Hunter S. Thompson, Amerikan edebiyatının ve gazetecilik tarihinin en önemli ve aynı zamanda en tartışmalı figürleri arasında yer alıyor. Tartışmalı bir figür çünkü, Thomspon sadece yazdıklarıyla değil aynı zamanda Rock Star’dan hallice bir yaşam tarzıyla da dikkat çekmiş bir yazar. 70’li yıllar boyunca yazdıklarıyla, yaşam tarzıyla, asiliğiyle birçok müzisyen, oyuncu ve sanatçının hayatını etkilemiş; deyim yerindeyse kendi klanını ve müritlerini oluşturmuş biri. (Özellikle Johnny Depp’in Hunter S. Thompson hayranlığını bilinir) Bununla birlikte, Thompson, 60’lı yıllarda başlayan ve tüm dünyayı etkileyen karşı-kültür hareketinin son mirasçılarından biri olduğunu söyleyebiliriz.
Hunter S. Thompson’ın edebiyata ilgisi küçük yaşlarda başlamış. Bu dönemde Beat Kuşağı yazarlarını okumuş, Henry Miller, Hemingway ve S. Fitzgerald’in kitaplarına büyük hayranlık beslemiş. Dolayısıyla edebiyat zevki klasik edebiyat sınırlarını aşan, asi bir kuşağın etrafında şekillenmiş. Üstelik hayatını da tıpkı Hemingway gibi sonlandırmıştır.
Lakin edebiyata bulaşmadan önce uzun bir süre gazetecilik yapmış. Çeşitli gazetelerde spor muhabirliği yapmış. Dolayısıyla gazetecilik onun yazarlık kariyerini ciddi anlamda etkilemiş görünüyor. Kitaplarının bir çoğu da habercilik için gittiği yerlerden çıkmış öyküler ve hikayelerden oluşmaktadır. Lakin burada şunu hatırlatmak da fayda var; Thompson bildiğimiz hiçbir gazeteciye benzemiyor. Thompson’ın gazetecilik anlayışının bir adı var: Gonzo. Bu gazetecilik anlayışı indirgemeci bir şekilde özetlenmeye çalışılırsa “kişiye has ve öznel gazetecilik” olarak tanımlanıyor. Yani haberciliğin esası olabilecek 5N1K gibi durumlar burada söz konusu değil. Bu gazetecilik anlayışında bir tür bilinç akışıyla yazılmış metinler göze çarpar. Yazar Tom Wolfe’ye göre ise gonzo “roman gibi okunacak gazete yazılarıdır”. Thomspon’ın gazetecilik anlayışı bu bağlamda Wolfe’ın tarifine uymaktadır.
Thomspon, 1960’lı yıllardan beri, çeşitli gazetelerde çalışmak için farklı yerlere ve ülkelere gitmiştir. Örneğin, 60’ların başında Porto Riko’da El Sportivo dergisinde spor yazıları yazmıştır. Bu süre zarfında orada yaşadıklarını, Karayipler’e çöreklenmiş arsız zenginleri, kaçakçıları, uyuşturucu bağımlılarını aktarmıştır. Zaten bu yazdıkları hikayeleştirip Rum Diary( Rom Günlükleri) ismiyle basılmıştı. (Kitap, 2000’li yıllarda aynı isimle sinemaya da uyarlanmıştı)
Thompson, 60’lı yıllarda özellikle karşı-kültür ve uyuşturucu ortamlarında sıklıkla yer almış birisi; zaten Gonzo gazeteciliği en çok bu ortamlarda işine yaramış görünüyor. Özellikle Alen Ginsberg ve Ken Kesey gibi dönemin önde gelen edebiyat çevrelerinde takıldıktan sonra asıl ününü 60’ların sonunda bir süre takıldığı motosiklet çetesi Cehennem Melekeleri üzerine yazmış olduğu makalelerle edinecektir. Cehennem Melekleri bir dönem karşı kültürün önemli simgelerinden biri olsalar da, ilerleyen dönemlerde bulaştıkları tecavüz, şiddet gibi suçlar yüzünden muhalif kesimler eleştirilerine maruz kalmışlardır. Hunter S. Thompson, uzun bir süre Cehennem Melekleri’nin yanında takılır, onları gözlemler ve yazar. İşler bir yere kadar uyumlu gider lakin yazar, çetenin aşırılığa kaçan eylemleri görünce onlardan uzaklaşmak ister, Cehennem Melekeleri de onu düşman olarak beller. Hikayenin finali, Hunter S. Thompson’ın ağır şekilde dövülmesiyle son bulur. Bu sevimsiz tabloya rağmen Thompson’ın yazdıkları büyük ilgi görür ve bu metinler daha sonra kitaplaşır.
