldığı dikkate değer bir yapıt olarak gözüken bu kitap 1921’li yıllara damgasını vurmuş “Koçgiri İsyanı”na yer veriyor.
Orada olana bitene eğilen bu roman, hayli ilginç ve farklı bir dünyanın kapılarını okura açtığı söylenebilir. Kitabın kaynağında unutulmuş yaslar yer alıyor. Zamanla başkalaşıp masala dönüşmüş bir tarihe, tarihin oluşumuna şahit ediyor yazar bizi. Kitap, en ön yargılı insanı bile kapağı açıldıktan sonra kendisini okumaya ikna eden türden bir etkiye sahip. Dinlemeye ve anlatmaya hasret bir gözün yoklukla, yoksullukla kaplı bir coğrafyada edindiği acılar mürekkep olmuş kalemine. O günlerde ortaya çıkmış acıların, “Ah”ların koyaklara, dağlara sinmiş seslerinin peşinden akıcı bir dille gitmiş yazar. Yerel sözcüklerin kılavuzluk ettiği metinlerde ilgi uyandırıcı bir hava var. Birbirine benzeyen kitapların dışında kalmış yeni bir şey okumak insanı mutlu ediyor doğrusu.
Bir dülger ustası olan Agasi’nin, doğa ve insan filozofu Çavaçiya ve diğer kanlı canlı karakterlerin hayat bulduğu bu kitap farklı bir okuma tadı almak isteyenler için muazzam bir örnektir. Hayatta kalmak için çalışıp çırpınmakta olan yüreklerin en evvelinde yaşam kavgası var burada. Mücadele etmenin el yordamlı adımları…
İşinde gücünde olan bu insanların üzerine kara bir gölge gibi çöken Topal Osman ve ekibinin tahribi karşısında tutunmaya çalışan bir avuç insanın iç burkucu öyküsü eserin ana konusu, fakat yazar bu insanların bir de mevcut sorunları ve sıkıntıları olduğunu göz ardı etmeden yazmış eserini. Bu amansız savaşın komşuların, arkadaşların başka yüzlerini ortaya çıkarması bakımından da müthiş bir ayrışmaya sebebiyet verdiğine şahit oluyoruz.
Birçoğu bugüne kadar herhangi bir yazar tarafından ifade edildiğini henüz duymadığımız durumlar, tasvirler var: Göz yoran dağlar, yollar… Güngül (çoban yastığı) otundan kızartılan –muhtemeldir ki eski vernikleme biçimidir bu- değnekler… Büvelek tutmuş sığırlar, gürneş tutmuş koyunlar, zamanı gölgelerden hesaplayan insanlar. Kışın hayvanlarına burç ve geven gövdeleri yedirme halleri, ağaç kütüklerini arı kovanına çevirip bal edinme, lığlı suların ardında iri kayaların boynuna biriken çalı çırpının içinde balık aramalar gibi daha birçok durum ve işe ilk kez şahit oluyor insan. Sırf bunun için bile bu roman keşfedilmeyi hak ediyor. Başka kitaplardan az bulunan öğeler var. Okur, daha önce bilmediği bu yer ve durumun eşiğinde usulca yazarı takip ediyor. Bir ses etse büyü bozulacak ve yaşananlar susmaya devam edecek sanki.
“Az ileride, sıra kavakların bittiği yerde bir mezar bulunuyordu. En baştaki kavağın dibini sel oymuştu. Her kavak mezarlığa uzanan onlarca yıl gibi duruyordu. Sel izin verirse eğer son kavağın dalları mezara serin bir gölge olmaya devam edecekti.” Bir durum bir metafor bu kadar güzel anlatılabilirdi. Bu ve bunun gibi daha birçok metin var kitapta.
Azimet Ceyhan, kalemi ham sözcük ve kurgulardan taşan kendine özgü bir yazar olduğunu bu eserle bize fazlasıyla kanıtlıyor.
Gülay Ilgın – edebiyathaber.net (1 Şubat 2018)