Alain Badiou: “Mutlu olmak için dünyayı değiştirmek mi gerekir?” | Emek Erez

Ocak 20, 2016

Alain Badiou: “Mutlu olmak için dünyayı değiştirmek mi gerekir?” | Emek Erez

emek-erezMutlu olmak için ne yapmamız gerektiği sorusu kafamızı meşgul edip duruyor. Genel kanımız her anlamıyla sistem tarafından kuşatılmış olduğumuz, bütünün içerisinde kendimizin farkına varmakta bile zorlandığımız, her şeyin bu denli kötü gittiği “dünya” adı verilen bu yerde zaten mutlu olamayacağımız şeklinde. Bu kadar kötü olduğunu kabul ettiğimiz ancak yaşamaya da devam ettiğimiz bir ortamda Badiou şöyle bir soru soruyor: “Mutlu olmak için dünyayı değiştirmek mi gerekir?”[1] Ve bu soru çerçevesinde “dünya”, “değiştirmek”, “nasıl” kelimeleri üzerinde tek tek durarak geniş bir çerçevede dünyayı değiştirmenin ne anlama geldiğini ya da bunun ne kadar mümkün olduğunu tartışıyor. Yaşadığımız dünya, içinde bulunduğumuz coğrafyanın şartları göz önüne alındığında bu soru kaçınılmaz ve üzerine düşünmek de bir şekilde gereklilik.

Badiou’ya göre gerçek bir mutluluğun herkese sunulmuş yaşamsal bir olanak olabilmesi için: Dünyanın tümden değişmesi ve insanlığın, antik kölecilikten emperyal kapitalizme kadar hiç sekmeden ona daima tahakküm eden oligarşik yapılardan tamamen kurtulması gerekiyor. Evet, bu çoğunluğumuzun ya da en azından dünya üzerine kafa yoranlar için her cümlesine katılabileceğimiz bir fikir. Ancak bu aynı zamanda peki, ama nasıl? Sorusunu da beraberinde getiriyor. Badiou, “dünyayı nasıl değiştirmeli?” sorusunu sorabilmek için öncelikle Dünya’nın ne olduğu sorusunu yanıtlamanın gereklilik olduğunu düşünüyor. “Dünya” adlı kelimeyi açıklamaya ise 2012 yılında Amerika’da gerçekleşen “Occupy Wall Street” eylemlerini örnekleyerek başlıyor. Bu isyanın değiştirmek istediği dünya hangisidir? Bu önemli bir soru olarak görünüyor. Başkaldıranların tüm dünyayı değiştirmek gibi bir amacı mı vardı? Yoksa ayaklanan bu orta sınıf gençler birkaç gün ya da hafta boyunca kolektif varoluşumuzda yanlış giden ve mutsuzluk veren bir şeylere etkin bir biçimde tanıklık etmek mi istiyorlardı? Bu sorulara Badiou’nun cevabı şöyle: Aslında gerçekten olan ve dünya hâline gelmesi gereken şey hareketin anlık sevinci içerisinde üstü örtülü olarak kaldı. Yani tüm dünyayı kapsayacak bir değişim haline gelemedi daha açık ifadeyle kendi “dünyası” içerisinde kaldı.

Burada gördüğümüz gibi “dünya” dediğimiz şey kesinlikle basit ve genel bir adlandırma değil. Bu nedenle Badiou dünyayı beş ayrı şekilde değerlendiriyor. Bunlar kendi iç dünyamız, ailemizin, mesleğimizin oluşturduğu kapalı dünya, bütün bir tarihin oluşturduğu dünya, taşlarla, bitkilerle paylaştığımız dünya ve son olarak evren, yıldızlar, galaksiler ve kara deliklerden oluşan bir dünya. Kısacası dünya deyince çok anlamlı bir şeyden söz ediyoruz. Ve farklı dünyalarla karşı karşıya kalıyoruz.

gercek-mutlulugun“Dünyayı nasıl değiştireceğiz?” Sorusunun ikinci çetrefilli kısmını “değiştirmek” fiili oluşturuyor. Sanırım burada önemli olan nokta bu fiilin öznesi olmakla ilgili. Bir bireyde Badiou’nun da dikkat çektiği gibi değiştirme kabiliyeti ve kapasitesi var ancak bu kapasiteyi birey tek başına belirleyemiyor yukarıda bahsedilen diğer dünyalar bireysel kapasitemizin (duygularımız, tutkularımız, hayallerimiz) üzerinde etkili bir güce sahip. Bu nedenle “değiştirmek” fiilinin de tıpkı dünya kelimesinde olduğu gibi çok boyutlu bir durum içerdiğini görüyoruz. Değiştirmek fiilinin bireysellik alanı dışında kapsadığı diğer kısımlar, Badiou tarafından şöyle ifade ediliyor. Devrimler, reformlar, savaşlar, sömürgecilik düzeyi. Tarih düzeyi yani bir yanda ilerleme uluslararasıcılık ya da komünizm öte yanda da tarihin sonu olarak kapitalizm, evrensel bir amaç olarak demokrasi ve tüm bu saygın isimlerin ardında yatan nesnel emperyalizm ve öznel nihilizm. Bir başka düzey çevre sorunları ve son olarak elimizden bir şey gelmemesi. Evrenin çok küçük ve önemsiz bir parçasını oluşturmamız. Yani değiştirmek fiili üzerine düşündüğümüz de de çok farklı düzeylerle karşılaşıyoruz bu sebepten tek bir değişimden söz edemediğimiz gibi dünyanın bütününü tek bir şeyle değiştiremeyeceğimiz sonucuna ulaşıyoruz.

