Alkolle seyreltilmiş zamanların hikâyesi | Dilek Karaaslan                             

Ocak 16, 2023

Alkolle seyreltilmiş zamanların hikâyesi | Dilek Karaaslan                             

“Birinin hatalı olmasını sağlamak için onun yüzüne karşı “hatalısın” demek yetiyor, o zaman hem hata paylaşılmış hem de kişi aklanmış oluyor.”

Ferhat Uludere / 1001Fıçı Bira

Ferhat Uludere’nin ilk basımı 2006’da yapılan 1001 Fıçı Bira adlı romanı geçtiğimiz Kasım ayında Edisyon Kitap’tan çıkan yeni basımıyla kitapçılarda ve Internet sitelerinde yerini aldı. Yüz altmış dokuz sayfalık kitabın çok küçük bir bölümü hariç, Lüleburgaz’ın merkezinde geçiyor. Hikâye, yer yer yazarın hayatından izler taşımakla birlikte esas meselesi farklı elbette.

Kitap ilk birkaç sayfasından itibaren Dogville filmini anımsattı bana. Tabii, yalnızca dekor ve karakterlerin bu dekor içinde dağılımı açısından.  Hikâyeyi, çarşısı, berberi, bakkalı, marketi, elektrikçisi, birahanesi, meyhanesi, çorbacısı, çiçekçisiyle mini bir kasaba dekorunun içine sıkışıp kalmış, genişlemek istese de genişleyemeyen sınırlı hayatlara ve kısıtlı gelecek hayallerine yakın çekim bakmamızı, odaklanmamızı sağlayan bir serüven olarak okumak mümkün. Akıcı, eğlenceli, esprili, ince bir mizah duygusuyla yazılmış. Varoluşsal sorunları, aşka, ikili ilişkilere dair bir türlü içinden çıkamadığı açmazlarıyla bolca düşünen, sorgulayan ama hep kendini bulmaya çalışan bir gencin, ana karakter Feryat’ın, Binbir Gece Masalları’ndan fırlayıp gelen, bir görünüp bir kaybolan sevgilisi Şehrazat’ın ve ikisinin yakın çevresinin hikâyesi.

Okur, kitapta gerçek karakterlerin ruhları, kişilikleri üzerine kurgulanmış bir hikâye okuyor. Feryat, Kola, Gürsel, Göksel, Gonz, Engin, Ercan, Feryat’ın ağabeyi, Malik ve elbette Şehrazat. Feryat’ın babası Kel Şükrü, annesi Nevriye. Eğlenmek ya da taşra sıkıntısını bir parça unutabilmek için her fırsatta içkiye yönelen karakterler sıcak, gerçekçi ve gerçek hayattan. Olduğu gibi. Bozulmamış. Güzel tarafıysa eserin biyografik bir yapıt olmaması. Babaların izinden giden oğullar, küçük kardeşlerini ve onların arkadaşlarını, koruyup kollayan ağabeyler, çocuklarının arkadaşlarına da annelik eden anneler. Kitabı bitirdiğinizde sanki birkaç aylığına Lüleburgaz’da yaşamış gibi hissetmeniz mümkün, bende böyle oldu. Trakya’nın bir panoraması çizilmek istense, sanırım tablo bu hikâyedekine benzerdi, diye düşündüm.

Aslında kitap boyunca bir bölge üzerinden (Trakya) 90’larda genç olmanın ne demek olduğuna tanıklık ediyor ve o dünyanın, gençlerin hayallerinin, düşlerinin izini sürüyoruz. Daha cep telefonunun olmadığı, Internet’in yenice duyulmaya başladığı, müzik dinlemek için karışık kasetlerin kaydettirildiği o yıllarda, Alternative Rock, Heavy Metal, Punk, Rock, Nirvana, The Smushing Pumpkins, Bjork, Oasis, The Rolling Stones, Metallica vb., dinleyen, sokaklarda, birahanelerde ya da meyhanelerde herhangi bir kaygı ya da aile, mahalle baskısı hissetmeden rahatlıkla içki içebilen, sarhoş olan, yeri geldiğinde hoş görülebilir dozda serserilik etmelerine izin verilen, büyüme sancılarını küçük bir kasabada birlikte çekmiş, ilk gençlik dönemlerinden sonra yolları ayrılsa bile bir araya geldiklerinde yine Voltran’ı(*) oluşturmayı başaran erişkin ama yaş ve zihin olarak hâlâ genç olanların hikâyesi 1001 Fıçı Bira.

1001 Fıçı Bira, taşrada kendini kıstırılmış hisseden, bazı yönleriyle kavruk kalmış, aşkları, dostlukları, düşleri henüz kirletilmemiş masum çocukların ve asla koyu bir umutsuzluğa kapılmadan, en koyu umutsuzluğun içinde bile naif bir ‘daha iyi gelecek’ hayali kurabilen, düşse de kalkmasını bilen, bazen boheme kaysalar bile toparlanıp birbirlerine sahip çıkabilen gençlerin hikâyesini anlatıyor. Ayrıca 90’larda ülkemizde genç olmanın nasıl bir şey olduğunu merak edenler için güzel bir kaynak olarak da okunabilir.

*: 80’li ve 90’lı yıllarda TV’de haftada bir izlenebilen bir çizgi film karakteri.  Birkaç kahramanın bir araya gelerek oluşturduğu dev vücutlu bir süper kahraman

edebiyathaber.net (16 Ocak 2023)

Yorum yapın