George F.Babbitt, Amerika’nın hayali Zenith şehrinin nezih Çiçekli Tepeler bölgesinde, Hollanda koloni üslubundaki bir evde karısı Myra ve üç çocuğuyla yaşayan, kırklarının sonuna yaklaşmış bir beyefendidir.
Şişman değildir ama oldukça besili ve tombiktir. Zengin, fazlasıyla evli ve romantizmden nasibini almamıştır.
Gerçek hayatta son derece gerçekçidir ve ayakları yere basar ama rüyalarında incecik, bembeyaz ve arzulu peri kızı onu beklemektedir.
Kayınpederiyle ortak olduğu Babbitt-Thomson Gayrimenkul Şti.’de yöneticidir ve emlak komisyonculuğu -kesinlikle emlakçı değil- yapmaktadır.
Çalışanlarıyla öyle sık sık ağız dalaşına girmez. İnsanların onu sevmesinden hoşlanır, sevilmediğinde keyfi kaçar. Ancak kutsal cüzdanına el uzattıklarında, korkusu öfkeye dönüşür ama sonra hitabet gücü ve üstün prensiplere sahip bir adam olarak, kelime dağarcığının tınılarından ve erdemlerinin coşkunluğundan keyif alır.
Büyük olan her şeye saygısı vardır; dağlar, mücevherler, adaleler, servet ya da kelimeler.
Çok puro içer ve kusursuz bir vatandaş olarak tütünün zararlarını kabul edip sık sık içmeyi bırakmaya karar vererek puroyu bırakmak dışında her şeyi yapar.
İçkinin yasak olduğu yıllardır ve Babbitt de erdemli bir adamdır. Alkol yasağını uygulamasa bile takdir eder, hız yapmaya karşı kurallara uymasa dahi, yasağı över, para cezalarını öder, kiliseye, Genç Hıristiyan Erkekler Birliği’ne katkıda bulunur.
Eyalet Üniversitesi mezunudur, golf oynar, Atletik Kulüp ve Booster Kulüp üyesidir, hitabet sanatında gayet iyidir, ne zaman Chicago’ya gitse özel banyosu olan bir oda tutar.
Amerikan egemenliğinin manevi ve entelektüel yanının gözden kaçırılmaması gerektiğini, liyakat, Rotaryenlik, yasaklar ve demokrasi gibi baskıcı akımların derinliğini ve zenginliğini savunur.
En iyi arkadaşı, bir zamanlar kemancı olmayı istemesine rağmen şimdi çatı kaplama malzemeleri satan ve “cana can katan” eşi Zilla’yla yaşamaya çalışan Paul Riesling’dir.
Kadınları dörde ayırır: gerçek hanımefendiler, çalışan kadınlar, yaşlı çatlaklar ve seksi piliçler.
İşte George F. Babbitt böyle bir adamdır.
Sonra bir gün Paul’le birlikte erkek erkeğe Maine’e tatile giderler ve dört yüz küsur sayfalık romanın üçte birinde gayet ağır ve sıradan akan nehir yatak değiştirir.
Artık Paul’un hezeyanlarından etkilendiğinden midir yoksa o yıllarda henüz adı konmamış andropoz girdaplarına kapıldığından mıdır nedir, George’un kafası karışmaya ve yaşadığı hayatı sorgulamaya başlar.
Şimdi konfor alanından çıkmaya cesaret etmekte, liberalizmi savunmakta, sosyalistlere hiç de o kadar kötü bakmamaktadır. Hatta evliliğin erdemlerini yüceltmeyi bırakıp onu anlayacak, ona değer verecek ve onu mutlu edecek o imkânsız olmayan kadını aramaya başlar.
Çok geçmeden de bulur.
Ama bu isyankârlığın bir bedeli vardır. Bakalım George bu bedeli ödemeye hazır mıdır? Yoksa geleneksel ve kurallara uygun davranışın güvenli kollarına geri mi dönecektir?
Adını kahramanından alan roman 1920’lerde, savaş sonrası Amerika’sının orta sınıf hallerini, sanayileşmenin gelişip seri üretim ve tüketim toplumunun ortaya çıkmaya başladığı, antikomünist kuşkuculuktan kaynaklanan cadı avının ayak seslerinin duyulmaya başladığı dönemi incelikli bir hiciv diliyle anlatıyor.
Sinclair Lewis bu romanıyla İngilizceye “orta sınıfın değerlerine ve standartlarına düşünmeden uyum gösteren” kişi anlamında kullanılan “Babbitt” sözcüğünü armağan etmiş.
Üstelik Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan ilk Amerikalı yazarmış.
Tamı tamına yüz yıl öncesi bir dönemde geçen romandaki kurgu ve karakterler o kadar bugünden ki yıllar hatta yüzyıllar geçse de mayası aynı olan ve konformizmin bulanık ama güvenli sularından çıkmak istemeyen insanın çok da fazla tekâmül edemediğine dair şüpheye kapılmamak elde değil.
Öte yandan tam da aynı sebepten insan yalnız olmadığına dair tuhaf bir güven duygusu yaşıyor.
Sayfalarda ilerlerken o kadar çok karakter tanıdık geldi ki yanlarına “A bu kadın tam da X ya da ben, şu adam aynı Y” gibi notlar alıp durdum. Tanıdık geldikçe de onları sevdim, benimsedim ya da kızdım, tartışmalara taraf oldum, hayallerini, hayal kırıklıklarını, hayattan beklentilerini paylaştım.
Gamze Öncül’ün Türkçe’nin kıvraklığına son derece başarıyla uyarladığı romanın sonuna dair ipucu vermeyeceğim ama George’un beni ciddi anlamda hayal kırıklığına uğrattığını söyleyebilirim. Yine de okura içeri girip kendi sonunu yazabileceği bir kapı aralık bırakılıyor sanki.
Bilmem siz ne düşünürsünüz!
edebiyathaber.net (14 Ekim 2023)