Sevgili Gezgin Dostlar,
Umarım iyisinizdir ve dünya coğrafyasında gezmektesinizdir. Ben de kitaplarda yolculuk etmekteyim (ve sizi kıskanmıyor ve durumumdan şikayet etmiyorum). Sebebi ziyaretim de “Yolculuk Günlükleri” üstüne…
Yazarımız Albert Camus… Sanırım biliyorsunuzdur. Kendisi “varoluşçu” olarak nitelendirilir. Her ne kadar kendisi “Benim o çok ünlü existansialisme’e pek bağlılığım yok. Uzun sözün kısası, bu felsefenin vardığı sonuçları yanlış sayıyorum.” Dese de, devamında “Ama, ne de olsa, bu felsefe insan düşüncesinin büyük bir serüvenidir ve Bay Rabeau’nun yaptığı gibi onu en kısa görüşlü konformizm ile yargılamak insanın gücüne gidiyor doğrusu” diyor (Albert Camus’un “Denemeler ve Bir Alman Dosta Mektuplar” adlı kitabındaki “Kötümserlik, İyimserlik” başlıklı denemesinden).
Albert Camus Cezayir’de dünyaya gelmiş. Cezayir Üniversitesi’nde sürdürdüğü felsefe öğrenimini sağlık sorunu nedeniyle yarım bırakmış. Ama kişisel düşüncem şudur ki tüm eserlerinde bu felsefe öğreniminden izler bulabilirsiniz. 1938’de Paris’e gitmiş ve ilk yapıtları olan “Tersi ve Yüzü” ile “Düğün” bu dönemde yayınlanmış. Ama Türkçeye Can Yayınlarınca kazandırlmış pek çok eserinin giriş bölümündeki yaşam öyküsüne göre; edebiyat dünyasına asıl girişini, 1942’de yayımlanan “Yabancı” adlı romanı ve “Sisifos Söyleni” başlıklı felsefi denemesi belirlemiş. Çünkü birbirini tamamlayan bu iki yapıtta , varoluşçu izler taşıyan “saçma” felsefisini geliştirmiş. Ben bunlardan yalnızca Yabancı’yı okuyabildim ve söylendiği gibi içerik ve dilsel olarak varoluşcu bir roman…Yetkin olarak nitelendirilen eserleri ise; Başkaldıran İnsan, Yaz, Sürgün ve Krallık. Ben Veba’yı da bunların arasında sayabilirim. Size “Yolculuk Günlükleri”ni tanıtmaya çalışırken bundan da bahsetmeye çalışacağım. “Mutlu Ölüm” ve benim son dönemlerde okuduğum “İlk Adam” ölümünden sonra yayınlanmış. Özellikle “İlk Adam” yazarın Cezayir yaşamını anlattığı bir tür özyaşam öyküsüdür. Aslında bir taslak roman demek doğru olur. Çünkü Yazar 1960 yılında Fransa Provence’da trafik kazası geçirdiğinde yanında bu taslak varmış. Dolayısıyla bu roman Nobel Ödüllü bir yazarın yazma sürecine ilişkin de pek çok ipucu barındırması açısından da heyecan verici. Ben ilgi ve merakla okudum. Size de tavsiye ederim.
Bu arada Albert Camus’un son yaşadığı Lourmarin köyündeki evi de tesadüfen fark ettiğimi belirtmeden geçemeyeceğim. 2015 yılında Fransa Provence’a yaptığım gezi kapsamında ziyaret etmekten mutlu olduğum güzel Provence köylerinden biridir Lourmarin. Burada bir evin duvarında Albert Camus adını görmenin benim için nasıl güzel bir sürpriz olduğunu tahmin edersiniz. Bu durumdan da kısaca bahsettiğim gezi notlarımı yayınlayan gezimanya web sitesinin linkini de ilgilenenler için buraya ekliyorum: https://gezimanya.com/GeziNotlari/provence-connectionla-luberon-koyleri
Buradan gelelim Albert Camus’nun “Yolculuk Günlükleri”ne…
Kitap Ramis Dara’nın çevirisiyle Can Yayınları’ndan çıkmış ve toplam 114 sayfa. Bu kısa kitap, yazarın 1946’da ABD’ye ve 1949’da Güney Amerika’ya yaptığı gezilerde tuttuğu notları kapsıyor.Bu kitabı yayına hazırlayan R.Quilliot’a göre; kitap aslında gezi notlarını içeren iki farklı defterin biraraya getirilmesiyle oluşturulmuş. Doku farklılıklarına karşın, “iki defterin ortak, ilginç bir yanı var: Bize Camus’üm ham notlardan işlenmiş notlara nasıl geçtiğini gösteriyorlar” diyor. Devamında Quillot şöyle diyor:
“ABD’ye Yolculuk’un kimi parçaları New York Yağmurları’nda bulunuyor; Güney Amerika’ya Yolculuk’un önemli bölümleri gerek Deniz’in Bağrında da (Yaz), gerek daha geniş biçimde Büyüyen Taş’ta yeniden ele alındı: Gerçekten görülmüş iki dans sahnesi, Camus’nün kaleme almış olduğu ender egzotik metinlerden birine katışıyor; basit folklore olguları gibi kaydedilen Iguapa yolculuğu ve büyüyen taş yan-olgusu, öyküde simge değer kazanıyor. Öykü üzerinde ne düşünülürse düşünülsün, hem olayın söylence düzeyine ulaşmadan önce uğradığı dönüşümün böylesine açık olduğu çok az örnek vardır hem de yazar için yorucu ve çökertici bir yolculuktan çıkarılmış istemli, iyimser bir söylence”… Quillot’a katılmamak mümkün değil…
Yolculuk Günlükleri, Camus’nün gazeteci sıfatıyla ABD’ye yaptığı seyahatle başlıyor. Bölümün başlığı ABD Mart-Mayıs 1946” ve Sayfa 25: “… New York Limanı’na çıkıyoruz. Sise karşın ya da sis nedeniyle korkunç görünüm. Düzen, erk, ekonomi güç burada. Bunca hayran olunası insandışı şey karşısında yürek titriyor”. New York’u “insandışı çok çirkin bir kent” olarak görüyor Camus. Ama New York’un kokusunu “demirle çimento karışımı hoş bir koku- demir daha baskın-“ diye ifade ediyor.
