“Dostum dostum güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe”
Günleri, ayları, yılları deviren… Adı güzel, adı acı, adı tarih… Dizeleri geçmişten, şimdiden, gelecekten… Gerçeği sol yanındaki o küçücük kutuda yaşayan herkes bilirdi adını. En karanlık gecelerde, cümleleri yankılanır, yarına rehber olurdu duyguları.
Cesaretin bin halinden en güzelini gösterdi yıllarca. Yazdı. Yazdı. Yazdırdı…
“Sıradan” yaşayıp, “sıradan” öldü.
Üzerine kurulacak onca cümlenin birbiriyle yarıştığı Hasan Hüseyin… Yaşam diye dayatılanın her köşesinde zulalanmış gerçeği arayan Hasan Hüseyin… Bir varmış bir yokmuşluk yaşama; cezaevi, kayıplar, aşklar sığdırmış Hasan Hüseyin…
Şiirleriyle tanıdığımız, şarkılarda bazen onun sözlerinin olduğunu bile bilmeden eşlik ettiğimiz, Nazım Hikmet’i belki en çok onunla anladığımız Hasan Hüseyin…
Ozan Hasan Hüseyin’in mizah öyküleri de yazdığını biliyor muydunuz?
Mizah öykülerini topladığı kitaplardan birinin ismi sanki kendi suretine nazire yapar gibi: “Bıyıklar Konuşuyor.” 27 farklı mizah öyküsünden oluşan kitabında; bıyıklardan doğan hiyerarşiyi, bıyıklı parmaklarıyla alt edip, mizahla; gerçeğin acıtan dilini naifleştiriyor Hasan Hüseyin.
Ankara’yı bir sevda türküsü gibi şöyle yorumluyor Köklü Kalkınma öyküsünde: “Kızılay’a gidiyorumla işe gidiyorum, Kızılay’dan geliyorumla işten geliyorum aynı anlama gelen sözlerdir. Çünkü Kızılay’a gitmek ve Kızılay’dan gelmek başlı başına bir iştir; ayrıca bir iş yapmaya hiç de lüzum yoktur.”
Durum Vaziyet BB öyküsünde, cezaevi sürecinde tutsakların ana dil yüzünden karşılaştıkları sorunları yine ironik bir yerden ele alıyor:
“ Herkesin gözü, Abdülrezzak’ın üzerinde.
–Vuala… Ben Arab… Yok ben Turkşe…
-Sen Arab? Yok sen Turkşe?
-He vuala… Yok ben Turkşe!
Yargıç bir an düşündü; sonra, kalemle vurdu masaya:
-Hadi hadi, söyle bir şeyler! İşgal ediyorsun mahkemeyi! Bildiğin kadarıyla Türkçe konuş!”
Korkmazgil, Bıyıklar Konuşuyor kitabındaki Zeki Müren Parlamento’da öyküsüyle de sanat güneşini bakış odalarımıza misafir ediyor. Yazar, Zeki Müren ve bürokratlar arasında gelişen olayları, çelişkili yönleriyle yine mizah dilini kullanarak ustaca anlatıyor.
Delinin Zoruna Bak hikâyesi bence en anlamlısı… Yazarın Ankara’yla bir alıp veremediği var, ne de olsa Ankara’da yaşadığı, öykülerinin çoğunu bu kentte yazdığı biliniyor. Bu öyküde de yine Ankara vurgusuyla karşılıyoruz ancak başkent ciddiyetiyle.
“Evde, dede yadigarı bir pala vardı. Biz, çocukluğumuzda, belimize takar, başımıza da ne bulursak sarar, ‘yeniçerilik’ oynardık. Bizler büyüdük, başka oyunlara başladık.” (Dede Yadigarı Pala öyküsünden)
Mizah denince akla, yalnızca gülme geliyor olabilir. Ancak Hasan Hüseyin yazılarında gülmeyi ideolojik bir eylem gibi tanımlıyor. Zamanın da Taş, Karikatür,Yön, Akbaba, Akis gibi hatırı sayılır dergilerde sıkça karşılaşılıyor yazarın mizah öyküleriyle. Her cümlesinde “Acıyı bal eyledik” dedirtiyor. Kendinizi en trajik hikâyelere gülümserken ve daha trajiği bu gülümsemeden utanırken buluyorsunuz…
Önce Biz Bakarız Tadına öyküsünü, zihin dolusu küfürle bitiriyorsunuz. Katarsis yaşatıyor yazar bir nevi…
“İnsan insan derler idi
İnsan nedir şimdi bildim
Can can deyu söylerlerdi
Ben can nedir şimdi bildim”
(Muhiddin Abdal)
İnsanı böylesine yalın anlatmak korkutucudur kuşkusuz. Hasan Hüseyin Korkmazgil, üryan bırakırcasına gösteriyor kabulü en zor olan anları. Muhiddin Abdal’ın nefesinden üflüyor insan suretinin riyakarlığını… Oku da utanma(!)
Ayça Güngör – edebiyathaber.net (5 Nisan 2018)