Albaya Mektup Yok’ta simgelerin anlamına dair | Serkan Parlak

Haziran 1, 2018

Albaya Mektup Yok’ta simgelerin anlamına dair | Serkan Parlak

Çizer: Alp İz

Gabriel Garcia Marquez’in ilk başarılı uzun hikâyesi olan “Albaya Mektup Yok” trajik ve komiğin iç içe geçtiği anlatımıyla türün klasikleri arasında gösterilir.  Hikâyenin temel izleği sıkıyönetim kaynaklı açlık ve yoksulluk; yan izlekleri ise albaya gelmeyen mektup ve horoz dövüşüdür. Eylemler, kişilerin diyalog ve davranışları, sinematografik anlatımıyla her okumada okuyucuyu derin yapısını ilmek ilmek çözmeye sevk eden etkileyici bir hikâyedir. Uçsuz bucaksız Latin Amerika önümüze serilir, yeni okumaların sonu gelmez.

Marquez, hikâyesini askeri diktatörlük atmosferi üzerinden kurgulamıştır. Sıkıyönetim aralıklarla vurgulanır ancak okuyucunun gözüne sokulmaz. Gece on birden sonra sokağa çıkma yasağı vardır. Filmler kendi arasında sınıflandırılır, rahip sinemaya girişleri gözetler. Faşizan yapıya dinin katkısıdır bu. Gazeteler sansürlüdür, gündemleri başkadır; el altından dağıtılan broşürler sayesinde doğru haberlere ulaşılabilir, o da çok risklidir. Seçimler yapılmaz, kamusal alanlarda siyaset konuşulmaz. Bütün bunlar coğrafik mekânın iklim özellikleriyle de desteklenir. Ekim ayının sürekli yağmurları ve nemli sıcağı albayın kabız, karısının ise astım krizlerini azdırır. Atmosferin baskıcı, sıkıcı ve boğucu yönü, insanları nefes alamaz hale getirişi kadının astımı; açlık ve yoksulluk ise albayın kabızlığı üzerinden vurgulanır. Para geldiğinde kuvvetle muhtemel albayın kabızlığı bitecektir, sıkı yönetim kalktığında ise kadının astımı.

Hikâyenin giriş bölümünde kasabanın davulcusunun cenazesine gitmeden önce albay “Bu cenaze özel bir olay, yıllardır gördüğümüz ölümler arasında doğal nedenlere dayanan ilk ölüm bu,” der. 1948 nisan ayında Kolombiya’nın liberal popülist siyasetçilerinden Jorge Elitier Gaitan’ın öldürülmesinin ardından başlayan “Bogotazo” olarak bilinen müthiş isyan ve ardından yaklaşık yirmi sene süren “Violencia” adı verilen iç savaş başlamıştır. Albayın yakın arkadaşları öldürülür, sürülür, binlerce insan ölür, ölümler doğal değildir. Kasabada bundan nemalanan kişi ise siyaseten dönüş yapan düzenbaz Sabas’tır. Bunu en iyi fark eden kişi ise albayın yakın arkadaşı açık görüşlü, akıllı ve iyiliksever doktordur. “ İnsan etiyle beslenen tek hayvan Sabas… Belediye başkanıyla yaptığı şu ünlü, yurtseverce antlaşma… Belediye başkanının sepetlediği partizan yoldaşlarının mülklerini de böyle alabilirdi yarı fiyata… Bu kadar saf olmayın…” der albaya.

Hikâyenin başkahramanı albay, iç savaş sonrası kendisine vaat edilen emekli aylığının on beş yılın sonunda artık bağlandığı müjdesini verecek olan ancak bir türlü gelmeyen mektubu beklemektedir. Ülkesi uğruna savaşmış, devrimin altınlarını at sırtında antlaşma yerine taşımış, seçim dönemlerinde kendisine verilen vaatlere inanmıştır. Hikâye boyunca her cuma limana ya da postaneye umutla gider, “Albaya bir şey yok,” ya da ona yakın bir cevap alır. Mektup yoksulluktan kurtuluşu simgeler ancak bir türlü gelmez.

Hikâyenin başkahramanı albay ve karısının sahip oldukları en değerli şey kasabanın en iyi dövüş horozudur. Öldürülen oğulları ve sıkıyönetim şartlarında ezilen kasaba halkının onuru üzerinden diktatörlükten çıkış ihtimalini simgeler. Horozun asıl sahibi olan tek oğulları Agustin dövüşler sırasında gizli bildiri dağıtırken öldürülür. Horoz aslında açlıktan çıkış yoludur ancak bahislerden para kazanmaları için yapılacak olan dövüşlere daha iki aya yakın zaman vardır.

Albay ve eşi “Biz de oğlumuzun yetimleriyiz,” dedikleri Agustin’e ait dikiş makinesinin satışından gelen parayla idare etmektedir. Kahveleri kıtı kıtına yetişir. Yemek olarak horoza fazla gelen mısırları lapa yapıp yerler. Son bölümde albay kahvaltı yapar: bir fincan sade kahve, bir parça peynir ve tatlı çörek; öğle yemeğinde ne yediğini bilmeyiz. Peder nikah yüzüklerini almaz, duvardaki resim para etmez. Albay ve karısının açlık ve yoksullukla baş etme biçimleri, duyguları, davranışları ve konuşmaları boğucu atmosferi daha da etkileyici hale getirir. Albay, horozu dalavereci Sabas’a satamayıp geri döndüğünde ise eksiksiz bir öğle yemeği onu beklemektedir, ancak yemekte ne olduğundan bahsedilmez, ayrıca karısı malzemeleri veresiye almıştır ve ertesi gün ödemesi gerekmektedir. Albayın karısı iradesi, gücü ve bağlılığıyla somunların mucizesini her seferinde gerçekleştirir. Umudu horozun satışındadır, ancak albayın keçi inadı buna engel olur, umut yine de sürer. Kapanış cümlesine soluk soluğa ulaşırız.

Yazarın devrimci görevi iyi yazmaktır, diyen Marquez daha ilk yapıtlarıyla bunu kanıtlıyor. Gözümüzü açıyor, umudumuzu inatla taşımamızı sağlıyor, unutulması olanaksız…

Serkan Parlak – edebiyathaber.net (1 Haziran 2018)

Yorum yapın