Ne kolay yazdı gazeteler, Ahmet Erhan öldü dediler.
Sözcükler gülümsemeyi kesti. İçten içe bir sıkıntı, yolcusuz ve dilsiz…
Şiirlerin şimdi, ne yana aksa yalnızlıkla çoğalıyor. Fotoğrafların geçiyor her yerden. Hüzünyüz fotoğrafların. Hiç unutmuyorum: “Sararmış bir devrimci fotoğrafıdır hayatım” demiştin yıllar önce. Anılar, kavgalar, giden arkadaşlar ve kalan yoldaşlar; hepsi aynı kadrajın içinde. Yenilgiler ve savruluşların tam da orta yerinde. İnsansız kalmanın o büyük acılarını öğretip bedenine yürüdün hep yüreğince. “Çünkü yürümek her şeydir…”
Bedenim su alıyor, denizim hırçın
Beni artık buraya göm adamım
Seyir defterimde sarhoş imzalar
Tayfalar teyakkuz halinde, bense yorgunum
Ne demişti Nazım Usta; “çok yorgunum / beni bekleme kaptan / seyir defterini başkası yazsın…” Başka hayatların başka zamanlarda tekrarlanan yalnızlığından söz ediyorum. Şairlerin kaderi mi yoksa kederi midir bu? Bu sorunun anlamsızlığını da biliyorum. Kendi içinin sürgünü olmakla ülkesinden sürülmenin kardeşliğini de anlıyorum Ahmet abi.
Tatsız ve solgun bir Ankara akşamında; belki bir meyhane çıkışı, uzun uzun yürümek isterdim seninle. Bu dünyanın bize göre olmadığından, seyircisiz hayatlardan ve şiirden konuşurduk. Hayır, hayır bunlardan değil; “alkole imar izni çıkarmakla uğraşan” memura duyduğumuz sevgi ve hayranlığımızdan söz ederdik mutlaka. Bir tüy gibi hafiflerdik. Üzüntüm de en çok bundan Ahmet abi, şiirdendi tek tanışıklığımız iki lafın belini hiç kıramadık.
Burda, bir Ahmet Erhan var uzakta
Taşikardi, ülser ve panik ataklı anksiyeteyle dalaşır
Aşağıeğlence’den çıkın, Etlik İlkokulu’nun altında
Ankara’da, bir belediye otobüsü yalnızlığını yaşar
Görseniz bir yerlerden hatırlarsınız mutlaka
Susmalar ve üzünçler beşiği bir beden. İnsansız günler. Nereden sustuysan oradan üzerine dökülen kızgın hayat. Kendini hep acılar ayazında unutman, bunlar hep senin seçimindi Ahmet abi. Kendini gürül gürül akan bir dünyanın dışına çektin hep. Sorgulamıyorum, haklıydın belki de. Bizler yanlış yerde duruyorduk. Kim bilir, işlerimiz ve didişmelerimiz o kadar basitti ki sana görünmekten çekiniyorduk.
Matarana alkol, ekmeğine tuz, şiirine ölüm düştü…
Bir doğum gününde kendine armağan ettiğin bu dizeler, buluşma yerine gelmemiş ölümle ilk söyleşin miydi? Bilinmiyor. Ama kapın açık bekledin ölümü. Beyaz bayraklar çektin kalbine ve hep öyle bekledin. Bir yeryüzü fazlası bedenine huzurun adresi olarak o sonsuzluğu reva gördün. Buralardan umudu kesmenin bir anlatıcısı oldun. Dünyayı her zaman bir kusmuk tadında algıladın. Çünkü sen, sana iyilik edenlerin yüzüne tükürdün. Ve en çok düşmanlarını sevdin. Zaten şairler; bir parça kimsesizlikten yaratılmıştır, değil mi Ahmet abi?
Hızlı yaşadım genç ölmedim
Bir koşuymuş hayat geç anladım
Otuzu geçiyorken saate baktım
Ben yalnız bir adamım tırnaklarım uzamaz
Çok genç gittin Ahmet abi. Bizi inandırmaya çalışma!
Bir kelebeğin ömrünü bile doldurmadın. Erkenci davrandın. Kendine bunu yaptın da şiirin suçu neydi? Dünyaya çarpan şiirlerinin görüp göreceği bu kadar mıydı? “ hayır, hayır, hayır, hayır / duymak istemiyorum tek sözcük bile…” Ahmet Erhan şiiri öksüz bırakıp göçtü diye.
Ne kolay yazdı gazeteler, Ahmet Erhan öldü dediler.
“Yaşamak bu dünyayı ödüllendirmektir artık” dedin ve gittin. Deniz, unutmayacak adını ve seni Ahmet abi…
Çünkü o ismi verirken, tarihe karşı yürüyen tüm bedenleri oğlunla anmak istemiştin. Bizler de senin adını her duyduğumuzda bir Ahmet Erhan yalnızlığına kadeh kaldırıp Kızılay’dan Ulus’a doğru yürüyen şiirlerini anımsayacağız durmadan.
Ve kabul edersen son yolculuğunda sana yazdığım bir şiir ile yürüdüm arkandan:
şair ölünce
nar ağacından bir yaprak düşermiş
avluya ve defterlere
gözyaşı alkışları, iki dudak arası sis
ankara’da söz bitermiş…
şair ölünce
şarkılardan bir nota düşermiş
toprağa ve mendile
kanaması uzun, ezgisi bir kişilik
kadehte rakı ekşirmiş…
şair ölünce
dünya kapıları kapanırmış
evi değil, şiiri değil
arkasından en çok
yine kendisi ağlarmış…
Ömer Turan – edebiyathaber.net (13 Ağustos 2013)