André Maurois, başta Aile Çevresi, İklimler olmak üzere dilimize çevrilmiş pek çok roman, öykü, eleştiri ve denemeleriyle de okurlarının belleğine yer etmiş Çağdaş Fransız Yazarlarından. Maurois’in 1974 yılında Nihal Önol tarafından dilimize çevrilen ve Varlık Yayınları Faydalı Kitaplar dizisinde kültleşmiş “Yaşama Sanatı” adlı eserini keyifle okudum. Araştırmalarım sonucunda eserin, birkaç yayınevi tarafından günümüzde de tekrar yayımlanmış olduğunu görünce sevindim.
Yazarın, yaşama bir sanatçı gözüyle bakmış olmaktan çok okuyucusuna yaşamının sanatçısı olabilme olanağı sunduğu bakış açısından etkilenmemek mümkün değil. Üstelik Maurois’in 1885- 1967 yılları arasında yaşadığı da göz önüne alınacak olursa yazdıklarının pek çoğunun günümüzde dahi geçerliliğini koruyor olması eseri daha da değerli kılıyor.
Aslına bakılırsa yüz seksen sayfalık bir cep kitabına koca bir yaşamın bilgeliğini sığdırabilmeyi başarmış bir sanatçı olarak André Maurois, isteseymiş her bir bölümden pek ala birkaç kitap daha yazabilirmiş. Sanırım bir yazarın edebiyat tarihine ismini yazdırmış olmasının sırrı da burada saklı olsa gerek. Az ve öz sözle çok şey söyleyebilmek.
Kitap, Düşünmek Sanatı, Sevmek Sanatı, Çalışmak Sanatı, Emretmek Sanatı ve Yaşlanmak Sanatı olmak üzere yoğun içerikle kaleme alınmış beş ana bölümden oluşuyor. Böyle olunca da tüm eseri bir yazıya sığdırmak için yazar kadar mahir olmak gerekiyor. Kitap, her bölümüyle dopdolu bir bilgi hazinesi. Bu nedenle şimdilik, Çalışma Sanatı’nın alt başlığı olan Okumak Sanatı’na bir göz atmakla yetinelim ve diğer bölümleri de bir başka yazının konusu edelim.
Yazar, Okumak Sanatı’na, “okumanın bir iş olup olmadığını” sorgulayarak başlar ve ünlü düşünürlerin okuma hakkındaki görüşlerine de yer verir. Valery Larbaud’un okumayı “cezalandırılmayan kötü huy,” diye nitelemesiyle “eline ne geçerse ayırt etmeden okuyanları” tanımladığını söyler ve “Onların yaptığı okuma, tamamen edilgen (pasif) dir; sadece yazılanlara boyun eğerler; okuduklarını yorumlamazlar; akıllarında buna yer açmazlar; bunları sindiremezler,” der.
Descartes’ın, okumayı “Geçmiş yüzyılların en dürüst kişileriyle yapılan bir konuşma,” olarak nitelendirmesininse en az Valery’nin savı kadar doğru olduğunu vurgular.
Maurois, bundan sonraki satırlarında okumanın zevk için yapıldığı gibi iş için de yapılabildiğini ifade eder.
“Zevk için yapılan okuma daha etkendir,” der. Bu tür okumanın meraklısının “romanları, güzel ifadeleri ya kendi duygularının uyanışını ve heyecana gelmesini ya da yaşamda bulamadığı serüvenleri aradığı için” okuduğuna dikkat çeker.
İş için okumayıysa “ Bir kitapta belirli bilgileri, ana hatlarını tasarladığı halde zihninde bir yapıyı tamamlayabilmek için gereken hammaddeleri bulmak için okuyan adamın okumasıdır,” diye tanımlar. Ona göre böyle bir okuma yapılırken elde kalem olmalıdır. Ve ekler: “İnsan, kendi kendisini her defasında o konuya dönmeye mahkûm ettiği sürece, okumak boşunadır.” Bu tip okuma yaparken kendisinin; kitabın ilk ve son sayfasına, kitaptaki başlıca konular ile ilgili birkaç kelime yazdığını ve yanlarına da tekrar okumak zorunda kalmamak için ilgili sayfa numaralarını kaydetmekle işin çözümünü bulduğunu belirtir.
Her çalışma gibi okumanın da kuralları olduğunu söyler ve okuyucuya kolaylık olması bakımından bu kuralları maddeler halinde yazar.
İşte Maurois’e göre nitelikli okuma için yapılabilecekler:
“Birkaç yazarı ve konuyu eksiksiz bilmek, birçok yazarı üstünkörü bilmekten iyidir. Bir yapıtın güzelliği ilk okuyuşta hiçbir zaman tam olarak anlaşılamaz. Kitap dosttur ve onunla baş başa kalmak gerekir.”
“Okumada büyük eserlere yer verilmelidir. Bu konuda yüzyılların seçimine güvenilmelidir. Bir insan yanılabilir: bir kuşak yanılabilir; insanlık yanılmaz.”
“Besinleri iyi seçmek gerekir. Her ruhun alacağı, alması gereken besin, farklıdır. Kişi, kendi yazarlarının kimler olduğunu öğrenmelidir. Ki dostlarımızın yazarlarından oldukça farklı yazarlardır bunlar. Aşkta da olduğu gibi kişi, kendisine uyana sadık kalmalı ve kendi kendisinin yargıcı olmalıdır.”
“Okuma, tıpkı güzel bir konserin, soylu bir törenin saygılı ve sessiz havasına bürünerek yapılmalıdır. Bir sayfaya göz atmak, telefona yanıt vermek (!), sonra aklı başka yerde kitabı eline almak, ertesi güne kadar bir yere bırakmak, değildir okumak. Gerçek okuyucu, kendisine uzun ve yalnızlık içinde akşamlar hazırlar; çok sevdiği yazara bir kış pazarının öğleden sonrasını ayırır. Kitap okuma fırsatı olarak gördüğü tren yolculuklarını da sever.”
“Ve son olarak okuyucu; kendisini büyük kitaplara lâyık hale getirmelidir. Çünkü onların okuması da tıpkı İspanyol hanları ve aşk gibidir: İnsan ancak kendi getirdiğini bulabilir. Duyguların dile getirilmesi ancak onları duymuş olanları veya henüz genç olduklarından, bu duyguların yeşermesini umutla bekleyenleri ilgilendirir.”
Esra Kara – edebiyathaber.net (15 Nisan 2016)