Ve “nasıl?” sorusuna gelirsek; Badiou bunun için “dünyayı değiştirme” fikri yerine üç kavramdan oluşan bir kompleks öneriyor: Olay, gerçek ve neticeler. Olay: Dünyada yerel olarak meydana gelen ve bu aynı dünyanın yasalarından çıkarsanamayan bir şeyin adı, dünyanın sıradan seyrinde gerçekleşen yerel bir kopuş. Badiou’cu düşüncede “olay” önemli çünkü olayın gücü bizi mutluluğun olanaklı bir tanımına götürüyor: Kendinde sahip olduğunu bilmediğin bir kapasite keşfettiriyor. Badiou, bu konuda 68 Mayıs’ını ve Mısır’da Arap Baharı adı verilen Tahrir Meydanında yaşanan olayları örnek gösteriyor. Tahrir Meydanı’nda Hristiyanların namaz kılan Müslümanları korumalarının önemine işaret ediyor. Biz bu örneğe, Gezi Direnişi sırasında namaz kılan Müslümanlara, etten zincir ören direnişçileri de ekleyebiliriz. Bu olaylar önemli çünkü bize o güne kadar önerilenin aksine farklılıkların ötesinde, yeni birlik biçimleri olabildiğini gösteriyorlar. Aynı zamanda olanaksızın imkânını bu olayların gücü sayesinde fark edebiliyoruz. Tıpkı 68’in şu sloganında olduğu gibi; “gerçekçi ol imkânsızı iste” veya Badiou’nun Lacan’dan aktardığı şu cümle gibi; “gerçek olanaksız olandır”. Ve Badiou bize bu konunun mutlulukla ilişkisini şöyle kuruyor: “ Mutluluk her zaman olanaksızın zevkidir”.

Bu gün kendi durumumuza baktığımızda birçok şey aslında olanaksız gibi görünüyor. Ama hayal etmekten -bazen yılmış olsak bile- vazgeçmiyoruz. Çünkü sanırım içsel psişik bir durumla, her şekilde o olanaksız “olayın” olabileceğine inancımız devam ediyor. Çünkü biliyoruz ki olanaksızın imkânı her şeye rağmen bizim elimizde ve bizim kendi kapasitemizi fark edebileceğimiz “olaylara” ihtiyacımız var. Badiou “olayın neticeleri” olarak nitelediği durumda da biraz buna işaret ediyor. Ona göre farklı olanaklılık biçimlerini geliştiren, dünyadaki yukarıda bahsettiğimiz somut süreçlerdir. Bu süreçler mutluluğun icra gücüdür ve Badiou’ya göre: “Sadakat” olarak da adlandırılabilir. Burada yeni eylemler, yaratımlar, örgütlenmeler söz konusudur. Ve sadık olmak, bir olayın neticelerini kabul ederek değişimin öznesi hâline gelmeyi içerir, bu bir anlamda kendini bulmak ve mutlu olmaktır. Çünkü mutluluk, bir bireyde dönüşebileceğini keşfettiği öznenin zuhur etmesidir.

Sonuç olarak; “Dünyayı nasıl değiştirmeli?” sorusuna Badiou üzerinden şöyle yanıt verebiliriz. Bulunduğumuz coğrafyada yerel bir kopuş “olayının” parçası olarak, bu “olaya” onun getirilerine sadık kalarak, sürecin amacına odaklanmaktan çok bizim o süreçte özneleşeceğimizi bilerek, dünyanın tamamını değiştiremeyeceğimizin bilincinde olup yine de imkânsızı denemeye devam ederek, özneliğin bir kimliğe indirgenemeyecek evrenselliğini kabul ederek. Çünkü Badiou’ya göre öznenin yaratıcılığı sanatsal, bilimsel veya devrimsel, evrensel bir durum içerir. Badiou’dan son bir cümle ile bitirirsek: Hakiki yaşamın mevcut olmasına karar verecek olan sizsiniz. Bu yeni mutluluğu seçin bedelini ödeyin. Elbette tercih sizin, benim, herkesin.

Kaynak:

Badiou, (2015), Gerçek Mutluluğun Metafiziği, (Çev. Murat Erşen), İstanbul: Monokl.

Emek Erez – edebiyathaber.net (20 Ocak 2016)

[1] Badiou “Gerçek Mutluluğun Metafiziği” s. 51

Yorum yapın