John Freely’i başta İstanbul olmak üzere Türkiye ve Osmanlı İmparatorluğu hakkında gezi ve tarih kitapları ile tanırız. 1926 New York, Brooklyn doğumlu olan Freely, öğrenimini tamamladıktan sonra 1960’ta göreve başladığı Robert Kolej’de akademik hayatını sürdürmüş, 2015’te vefat edince de naaşı İstanbul Feriköy Protestan Mezarlığı’na defnedilmişti.
Boğaziçi Üniversitesi’nden meslektaşı Hilary Sumner-Boyd’la birlikte kaleme aldıkları, 1972’de yayınlanan, halen de çok okunan, klasikleşmiş İstanbul rehberi “Strolling Through İstanbul: A Guide to the City”den başlayarak 40’tan fazla kitabın yazarıydı. Kendisiyle oturup sohbet etme şansım olmadı ama birçok ortak dostumuz vardı ve İstanbul’un en ünlü meyhanelerinden Asmalı Cavit’in müdavimlerindendik. Cavit’te karşılaşmalarımızda saygıyla selamlardım kendisini. Bu selam hem verdiği dev eserlere hem de sıcak bakışlarına yansıyan dostane havasınaydı. John Freely’nin Türkiye için büyük bir kayıp olduğunu düşünürüm.
İngilizcesi 2016’da yayınlanan, Türkçede Sibel Alaş’ın çevirisi ile geçen ay yayınlanan biyografik eseri Sürgün Sanatı’nı bu ilgi ve sevgiyle hemen edinip okumaya başladım. Tabii ki okumaya başlamadan önce aklıma takılan, kitabın adı, “Sürgün Sanatı” ve alt başlığı “Avare Bir Hayat” oldu. Bence John Freely ne “sürgün”dü ne de “avare bir hayatı” vardı. Kısıtlı bilgime göre “sürgün” değildi, çünkü İstanbul’a kendi İsteğiyle gelmişti, “avare” değildi çünkü hem akademik alanda hem de tarihçi ve seyyah bir yazar olarak yoğun bir üretimi vardı. Sibel Alaş gibi iyi bir çevirmenin daha başlıkta yanlış çeviri yapmayacağını düşündüğüm için okuyup anlamaya karar verdim.
John Freely Brooklyn’de doğmuş ama İrlanda göçmeni bir ailenin çocuğu. Çok yoksul bir yaşamları olmuş. Mezar kazıcısı ve tramvay görevlisi olarak çalışan babası işsiz kalınca annesi ve kardeşleriyle İrlanda’ya dönmek zorunda kalmışlar. Ancak babaları biraz para kazanmayı başarınca New York’a dönebilmişler. Böylece John Freely altı yaşına geldiğinde Atlantik’i dört kez geçmiş. Kendisindeki seyyahlık ruhunun bu yolculuklardan kaynaklanmış olduğunu düşünüyor.
Anadolu ve Ege’ye tutkusu ise iki kitaptan kaynaklanıyor ona göre, biri okumayı öğrendiğinde ilk okuduğu kitap olan ve Kırım Savaşı’ndan dönen dedesinin İstanbul’dan aldığını söylediği “Dünyanın Etrafında Resimli Bir Yolculuk” ve çöplerden topladığı şeyleri satarak elde ettiği paralarla okuduğu Homeros’un Odisseia’sıdır. Kabartma resimlerle dolu “Dünyanın Etrafında Resimli Bir Yolculuk”un İstanbul’la ilgili bölümü hiç aklından çıkmamış.
Öğrenimini lisede okurken bırakmış ve 17 yaşındayken İkinci Dünya Savaşı’na deniz askeri olarak katılmış. Burma ve Çin’de bir komando birliğinde görev yapmış. İkinci Dünya Savaşı sona erince de savaş esirlerini ABD’ye taşımışlar ve defalarca gemiyle okyanusu geçmiş. Bu görevinin ömür boyu sürecek seyahat tutkusunu ateşlediğini düşünüyor.
