yüzüne doğru akar nehirler,
çiçekler solmak gibi
dururlar,
suçlar, örtünmek gibi.
anılar bile çoktan kaybetti annenizi…
Hilmi Yavuz, kayboluş ve ifşâ
Türk Dil Kurumu “cinayet” kelimesine dair biri gerçek biri mecaz iki tanım vermektedir:
- Adam öldürme, kıya.
2. (mec.) Adam öldürme derecesinde ağır suç.
Ali İpek’in son romanı “Kimsenin Ölmediği Bir Cinayet Öyküsü” bu tanımların her ikisini de kapsayan ama bunların çok daha ötesine, çok daha derinine inen bir ifadenin anlatısı olarak okunabilir. Soruşturmalarda kendine özgü bir yol izlediği ve hislere tercüman(!) olduğu düşünüldüğü için mütercim olarak anılan Raci’nin bir gün ortadan kaybolmasının, onun kaybından sorumlu görülen Tüpçü Müslüm ve üç kardeşin ve diğer “kimse”lerin hikâyesini anlatıyor yazar. Romanın büyük bölümünü aklî melekelerinin yerinde olmadığı düşünülen şüpheli konumundaki üç kardeşin sorgusu oluşturuyor. Bu sorgularda hayata, insanlığa, hakikate dair sözünü sakınmadan ama eğip bükerek, dolandırarak –bazen sadede gelinmesi üç bin yıl alsa da- pek çok şey anlatıyor kardeşler. Satır aralarından hayatları, yoksullukları, bir başınalıkları, isyanları ve belki de en önemlisi terk edilmişlikleri kelime kelime dökülüyor. Kendilerinden gidilmiş çocukların hüznü, öfkesi perde perde aralıyor hakikati. Bilip de bilmezlikten gelir gibi, kol kırılır da yen içinde kalır gibi, bana dokunmayan yılan bin yaşasın gibi, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan gibi yapmıyor; pek çok kemikle birlikte hakikati farklı veçhelerinden ifşa ediyorlar. Bildiklerini anlattıkça oklar da onları gösteriyor. Raci’yi onların öldürdüğü düşünülüyor artık. Raci gelene kadar.
Raci gelince gizem de ortadan kalkmış oluyor aslında. Aranan bulunmuş, dosya kapanmış oluyor. Amir derin bir nefes alıyor. Kapanan dosyadan geriye dünyalarının verili normlarına, organlarına eklemlenememiş üç garip kardeş, zamanında ölüm karinesi bulunamamış(!) gaip kemikler ve adam öldürme derecesindeki ağır suçları (TDK’deki II. tanım) yanına kâr kalan işinin başına rücu etmiş bir Raci kalıyor.
Hikâyenin son düğümü yine bir anne aracılığıyla Tüpçü Müslüm’ün anlattıklarıyla çözülüyor. Anlatılanlara göre ölüm gibi bir şey oluyor ama “kimse” ölmüyor. Romanın giriş kısmında amirin şehri gezdirirken her türlü olumsuzluktan sakındığı annesi, annesi tarafından terk edilen üç kardeş ve her türlü olumsuzluk ve Memduh’un haklı çıkan annesiyle hikâyenin taşları yerine oturuyor. Geriye yeşil bir ceket, bir mektup ve muhtelif kemikler kalıyor.
edebiyathaber.net (3 Temmuz 2023)