Sinemada, edebiyatta bir yeri bir duyguyu anlatmak önemlidir. Hele o yeri, duyguyu iyi biliyor, hissediyor ve yaşıyorsanız bunu iyi anlatmak sizin vazgeçilmezinizdir.
Nuri Bilge Ceylan’ın yeni filmi “Ahlat Ağacı” dokunaklı bir film. Hem bu nedenlerle, hem de orada adeta bir Türkiye senfonisi yarattığından…
Filmi izlerken aldığım notlara dönüyorum. Görselliğin sizi içine çeken büyülü görünümünün yanı sıra ilkten gözüme ilişen kavramlardı. Filmin her bir karesinde öykü adım adım ilerlerken karşımıza çıkan hayata/insana/zamana dair kavramlar…
Yani Ceylan, filminde bir parantez açarak, bildiği/tanıdığı bir yerden yola çıkıp adım adım bir gencin/ailenin öyküsünden Türkiye senfonisi yaratıyordu. Görüntüyle, sesle, renkle, sözle, ışıkla, eylemle tını tını işliyordu öyküsünü.
Buruk, içli, eğlenceli, ironik, öfkeli, sevgi dolu, aşkınca bir bakışla insanı ve bir yeri/mekânı/coğrafyayı size; akıp giden hayatın duruluğu ve çelişkileriyle, zamanın bütün yönleri, bütün dokularıyla hissederek anlatıyordu.
Sinema(sı)nın dilini bu denli yalınlaştıran kuran, bu kez de öykü(sü)nün akışkanlığını iç/dış zamanlara yayarak ustalıklı denge kuran bir anlatıcı olarak çıkıyordu karşımıza Ceylan.
Onun için “politik olamadı” diyenlere de sözü vardı bu filminde, “az”la yetinip azla kuran diyenlere de.
“Ahlat Ağacı” her yanıyla “politik” bir film, “büyük” bir film.
Ceylan’ın karşımıza çıkardığı Türkiye fotoğrafının/görüntüsünün arka planında “yeni dünya düzeni” var. Askeri darbelerin ülkeyi, ülke insanını nerelere/nasıl sürüklediği, hiçleştirdiğinin öyküsü var.
Orada iğretiliğimiz var, mesleksizleştirilen toplumun pürtelaş hali var, hiçleşen insanın dramı var, birey olamama sanrılarımızın açmazları var, masumiyetini yitiren bir toplumun adım adım çözülmesi var, değersizleştirilmenin öfkesi var…
Ve bütün bunlarla birlikte tüm bu insani gerçekliklerin, toplumsal duyarlılığın bir yönetmenin sinemasına nasıl yansıdığı var.
Nuri Bilge Ceylan, ötede durup dudak bükenlere, kibirli bakanlara, yılışık yazılar yazanlara ustaca ders veriyor.
Buyrun, dersinizi çalışın, işinizi iyi yapın. İnsana ve ülke/dünya gerçeğine nereden/nasıl bakmanız gerektiğini bir kez daha, bin kez daha düşünün diyor adeta.
Okulunu bitiren genç adamın eve, doğup büyüdüğü kasabaya dönüşü ve oradaki hayatlarla yüzleşmesinin öyküsüdür.
Hiçbir şey bıraktığı gibi değildir.
Bir öğretmen çocuğu olan Sinan’ın tek kazanımı dönerken çantasındaki yazdığı roman dosyasıdır. Aldığı eğitim ona bir meslek bile kazandıramamıştır. İçine döndüğü aile/ortam/kasaba masumiyetini yitirmiştir. O idealist öğretmen İdris sıradanlaşmış, itibarsızlaşmış, yalan/avuntulu bir hayata kapılmıştır.
Giden değişir, kalan her şeyi muhafaza eder gerçekliği yaşamın diyalektiğinin bir göstergesi olsa da; bu kez değişimin adı dönüşüm, muhafaza edilen de çözülme/iğretilik ve masumiyetin yitimidir.
İşte “Ahlat Ağacı”nın öyküsü bunlara odaklanarak gelişir.
“Ahlat Ağacı” yalnızca Sinan Karasu’nun, ailesinin öyküsü değildir; Türkiye’nin öyküsüdür. Çanakkale biraz Kars’tır, Çan biraz Geyve’dir; Sinan biraz oğlunuz/yeğeniniz/akrabanızdır. Baba İdris biraz sizsinizdir, biraz ötelenen öğretmeniniz, biraz eniştenizdir… Asuman belki annenizdir, kızkardeşiniz, ablanız… Hatice, yitirdiğiniz aşkınızdır…Yerel yazar Süleyman, az ötenizde durandır…
Her birinin öfkesi, sessizliği, içsızısı masumiyetini yitiren bir ülkenin melankolik senfonisidir.
Evet, “Ahlat Ağacı” yalnızca insanın düşüş/sürükleniş öyküsü değildir, bir toplumun düşüşünün masumiyetini yitirişinin öyküsüdür.
Nuri Bilge Ceylan, “Ahlat Ağacı”yla sinemasına yeni bir parantez açıyor. “Bir Zamanlar Anadolu’da” ve “Kış Uykusu”yla bunun işaretlerini vermişti.
“Kasaba” (1997), “Mayıs Sıkıntısı” (1999), “Uzak” (2002), “İklimler” (2006), “Üç Maymun” (2008), “Bir Zamanlar Anadolu’da” (2011), “Kış Uykusu” (2014) onun sinema yolculuğunun kilometre taşlarıdır. Biri diğerine kapı aralamıştır. Ceylan, sinemadaki katedralini inşa ederken acelesiz, telaşsız bir ressam titizliği, heykeltıraş hüneri, bir yazar duyarlılığı/bakışı ve her şeyden önce kendi görme yolculuğu/biçiminin ustalıklı bakışı/sabrıyla sinemasını biçimliyor.
O, bu filmiyle Haneke’ye çok yakın; ama ondan daha renkli/çeşitli/zengin; Zvyagintsev’den çok ileride, Tarkovski’nin kalbinde bir yönetmen.
“Ahlat Ağacı”nı sizinle daha çok konuşacağız sevgili okurum… İzleklerini, yönetmenin bakışını, onun sinemanın diliyle yarattığı senfonik söylemi, insana ve ülke gerçekliğine bakışını…
Feridun Andaç- edebiyathaber.net (5 Haziran 2018)