Amerikan hükümetinin savaştan dönenlere tanıdığı bir hakla liseyi bitirmeden üniversite eğitimini New York’ta almış ve fizikçi olmuş. 1947’de Freely, “blues söyleyen güzel bir kız”a âşık olmuş. Bu güzel kız Dolores “Toots” Stanley’dir. Hayatlarını dünyayı dolaşarak geçirmek için kanlarıyla bir anlaşma imzalayarak evlenmişler.
John Freely’nin ABD’deki iş tekliflerine aldırmayıp eşi ve üç çocuğuyla İstanbul’a, Robert Koleje gelmesinin nedeni de bu anlaşmaymış. İstanbul onların başta Anadolu olmak üzere önce yakın çevreye, sonra daha uzaklara ailecek veya karı koca olarak yapacakları sayısız gezinin başlangıç noktası olmuş. Freely ailesi çok gezmiş ama evleri hep İstanbul olmuş. John Freely daha sonra ABD ya da diğer ülkelerden gelen iş tekliflerini de kabul etmemiş. Geçici görevlere yine seyahat ve yeni yerler görmek amaçlı gitmiş ama İstanbul’u terk etmemiş. Bu nedenle “sürgün” olduğunu düşünmesini, sadece kitabın adında değil içinde de sözünü etmesini yadırgadım. Mutlaka başka bir şeyi kastediyordur. Keşke yaşasaydı, bu kez yüzümü kızartır, selam verip geçmez, sorardım.
Avareliğe gelince, Freely’nin hayatı avarelikse bizimki nedir, diye sormak gerek. New York Üniversitesi’nde Fizik doktorası yapıp başarılı bir fizikçi olmuş, ABD’de önemli ve stratejik görevler almış. Oxford Üniversitesi’nde bilim tarihi çalışmış. New York, Boston, Londra, Atina, Oxford ve Venedik’te misafirlik profesör olarak fizik, bilim ve astronomi tarihi dersleri vermiş.
“Yeterince işim var, başka şey yapamam” dememiş, her fırsatta seyahate çıkmış, seyahatlerini hep bilinçle, okuyup öğrenerek yapmış, çoğu yerde Batılı ilk gezgin olmuş ve kitaplar yazmış. Ele aldığı konuları kapsamlı olarak işlemiş, akıcı bir dille anlatmış. Anadolu, Ege ve Akdeniz’in tarihi hakkında, Osmanlı İmparatorluğu hakkında ondan çok şey öğrendik, öğreniyoruz.
“Sürgün Sanatı”ndan 90 yıllık hayatını dolu dolu yaşadığını anlıyoruz. Ve kitaptan çıkardığım sonuç şu; John Freely ne sürgün’dü ne de avare bir yaşam’ı oldu. Sanıyorum bir ironi yaptı. Okuru kışkırtmak, merak ettirmek için kitaba o adı ve alt başlığı koydu. İyi de yapmış.
“Sürgün Sanatı” çocukluk ve gençlik yıllarını bir yana koyarsak yaşam öyküsünü anlatırken esas olarak gezilere ağırlık veren bir biyografi. Ama John Freely’nin çok renkli bir entelektüel bir yaşamı olduğunu da anlıyoruz. Yaşar Kemal’le tanışmaları, üstadın hiç tanımadığı John Freely’nin kızıl sakalından kıl koparması, Freely’nin de karşılık olarak onun bağrından bir kıl koparışı gibi birçok renkli anısı var kitapta ama yetmiyor. Umarım Freely onları da bir yere not etmiştir ve entelektüel anıları da bir gün çıkıp gelir, kitap olur.
Kaynak: “Sürgün Sanatı”, John Freely, çev. Sibel Alaş, Alfa yay. Aralık 2023.
edebiyathaber.net (24 Ocak 2024)