Çeviri: Abdulhalim Karaosmanoğlu
Alice Munro’ya 2013 yılında verilen Nobel Ödülü’nün takdim konuşması:
Bu bir paradoks gibi görünebilir, ama aslında oldukça mantıklıdır: Dünya edebiyatı dediğimiz şey genellikle yerel ve bireysel olana dayanır. Alice Munro yazılarında, neredeyse antropolojik bir hassasiyetle, öngörülebilir dış donanımlara sahip, tanınabilir, sakin bir günlük dünya tasvir eder; William Faulkner’ın Yoknapatawpha County’sinin eşdeğeri güneybatı Ontario’da yer almaktadır. Geniş nehirleri ve görünüşte yavan küçük kasabalarıyla bu düz Kanada tarım arazisi manzarası, kısa öykülerinin çoğunun ortaya çıktığı yerdir. Ancak dinginlik ve sadelik her yönden aldatıcıdır.
Alice Munro’nun eserlerinde dış dünyanın huzuru her zaman belirgindir ve bu huzur, tam tersinin geçerli olduğu bir iç dünyaya açılan kapıları aralar. Munro genellikle sıradan olarak adlandırılan insanlar hakkında yazar, ancak zekası, şefkati ve şaşırtıcı algılama gücü onun bu insanların hayatlarına dikkate değer bir saygınlık -hatta kurtuluş- kazandırmasını sağlar, çünkü artık olağanüstü olanın çoğu Sıradan denen o tıka basa dolu boşluğa sığabilmektedir. Önemsiz ve basmakalıp olan, şaşırtıcı ve anlaşılmaz olanla iç içe geçiyor -ama asla çelişki pahasına değil. Eğer daha önce otobüste gördüğünüz yabancılar hakkında hiç hayal kurmadıysanız, Alice Munro’yu okuduktan sonra kurmaya başlayacaksınız.
Kısa öyküleri çok az dışsal dramaya dayanır. Duygusal bir oda oyunu, sessizlikler ve yalanlar dünyası, bekleyiş ve özlem. En büyük olaylar karakterlerinin içinde gerçekleşir. En büyük acılar ifade edilmeden kalır. Çok az kişi gibi o da sessizler ve susturulmuşlarla, pasiflerle, seçmemeyi tercih edenlerle, kenarda yaşayanlarla, pes edenlerle ve kaybedenlerle ilgilenir. Cinsiyet ve sınıf engelleri onun eserlerinde asla uzakta değildir.
Munro’nun zihinsel topografyasında, ne olmuş olabileceği çoğu zaman gerçekte ne olduğu kadar önemlidir. Karakterlerinin o anda anlayamadıkları ya da anlamak istemedikleri, ancak uzun zaman sonra, en iyi ihtimalle bir aydınlanma şeklinde ortaya çıkan şeyler de kilit önemdedir. En içteki benliğimizin esasen diğer insanlar için erişilemez olduğunu, çoğu zaman kendimizden bile kaçtığını gösteriyor – ta ki çok geç olana kadar.
Alice Munro, aşkın bizi nadiren kurtardığını ya da güvenilir bir mutluluğa götürdüğünü ve çok az şeyin bizim için kendi hayallerimiz kadar yıkıcı olabileceğini tavizsiz bir şekilde gösteriyor. Cinsellik sürekli var ve gücü sürükleyici, ama çoğu zaman kör ve hatta yıkıcı. Gerçek mutluluk bazen kazara ortaya çıksa da, insanlar romantik aşka inandıkları için nadiren cezasız kalırlar. Eğer onun delici berraklığı -daha iyi bir kelime bulamadığım için- hassasiyet olarak adlandırmam gereken bir şeyle karışmamış olsaydı, bu dayanılmaz derecede karanlık ve hatta acı verici görünebilirdi. Alice Munro’nun birçok eserini dikkatle okursanız, er ya da geç kısa öykülerinden birinde kendinizle yüz yüze gelirsiniz; bu sizi her zaman sarsan ve çoğu zaman değiştiren ama asla ezmeyen bir karşılaşmadır.
Alice Munro’nun kısa öykülerindeki sıradan görünen yüzeysellik, onun yazım tarzı ve kendine özgü hikâye anlatma tekniğiyle ilginç bir şekilde iç içe geçmiştir. Karşılaştığımız minimalist üslup temiz, şeffaf, incelikli ve şaşırtıcı derecede kesin. Gereksiz bir kelime ya da gereksiz bir cümle bulmak oldukça zor. Onun metinlerinden birini okumak, bir kedinin döşenmiş bir yemek masasında yürüyüşünü izlemek gibidir. Kısa bir öykü çoğu zaman onlarca yılı kapsayabilir, farklı dönemler arasında ustalıkla hareket ettiği için bir hayatı özetleyebilir. Alice Munro’nun otuz sayfada sıradan bir romancının üç yüz sayfada anlatabileceğinden daha fazlasını anlatabilmesine şaşmamalı. O bir eliptik virtüözüdür ve Akademi’nin kısa ödül atıfında belirttiği gibi çağdaş kısa öykünün ustasıdır.
Yıllar boyunca çok sayıda tanınmış bilim insanı, evrenin ya da maddi varlığımızın en büyük gizemlerinden bazılarını çözdükleri için bu salonda hak ettikleri ödülü aldılar. Ama siz, Alice Munro, çok az kişi gibi, en büyük gizemi çözmeye yaklaştınız: insan kalbi ve onun kaprisleri.
edebiyathaber.net (24 Ocak 2024)