Anayurt Oteli edebiyatımızın modernist yazarlarından olan Yusuf Atılgan‘ın ikinci romanıdır. Psikolojik yabancılaşma ve yalnızlık temasını işleyen roman kapalı ve biraz da karamsardır. Roman öz itibariyle tekdüze yaşamı, iletişimsizliği, kopuk ve yozlaşmış toplumu ve bu toplumun, yaşamın tükettiği insan tipini ele alır. Bu yaşam ve karamsarlık içindeki karakter Zebercet karakteridir. Bu olumsuz yaşam içinde tükenen bir bireydir Zebercet. Edebiyatımızda eşi zor görünmez bir roman karakteridir. O artık işlettiği otelle aynı yazgıyı paylaşmış bir roman kişisidir.
Romanın geçtiği zamana bakacak olursak yozlaşmışlığın, iletişimsizliğin çok olduğu bir zaman dilimidir. Kopukluk hat safhadadır. Acımasızlık, anlayışsızlık ve ahlaksızlık yaygındır. Bu durum romanda “…babasının döneminde bir havlu çalındığı halde Zebercet döneminde dokuz havlu ile iki çift terlik çalındı -hırsızlık- (s. 17)”, “elinde olmadan kirleniyordu insan(s. 34)”, “ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde (s. 53)” diye anlatılır. Çevre “birbirine benzeyen insan yüzlerinde” doludur.
Zebercet, Anayurt Oteli’nin kâtibi ve işletmecisidir. Askerden döndüğünden beri otelle ilgilenen kişi odur. Her şey olağan, tekdüze ilerlerken “gecikmeli Ankara treniyle gelen kadın” otelde bir gün konaklar ve gider. Zebercet bu kadına âşık olur ve o günden sonra onun bir daha geleceği günü bekler fakat kadın hiç gelmeyecektir. Zebercet’in hayatında her şey değişmiştir. Mesela önceleri “Otelden pek seyrek çıkardı. (…) yılda ya da iki yılda bir terziye, altı ayda bir keselenmek için hamama, dört haftada bir saç tıraşına, ayda bir postaneye giderdi” (s. 21). Artık sık sık dışarı çıkar olmuştur. Alışık olduğu bıyığını bile kesmiştir. Gitmediği yerlere gitmeye başlamıştır. Artık kendi deyimiyle “ne ölü, ne sağ”dır artık Zebercet.
Fakat Zebercet’in çocukluğuna bakacak olursak, olumsuzluklar onun yakasını bırakmamıştır. Bu toplumun istenmeyen ve dışlanan bireyidir o. Ana rahminden bile dışlanmıştır ve yedi aylıkken dünyaya gelmiştir. Bu olayı geriye dönük anılarında anlatır. Hayatındaki diğer olumsuzluğu da ailesindeki ölümlerdir. Onun yaşamında ve anılarında yaşayanlardan çok ölülerin etkisi hâkimdir. Akrabalarını sırayla kaybeder ve küçük yaşta son olarak annesini yitirir. Zebercet sevginin kaynağı anneyi yitirince bu dünyada “yapayalnız” kalmıştır. Zebercet artık korumasızdır. Askerlikte de dışlanır ve terslenir. Bu olumsuz hayat içinde Zebercet “tükenmiş bir bireydir.” Bu durumda kapıldığı umutsuz bir aşk bile onu bu tükenmişlikten kurtaramaz. Sık sık tekrarladığı gibi o “ne ölü ne sağ”dır.