Hunter S. Thompson’ın asıl büyük şöhreti ise Las Vegas’ta Korku ve Dehşet romanıyla olacaktır. Bu kitap, Gonzo gazeteciliğinin hatta Amerikan edebiyatının kutsal metinleri arasında yer alıyor; aynı zamanda bir dönemin sona ermesinin hatta Amerikan rüyasının nasıl bir kabusa dönüştüğünün ilan ediyordu. Kitap Terry Gilliam tarafından 1998 yılında sinemaya da uyarlanmıştı. Başrollerini azılı bir Thompson hayranı olan Johhny Depp ve Benacio Del Toro oynamıştı. Las Vegas’ta Korku ve Nefret geçtiğimiz günlerde İthaki Yayınları’ndan yeniden yayımlandı. Kitap oldukça şık bir tasarımla, çevirisini Kıvanç Güney’in yaptığı ve Ralph Steadman’ın çizimlerinin yer aldığı bir baskıyla okuyucuyla buluştu.
Amerikan rüyası sona ererken…
Las Vegas’ta Korku ve Dehşet, Raoul Duke ve onun avukatı Dr. Gonzo’nun Las Vegas’ta geçirdikleri çılgın, dehşet dolu bir hafta sonunun öyküsü. Kitap büyük ölçüde Thompson’ın Rolling Stones’a gönderdiği makaleler üzerinden şekillenmiş. Hunter S. Thompson, yaşadıklarından ilham alıp metne aktar kuşağının bir temsilcisi olarak bu kitabında da gördükleri ve deneyimlediği olayları harmanlayıp ortaya bir hikaye çıkarmış. Hikayesini serbest bilinç akışıyla ama oldukça grostesk bir üslupla anlatmış. Dolayısıyla neyin gerçek neyin kurgu olduğu bir süre sonra anlaşılmıyor.
Thompson, 1960’lı yıllarda Nixon’a karşıtlığıyla biliniyor, yazdığı birçok metinde kendisine ağır eleştirilerde bulunmuştur. 60’lı yıllar Amerikan iç ve dış siyasetinin ciddi anlamda karıştığı ve belirsizleştiği bir dönemdir. Gerek süren Vietnam savaşı gerekse de siyasetin yozlaşması ‘Yeni Dünya’nın karanlığa gömülmesi anlamına geliyordu. Bununla beraber bu yıllarda Hippi kuşağı ve onun taşıdığı iyimserlik sona ermeye başlamış; politik aktivizm kendisini ayarsız bir uyuşturucu ortamına bırakmıştır. İşte böyle bir dönemde, Hunter S. Thompson, avukatı “Zeta” Acosto’nın ortağı ve polis tarafından alı koyulan Ruben Salazar hakkında bir yazı hazırlıyor aynı zamanda Vietnam karşıtı gösterileri izliyordu. Gösteriler sırasında polisin kullandığı orantısız şiddet ve kendisinin de bu kaosun içerisinde kalması sebebiyle Hunter S. Thompson, Los Angeles’ten gitmeye karar verir. Çünkü Los Angeles artık tehlikeli bir yerdir. Tam bu sırada, bir gazeteden Nevada’da da düzenlenecek bir off-road yarış için haber yapması teklifi gelir bu tam da Thomspon’ın beklediği bir iş teklifidir, bavulları hazırlayıp avukatıyla yola koyulur.
Yolun sonu: bir kuşağın hayal kırıklığı
Kitap işte tam da bu öyküyü anlatıyor. Kahramanlarımızın Los Angeles’tan topuklayıp Nevada çöllerine kaçışıyla… Las Vegas’ta Korku ve Dehşet’te hikayeyi kendisinin alter egosu Raoul Duke’tan dinliyoruz. Hikaye Raoul Duke ve avukatı Dr. Gonzo’nun Las Vegas’ta gerçekleşecek bir off-road motosiklet yarışını takip etmeleri için görevlendirilmeleriyle başlıyor. Avukat ve Rauol Duke, yapacakları seyahatin tehlikelerle dolu bir yolculuk olduğunu farkındadırlar. Dolayısıyla bu tehlikelere karşı önlem almak isterler; arabanın bagajını uyuşturucu ve alkolle doldururlar. Çünkü Amerikan rüyası bir süre önce sona ermiştir; geriye sadece çılgınlık, aşırılılık ve delilik kalmıştır. Dolayısıyla kafaları ne kadar iyi olursa önlerine çıkan bu tehlikelerinden kendilerini koruyabilirlerdir. Lakin ikisi ‘Amerikan Rüyası’nı aramaya kararlıdır.
