Edebiyat bağlamında konuşursak, bir kitap, yazarının diğer kitaplarını, yazılarını okudukça, yazarının hayat hikayesini öğrendikçe, yazara ve kitaba dair bilgiler, farklı görüşler edindikçe derinleşir. Tadı artar. Benliğimizde daha özel, daha farklı ve daha kalıcı bir yer edinir. Bize daha yakınlaşır. Bu yüzden kitaptan çok yazar okumak (bir yazarın tüm eserlerini, ayrıca o yazarla ilgili başka yazı ve kitapları okumayı hedeflemek) önemlidir. Yolların Başlangıcı, bu açıdan Amin Maalouf okurları için önemli bir kitap. Maalouf, Yolların Başlangıcı’nda ailesinin, ulaşabildiği en eski tarihine gidip dört kuşak boyunca yaşananları su yüzüne çıkarmaya çalışıyor. Kitapta Maalouf’un ailesine ait tarihsel sürecin yanı sıra, anlatılan dönemlere dair birçok ilgi çekici tarihsel ve sosyal hikaye bulunuyor. Maalouf okurları kitap boyunca bu tarihsel ve sosyal olaylara tanıklık ettikleri kadar, Maalouf’un yazarlığının kökenlerine, kitaplarının hangi hikayelerden beslendiğine de tanık oluyorlar.
Kitabın başında, kimlikleri reddettiğini, kendini herhangi bir dini topluluğa ya da ulusa ait hissetmediğini belirten Maalouf, bir gün kendini uçsuz bucaksız ailesinin serüveni ile özdeşleştirir ve bu serüvene ait mümkün olduğunca çok bilgiye ulaşmaya çalışır. Ailesinin uçsuz bucaksızlığı kitabın daha başında fark ediliyor, bu nedenle kitabın başında bir soy ağacı yer alsa okuyucuların takibi açısında faydalı olabilirdi. Ben kendi adıma okuma sürecimde bir soyağacı oluşturarak ilerledim, olası okurlara da bunu yapmalarını tavsiye ederim.
Fransa’da yaşayan Lübnan doğumlu yazar, araştırmalarını sadece Beyrut’ta değil, bu serüvenin önemli kahramanlarından amcası Cebrail başta olmak üzere birçok akrabasının göç ettiği Küba’da sürdürür. Kitabın Fransızca orijinal ismi “Origines” Türkçeye Yolların Başlangıcı olarak çevrilmiş. Bu tercihte, kitabın ilk sayfalarında Maalouf’un yaptığı açıklamalar etkin olmalı; Maalouf, ailesinin geçmişine uzanırken “kök” kelimesi yerine “yollar”ı tercih ettiğini belirtiyor ve diyor ki; “Ağaçların tersine, yollar rastgele atılmış tohumlarla topraktan fışkırmaz. Bizim gibi onların da bir başlangıcı vardır. Aldatıcı bir başlangıçtır bu, çünkü hiçbir zaman bir yolun gerçek bir başlama noktası yoktur; birinci dönemeçten önce, orada, hemen arkasında başka bir dönemeç daha vardır ve ondan önce bir tane daha…”
Kitabın ana kahramanlarından Amin Maalouf’un dedesi Butros’un Atatürk’e olan hayranlığı, Atatürk’ün yaptıklarının o dönemde Anadolu dışındaki coğrafyaları nasıl etkilediği, Lübnan ve çevresindeki Osmanlı topraklarında o dönemin insanlara nasıl heyecan ve umut verdiğini görmek, diğer yandan Maalouf ailesinin serüveni üzerinden Osmanlı tarihi ile karşılaşmak, kitabın Türkiye’deki okurlar için önemini arttırıyor. Butros’un Atatürk’e duyduğu hayranlık öyle büyük ki, 1921’de doğan bebeği kız olmasına rağmen ona, Atatürk’ün onuruna ve Mustafa Kemal isminden esinlerek, Kamal ismini veriyor. Kamal, Amin Maalouf’un halasıdır ve bu kitabın oluşmasında verdiği bilgilerle kitaba en çok katkı verenlerden biridir. Bu nedenle kitabın ithaf edildiği isimlerden biri de Kamal haladır.
Tarihin tekerrürünü, Maalouf’un ailesinin tarihi üzerinden bir kez daha görüyoruz. Yıllarca Osmanlı toprakları içinde yer alan Lübnan, Birinci Dünya Savaşı sonrası Fransa’nın yönetimine geçiyor, daha sonra da bağımsızlığını kazanıyor, ancak coğrafyanın değişmeyen yazgısı din savaşları varlığını hep sürdürüyor. Tarih boyunca dünyanın her yerinde güç sahipleri iktidarlarını baki kılabilmek için dini en etkin politik araç olarak kullanmışlar. Bir kısmı Protestan bir kısmı Katolik olan Maalouf’un ailesinde inanç savaşları en önemli yeri tutuyor. İlginçtir ki dengeyi hep ailenin laik bireyleri sağlıyor. Dört kuşak uzaklıktaki büyük büyük dedesi Tennus, sonra dedesi Butros, daha sonra Butros’un oğlu ve dolayısıyla Maalouf’un babası Rüştü, aydın ve laik kimlikleri ile aile içi barışı, ailenin eğitim ve kültür seviyesinin geliştirilmesini, yeni yetişen kuşakların çağdaş birer birey olmalarını sağlamaya çabalayan kişiler. Tabii dinin ve savaşların izin verdiği ölçüde insanları ne kadar etkileyebilirlerse. Maalouf’un babası Rüştü de şair, yazar ve gazeteci. Ailenin bu laik ve aydın bireylerinin hem kendi ailelerinde hem de toplumda gerçekleştirmeye çalıştıkları çağdaşlaşma çabaları ülkemizde ve dünyada yıllardır yaşanan süreçlere çok benziyor. Maalouf’un dedesi Butros’un 1904-1905 yıllarında ülkesi için söyledikleri, bugün de tüm toplumlar için güncelliğini koruyor;
“Ülkemizin yöneticilerini eleştirmekte haklısınız; ama bununla sınırlamayın kendinizi; eğer yöneticiler yozlaşmışsa, halkın kendisi de en az o kadar yozlaşmış demektir. Yöneticiler bu genel kokuşmanın yüze vuran görüntüsüdür. Ağacı, kökünden başlayarak iyileştirmek gerekir. Gerek gazetelerde, kitaplarda düşüncelerini dile getirenler, gerekse kürsüden insanlara seslenenler, kendilerini bu çabaya adamalıdırlar.”
Kitapta birçok şiirine de yer verilen Butros’un aynı yıllarda savaşa dair yazdığı bir şiirin bir bölümü de şöyle;
“Saldırı ve talandır savaş, yıkım ve insan kıyımıdır;
Bir suç ki, işleyen krallar bağışlanır ve çocuklara çektirilir cezası!”
Yolların Başlangıcı; Amin Maalouf okuyucularının Maalouf yolculuklarını derinleştirmeleri için…
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (5 Haziran 2015)