Yazarın ABD izlenimlerine dair o kadar çok satırın altını çizmişim ki bu kısa yazıda yer vermek için nasıl seçeçeğimi bilmiyorum. Ama en iyisi ben birkaç örnekle yetineyim ve siz kitabı alın okuyun.Bu örneklerden biri Çin Mahallesi için… “ve ilk kez kaynaşıp duran, ılımlı, sevdiğim, gerçek yaşamla karşılaştığım bir yerde soluk alıyorum” ifadesiyle ben de biraz soluk alıyorum. Çünkü ABD’ye dair izlenimleri olumsuz ama oldukça çarpıcı. “Kendi yöntemleriyle sömürgeleştirdikleri bu ülkeye yaşamı, tutkuyu ve nostaljiyi yalnızca Zencilerin verdikleri” izleniminde Camus… Belki de bu izlenimler “Veba”yı yazmasına yardımcı oldu. Çünkü sayfa 36’da “Veba: Kadınsız ve dolayısıyla soluk alınamaz bir dünya.” Olarak tanımlanmış. Bu arada en son okuduğum Camus eseri de: Veba.
New York’tan Kanada’ya geçen Yazar burayı şöyle tanımlıyor: “Beyaz sütunlu , büyüklü küçüklü evleri, eli yüzü düzgün kocaman ağaçları, asla parmaklıklı engellerle ayrılmadığından, bir tek çimenliğin herkesin malı olduğu ve orada güzel çocuklarla çevik yeniyetmelerin iyilikler, zengin kremalarla dolu bir yaşamda gülüp eğlendikleri çimenlikleriyle, geniş, temiz ve havadar kırlar. Doğa burada güzelim Amerikan peri masalına katkıda bulunuyor”. Devamında Quebec’in “olağanüstü görünümü”nden bahsederek “bu anakarada ilk kez güzelliğin ve gerçek büyüklüğün sahici izlenimini”nden bahsediyor ki Albert Camus gibi ben de Kanada için güzel izlenimlere sahibim.
Velhasıl Albert Camus, ABD yolculuğunda kimi zaman eleştirel kimi zamansa hayran izlenimlerle dolu ve bu Yeni Dünyayı anlamaya ve değerlendirmeye çalışıyor ve gelecekte kaleme alacağı eserleri tasarladığı anlaşılıyor.
Güney Amerika seyahatini Haziran-Ağustos 1949’da resmi makamlarca davet üzerine gerçekleştirmiş yazarımız artık dünya çapında bir üne sahiptir. Ama bu kez “hasta bedeni, daralan soluğuyla, yorgunluk ve sıkıntılarıyla boğuşan, insanlardan uzak durmaya çalışan” bir Camus ile karşı karşıyayız. Gezi notları “Denizde.” diyerek başlıyor ve devamında denizi ne kadar da çok sevdiği anlaşılıyor: “Denizde her zaman derin bir dinginliğe erdim ve şu denizin, bugün dünyanın bütün gözyaşlarını sürüklediği izlenimine kapılsam da, şu sonsuz yalnızlık bana bir an iyi geliyor” derken kendi iç sesimi duyuyor duygusuna kapıldım bir an.
Ya şu ifade; “Sular yüzeyde henüz aydınlık, ama derin karanlıkları seziliyor. Deniz böyledir, onu bunun için seviyorum zaten! Yaşamın çağrısı, ölüme davet” . 9 Temmuzda günlüğüne “Zaten şu sıra ilgim de kişilere değil, denize ve içimdeki, alışkın olmadığım şu hüzne yönelik” diye yazmış. Tabiiki varoluşcu Camus’nun “ varoluşa dair derin hüzün”den “sıkıntı” dan bahsetmediği bir günlük düşünülemez ve gezmeseydi “ din ile aşkın karışımının Brezilya’da çok ilginç bir sonuç verdiğini” söyleyen birileri ile tanışabilir miydi? Ya da 2. Dünya Savaşı sonrasında başlayan Soğuk Savaşa karşı “tek umut yeni bir kültürün doğması ve Güney Amerika’nın belki mekanik budalalılığı yumuşatmaya katkıda bulunması” umudunu bu kitapta okuyabilir miydik? Yazar sayfa 87’de Brezilya’nın durmadan ezgiler üreten siyah nüfuslu tek ülke oluşunu” önemli buluyor. Başka bir yerde “ önsel olarak siyahları sevdiğini, bu yüzden içinden onlarda taşımadıkları nitelikler bulmak geldiğini” yazıyor.
Velhasıl gezgin dostlar, varoluşsal sıkıntılarından gezerek ve okuyarak kurtulmaya çalışan biri olarak ben Albert Camus’nün Yolculuk Günlükleri’ni çok sevdim. Bu etkileyici varoluşcu yazarın iç dünyasına ve yazma sürecine dair ipuçları yakalama şansı vermesi de iyi bir fırsat….
Kitaplarda ve dünya coğrafyasında gezme heyecanınızın sürmesi dileğiyle,
Sultan Sarı – edebiyathaber.net (2 Ocak 2018)