İkili, yol boyunca o kadar çok uyuşturucu, asit ve kimyasal kullanırlar ki gerçekle, fantezi birbirine girmeye başlar. Sıcak çölün üzerinde uçan yarasa sürüleri görürler mesela, ani öfke ve şiddet patlamaları yaşarlar. Paranoya da işin içine girer tabii.. Otele vardıklarında yarışı takip etmekten vazgeçerler. Kendi dalgalarına bakarlar; önce derginin kendileri için ayarladığı fotoğrafçıyı kovarlar sonra uyuşturucu ve alkol ortamlarına balıklama dalarlar. Otel odasını darmaduman ederler, yine yoğun kimyasal kullanımı sebebiyle “tribe” düşerler. Daha sonra bu otelden ayrılırlar başka yerler geçerler; yol boyunca her türden insanla karşılaşırlar. Faşist, milliyetçi, kumarbaz, bencil zenginler… Hepsi de Amerikan rüyasının aslında ne olduğunun göstergesidir zaten. Raoul Duke de halüsinasyon etkisindeyken yollarda karşılarına çıkan tipleri çeşitli yaratıklar olarak görür. Bazen bazı gerçekler, bildiğimiz gerçekliğin içerisinde gözükmez zaten, onu görebilmek için başka bir kafa lazımdır. Bu arada kitabın uyuşturucunun faydaları şeklinde olmadığını hatırlatmak lazım; yanlış anlaşılma olmasın sakın. Thompson, 68 kuşağının tavrı, ideali ve karşı-kültür hareketiyle kendi kuşağını kıyaslıyor bir anlamda… Kendi kuşağının ayarsız, uyuşturucu triplerinin anlamsız ne kadar içi boş olduğunu vurguluyor. Üstelik bunu yaparken de yine uyuşturucu kullanımının sağlığa etkisi gibi söylev çekmiyor ahlakçılık yapmıyor…
İkili Nevada çöllerinde yollarına devam ederler. Her türlü suça bulaşırlar; evrakta sahtecilik, ruhsatsız silah, sınırsız uyuşturucu, otel odalarına zarar verme… Hatta yeri gelir ikisi kafaları kıyak bir şekilde haber takibi yapmak için Ulusal Bölge Savcıları Birliği’nin düzenlediği uyuşturucu karşıtı bir konferansa bile katılırlar. İkili çölün ve deliliğin ortasında garip gömlekleri, üstü açık arabalarıyla fonda Jefferson Airplane parçalarının çaldığı bir ortamda Amerikan Rüyasını ararlar. Bulabildikleri tek şey ise: kaos, yıkım ve deliliktir. Bu deliliğin panzehiri ise bildiğin gibi yaşamaktır belki de… Hayat ayık kafayla gezilmeyecek kadar kötü ve karanlık bir yerdir kim bilir.
“Dört bir yanda, her an çılgınlık vardı. Her yerde partileyebilirdiniz. Yaptığımız şeyin doğru olduğuna, bizim kazandığımıza dair muhteşem ve evrensel bir his vardı…. Sanırım tutunduğumuz şey de buydu -Eski ve Kötü güçlere karşı kaçınılmaz bir zafer hissi. Zalimce ya da militarist bir bağlamda değil; buna ihtiyacımız yoktu. Enerjimiz nasılsa galip gelecekti. Savaşmanın anlamı yoktu- ne bizim açımızdan ne de onların açısından. Zaten büyük ve çok güzel bir dalganın tepesinde tam gaz gidiyorduk…
İşte şimdi üzerinden beş yıldan az bir zaman geçmişken, Las Vegas’taki dik bir tepeye tırmanıp Batı’ya bakarsanız, suyun en yükseldiği yerdeki o izi, eğer bakmayı biliyorsanız, görür gibi olursunuz – dalganın sonunda kırılıp düştüğü o yeri.”
Las Vegas’ta Korku ve Nefret, bir dönemin panoramasını anlatıyor. 60’ların Hippi iyimserliği kısa sürede etkisini yitirmiş, onlardan geriye de Nixon, Vietnam, yozlaşma, rüşvet ve kaos kalmıştır. Üstelik Hippi kuşağının politikliği de sona ermiş; gelecek olan dalgayı fark edenler de ufaktan buralardan sıvayıp beyaz yakalı olmuştur. Geriye de Big Lebowski kalmıştır. Hunter S. Thompson işte tam da bu dönemi anlatıyor. Uyuşturucu kuşağının hayal kırıklıklarını, kaybolmuşluğunu ve çöken idealleri kitabına taşımıştır. İşin özü karşı-kültür hareketi artık evcilleşmiştir geriye sadece boş bira kutuları kalmıştır. Jack Kerouac’ın Yolda’sıyla başlayan süreç Hunter S. Thompson’ın yolculuğuyla sona ermiştir, yol bitmiştir… Las Vegas’ta Korku ve Nefret, komik, eğlenceli çoğu zamanda sert gerçekliğin önümüze getirildiği modern bir klasik.
edebiyathaber.net (7 Mart 2019)