1975 Şili doğumlu Alejandro Zambra erken yaşta iyi edebiyat okurlarının dikkatini çekebilmiş ve genç yaşta kitapları başka dillere çevrilmiş şanslı yazardan biri herhalde ve onun şanslı okurlarından biri de benim.
Dünyada ne olup bittiğiyle de ilgilenen, son zamanlarda çok uzak coğrafyalarda da nelerin yazılıp kurgulandığı merak eden birçok okur var. Ve bu okurların bariz bir şekilde fark ettiği gibi yayıncılar daha çok ünlenmiş ya da kendini kanıtlamış yazarların kitaplarını çevirmeyi daha uygun görürler. Neticede bu işin varacağı yer biraz satışla ve sonuç olarak parayla da ilgilidir, kimsenin bunu inkâr ettiği de yok zaten. Belki biraz da bu nedenle çok fazla tanınmamış hele ki genç yazarlarla karşılaşmak neredeyse imkânsız, elbette bunda da istisnalar olacaktır.
Alejandro Zmbra bir istisna mıdır, belki demeyi çok isterdim ama ne yazık ki böyle olduğunu sanmıyorum.
Zambra da şansını sinemaya uyarlanan ilk romanı Bonsai ve dünyada çeşitli festivallerden ödül alan bu filme borçlu. Elbette bu film olmasaydı da Zambra romanlarının güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeyecekti. Bence dünyadaki birçok okur tarafından Zambra gibi okunmayı bekleyen binlerce yazar ve şair var, kim bilebilir belki bazılarının şansı ölüm bedenlerine ulaştıktan sonra döner, bu da en acımasız olanı. Bugün yaşayan okurlar onları okuyabilecek mi? Geçler geçleri okuyabilecek mi? Asıl sorulması gereken sorular işte bunlar. Yine de Zambra’yı ve Zambra gibi yazarları ve şairleri daha genç yaştayken okuyabileceğimiz dillere çeviren ve çevirmeye çalışan yayınevlerine okur olarak çok şey borçluyuz. Sonuç olarak edebi kaygılarla yazmış bu tür yazarların kitaplarının ucunda öyle abartılacak bir para da olmayabilir.
Alejandro Zambra daha ilk romanında bile kendi üslubunu bulmaya çalışan ve romanın çapını genişletmeye çalışan bir yazar olduğundan hiç kuşku yok. Ama sonuçta bugün kahramanlar çağında yaşamıyoruz, artık hiçbir roman ya da hikâye okuru farklı yollardan götürse de sonuç benzerdir yine de, uzun zamandır da bu böyle, iyi edebiyat okurları bunu en iyi bilendir. Edebiyat artık evimizin çatısını tutan bir sütun (hiçbir zaman olmadı gerçi, ama birçok devrim edebiyata borçludur, bu da inkâr edilemez) ya da bizi soğuktan ve fırtınadan koruyan duvarlar değil. Belki odamızın bir köşesindeki masada duran bir bonsai ağacı, onunla ilgilenmeyi sevmeyi gerektiren ama daha büyük umutlar bağlanmaması gereken kişisel bir uğraş. Tabii ki bu kişisel uğraş her okurda farklı etki bırakabilir, bazıları için bu küçük bonsai ağacı ölüm kalım meselesi bile olabilir, itiraf edeyim ben de bunlardan biriyim ve bundan gocunmuyorum.
Edebiyat (roman ve hikâye için söylüyorum daha çok) bir bonsai ağacıysa başka bir bonsai ağacı yok, bütün hünerlerimizi bu küçük ağaç üstünde göstermeliyiz öyleyse; dallarını yontarak, budayarak… Binlerce şekil versek bile sonuç olarak yine de o bir bonsai ağacı.
Zambra, Ağaçların Özel Hayatı [1] romanında dekor olarak bir ev, mavi bir oda, bonsai ağacı, küçük üvey kız Daniela, eski sevgili Karla, amcık ağızlı Julian, kavak ve baobap ağacı, tüm gece eve dönmesi beklenen Veronika ve onların geçmiş yaşantılarındaki kişiler olsa bile aslında anlatma ve kurgulama üzerine yazılmış bir yapıttır.
Anlatılacak bir düşman yoksa, o halde kahraman da yoktur, bu durumda hikâyelerin insanların hayatlarını tamamen değiştirebilecek bir gücü de olamaz. Öz babasından ayrı düşmüş okur üvey babayla idare etmek zorundadır ve dahası öz annesi tarafından da terk edilmiştir ya da terk edilmek üzeredir. Bu durumda okurun tüm bunların farkında olup ancak böyle yol alması gerekir, en azından hikâye ve roman okuru için tablo bu ya da Zambra’nın romanından çıkardığım sonuç…
Yine de söylemeliyim, üvey babayla yaşamanın hiç de o kadar berbat olmadığını, hâlâ yaşanabilecek çok güzel şeyler kaldığını gösterir okura. Romanı okumuş olanlar ne dediğimi anlamıştır.
Sedat Sezgin – edebiyathaber.net (10 Temmuz 2018)
[1] Çev: Çiğdem Öztürk, Notos Kitap Yayınevi