Alphonse Daudet’in Zavallı Büyük Adam’ı “Tarasconlu Tartarın” | Filiz Gazi

Kasım 18, 2013

Alphonse Daudet’in Zavallı Büyük Adam’ı “Tarasconlu Tartarın” | Filiz Gazi

filiz-gaziYolun sonunda göreceğinizi umduğunuz şeyden çok, yolda “çekilenler” çeker insanı. Keşfetme aşkı için düşülmez yollara. Göçebe olanın hikâyeleri herkeslerden çok çalımlıdır, alımlıdır.

Hangimiz içten içe biraz daha “anlatmak” için düşmeyiz ki yollara. Sıcacık evinizden, konforunuzdan ayrılıp, maceralara atılmanız, sokakları arşınlamanız, gittiğiniz yerin “en”lerini araştırmanız, bir iki hediyelik eşyayı çantanıza tıkıştırmanız, iki kare fotoğraf karesine kafanızı uzatmanız, efendime söyleyeyim bir iki anı için yorgunluktan perişan halde iken kendinizi ite ite ille de dışarılara çıkmanız… Bakmayın siz, seyyahlığın ileri gider yanı yoktur ama işte kalın hayat tabakası için en birebir seyrelticidir. Keza zamanın hakkından gelmek diye bir şey varsa onun da çaresi gezmek tozmaktadır. Her şey bir yana hiçbir olur mu, kedi gibi işediği yerlere izini bırakarak yaşayanla, kuş misali diyardan diyara göçenler?

Alphonse Daudet’in zavallı büyük adamı “Tarasconlu Tartarın” de yerinde kök salmak isteyip, “dışarıdan” deli divane korkanlardan. Ama işte hayat… Yaşadığı yerde kahraman olarak el üstünde tutulurken mahalle baskısı yüzünden aslan avı için Afrika yolculuğuna çıkmak zorunda kalır. “Sıcacık, yumuşacık, şipşirin” evini ardında bırakışı istediği bir şey değildir ama yola revan olmazsa elalem onun bir korkak olduğunu düşünecektir.

327564_2Bundan sonrası Tarasconlu Tartarın’in mihaniki yalanlarla sürdürdüğü yolculuk hikâyesidir. Zaten Daudet notunu düşer, karakteri Tartarın’in yalancı olmadığını söyler: “Güneyli yalan söylemez, aldanır yalnızca. Her zaman doğruyu söylemez, ama söylediğini sanır. Yalan değildir onun yalanı, serap gibi bir şeydir. (…) Güneyde bir tek yalancı varsa, o da güneştir. Neye dokunsa şişiriverir. En tantanalı, en parlak dönemlerinde Sparta neydi? Bir köy… Atina neydi? Fazla fazla bir ilçe merkezi. Gene de tarihte koca kentler gibi görünürler bize. Güneşin oyunlarıdır bunlar.

Dedik ya, mihaniki yalanlar. Lazım gelen yalanlar. Hayatı kolaylaştıran ve her bir şeyi daha dolgun, tok gösteren, göze kulağa hitap eden, insana yardımcı olan yalanlar. El pençe en çok yedi yaşına kadar ebeveynlerimizden öğrendiğimiz türe ait yalanlar. Yalanların da türleri var, evet.

En sonunda kararını verip, düşer yollara Tartarın. Kente düşen köylünün, kurtlar sofrasına düşmesi gibi şaşır ilkin. “Bir bedende iki insan: Don Kişot ve Sancho Panza!” diyor Alphonse Daudet. Don Kişot yanı onu maceradan maceraya sürüklemek ister. Sancho Panza yanı ise evinde oturmasını. İkisi arasında kalan Tartarın genel imajı için Don Kişot’tan yana oyunu kullanır.

Fransa’yla Cezayir arasında, üç gün süren vapur yolculuğunda deniz tutar Tartarın’i. Kendi hayatının maskarası olmuştur bir nevi. Kamarasına gelen kahkahalar, mide bulandırıcı mutfak kokuları arasında, içindeki Sancho homurdanır: “Dayan bakalım şimdi, şapşal herif! Ben sana söylememiş miydim! Afrika’ya gitmek istiyordun, buyur git bakalım! Nasıl iyi mi? Keyfin yerinde mi şimdi?”

Aslanların peşindeki Tartarın’in bir durağı Cezayir olur. Alphonse Daudet’in oryantalist öğelerle bezediği bir aşk serüveni de yaşar oralarda. Sonu acıklı bir kandırılma hikâyesi ile bitse de. Aslan avlamak için bunca zahmete girdiği yolculuğunda, trajikomik bir şekilde takdis edilmiş bir eşek öldürür. Yolculuğun sonunda elde avucunda bir deve kalır. Başından bir türlü savamadığı deveye hikâyesinin sonunda muhtaç olmuştur. Çünkü gene bu deve “Öldürdüğüm tüm aslanları gördü” diyerek gösterdiği tek yalancı şahittir.

Edebiyat dünyasının birkaç özgün karakteri vardır. H. Melville’nin Kâtip Bartleby’i, J. Bernhard’ın Bitik Adam’ı, T. Hardy’nin Adsız Sansız Bir Jude’u, Jane Austen’in Emma’sı, Tolstoy’un Anna Karenina’sı, Canettı’nin Körleşme’deki Profesör Kien’i, P. Roth’un Sokaktaki Adam’ı, Sabahhattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’u gibi… Alphonse Daudet’in Tarasconlu Tartarın’i de öyle. Daudet’in abartılı anlatımına gelince, edebiyatta göze parmak oyunlar, çanak hikâyeler akıllarda kalması açısından sinemada durduğu kadar kötü durmuyor diyebilirim.  

Filiz Gazi – edebiyathaber.net (18 Kasım 2013)

Tüm yazıları>>> 

Yorum yapın