Zebercet’in otelde ve dışarıda kurduğu ilişkiler hep ölüdür. Günlük, trajik ve içtenliksiz ilişkidir hepsi. Otelin hizmetçisiyle sevişmesi tecavüz gibidir. Kadının uykusu ağır olduğu için ilişkiden haberi olmaz, hatırlamaz. Sadece Zebercet’in tatmini söz konusudur. Karşılıksız ve ölü bir ilişkidir bu. Âşık olduğu “gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının” kaldığı odadaki yastık ve havluyla yaşadığı ilişki karmaşık bir ilişkidir. Biraz da şizofreniktir. Yastıkla ilişkisindeki çıkardığı sesler ve kendine verdiği cevaplar şizofrenik durumu ortaya koyar. Kadının çay içtiği bardağı dudağına götürmesi takıntılı bir durumu gösterir. Yani cinsel hayatında da iletişimsiz, kopuk ve psikolojik bir yalnızlık söz konusudur. Hayattan beklentisi olmayan, hayattaki bir kazanım için mücadele vermeyen Zebercet, cinsel ihtiyaçlarını da normal yoldan karşılamayan bir karakterdir.
Romanın ilerleyen sayfalarında ölümler sırayla gelir. Zebercet, hizmetçi kadını ve otelin kedisini öldürür. Bunları saklamaya çalışır. Katil olan Zebercet için her şey sıradandır. Otelle ilgilenmez, müşteri kabul etmez. Zebercet kendi düzenine adeta mahkûm etmiştir kendini. Belki bu mahkûmiyetten intihar ederek kurtulacaktır. Dayısı Faruk’un ölüm şekliyle kendini asarak hayatını sonlandırır. Belki onun için kurtuluş bu olmuştur. Yusuf Atılgan romandaki tek açık mesajını, Zebercet’in intiharı sırasında geçen şu düşünceyle verdi: “Ne oldu? Yapmayı unuttuğu bir şeyi mi anımsadı birden? Ya da yeryüzünde tek gerçek değerin kendisine verilmiş bu olağanüstü yaşam armağanını korumak, her şeye karşın sağ kalmak, direnmek olduğunu mu anladı giderayak?” (s.108)
Romanın adı da mekânı da otel olması, konusuyla ilgilidir. Otel, farklı insanların uğradığı bir yaşam alanıdır. Oteller insanların yalnızlığını, garipliğini ve sahipsizliğini paylaşır. Birbirlerini tanımayan, günlük ve geçici ilişkiler kuran insanların uğradığı mekânlardır oteller. İsim olarak otel seçilmesi, yalnızlığı, iletişimsizliği ve kopuk yaşamı ortaya çıkarır. Zebercet de aslında bir otel insanı gibidir, yalnız ve iletişimsiz. Zebercet konuşmasıyla Albert Camus’un Yabancı romanının kahramanı Meursault’u hatırlatıyor gibi. Meursault gibi az konuşan, tek kelimeyle soru soran ve sorulara tek kelimelik cevaplar veren bir kahraman Zebercet.
Yusuf Atılgan, Anayurt Oteli’ni yazarken bir röportajında “çok karanlık şeyler yazıyorum, herkes şaşıracak” demiştir. Berna Moran “karanlık” olanın toplum yapısı olduğunu şöyle açıklar: “Zebercet yalnızlığı, iletişimsizliği, kendi psikolojik nedenlerinden ötürü daha uç noktalarda yaşar, ama sorunu genel insanlık sorunudur. Ayrıca romanın topluma dönük bir yanının olduğunu da unutmamalıyız. Atılgan haksız düzenden, sömürüden, ezilenlerden söz etmese de Anayurt Oteli bir tür başkaldırı romanıdır, çünkü dolaylı biçimde sergilediği toplum, anlayışsızlığın, acımasızlığın, şiddetin ve ahlaksızlığın yaygın olduğu yozlaşmış bir toplumdur.”
Son olarak Anayurt Oteli, Zebercet şahsında karamsar, yalnız, hayatın tükettiği insan profilini ortaya koyar. Birey-toplum ilişkisi üzerinden yozlaşmış (modern) toplumun tükettiği ve yok ettiği insan tipini irdeler. Yusuf Atılgan sanki bu romanıyla günümüz toplumuna ve insanına da iğneyi batırmıştır.
Kaynakça
Atılgan Yusuf, Anayurt Oteli, Yapı Kredi Yayınları, 2014
Moran Berna, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, İletişim Yayınları, 2006 (s.291)
Serdal Keskin – edebiyathaber.net (28 Eylül 2015)