Bizi hayatta tutan güç sevgidir, sevme ve sevilme arzusudur, kimsenin buna karşı çıkacağını sanmıyorum. Bu kaynaklarımızı tükettiğimizde ya da kaybettiğimizde, acımızı unutmaya veya inkâr etmeye ne kadar çabalasak da bedenimiz buna karşı çıkar, arzusunu bir şekilde belli ederek sonuna kadar direnir.
Andrey Platonov açlığı ve çaresizliği çokça yazmış bir yazar, muhtemeldir ki kendisinden de epeyce izler vardır bu yazdıklarında, ama konumuz Platonov’un biyografisi değil. Devam ediyorum. Platonov Can’ın girişinde sevgiyi neredeyse ekmekle eş değerde tutar. “Gözlerindeki yaşlar hemen kurudu, yüzü daha bir güzelleşti, ürkek ve çekingen hareket etmeye alışkın olan ve bir ekmek kadar sıcak ve güzel kokulu vücudu, güvenle ve masumca ona doğru sokuldu. Çağatayev, büyük olasılıkla bir daha göremeyeceği, bu huzur ve mutluluk fışkıran tuhaf kadınla birlikte kendinden geçti.” Enstitüde, mezuniyet partisinde Nazar Çağatayev’in Vera ile temasını bu şekilde anlatır. Zaten “bir ekmek kadar sıcak” sözünü okuduğumuzda yapıtın en azından konusunu ekmek ve açlıktan alabileceği ya da bunların yarattığı sıkıntının sık sık karşımıza çıkabileceğini okur olarak tahmin edebiliriz.
Nazar küçük bir çocukken, vahşi Asya’nın ortasında, doğduğu yerden ve annesinden ayrılmak zorunda kalır. Açlık ve yoksulluk diz boyu değil, gırtlağa dayamış durumda. Annesi: “Öyle zayıfım ki, seni sevemiyorum bile. Artık kendi başına yaşayacaksın. Ben de seni unutacağım.” Annesi gitmesi için çocuğuna en uzak yeri işaret eder, belki orada yaşayacak kadar yiyecek bulur umuduyla. Küçük Nazar ağlamaya başlar, annesinin soğuk, zayıf bacağına sarılır, ancak tüm çabası boşunadır, annesi onu göndermekte kararlıdır, çocuğunun burada onunla birlikte açlıktan ölmesine göz yumamaz. Tam da burada beden devreye girer, vücudun öteki organlarından bağımsız çalışan parça, kalp, Platonov’un anlatıcısının kelimeleriyle söylersek: “Küçük kalbi bir an yoruldu ve durdu…” Neyse ki bu bir an için olur. Tıbben bunun mümkün olup olmadığını tıpçılar bizi aydınlatabilir, ancak bizi ilgilendiren kısım Platonov’un öyküsü.
Çocuk annesinden ayrılmayı, yalnız yaşamayı, belki de tam da bu anda sevme ve sevilme duygusundan yoksun kalmayı istemez. Ancak direnç boşunadır, bunu anlar, anladığı anda da, “Ben de seni unutacağım. Ben de seni sevmiyorum. Küçücük bir çocuğa bile bakamıyorsun. Ölürken yanında kimse olmayacak,” der, öç alırcasına. Ama okur bu sözlerin öç amacını taşımadığını bilir, daha çok bir çaresizliğin ya da umutsuzluğun dile geliş şeklidir bu.
Uyku zihnin ve yüreğin acılarına müdahale eden ilkyardım aracıdır belki de, çoğumuz bunu bir şekilde birebir yaşayarak tecrübe etmişizdir muhtemelen. Beden burada yine devreye girer: Çocuk Nazar gözyaşları ve nefesinin buğusunda uykuya dalar.
Uyandığında annesi çoktan gitmişti doğal olarak, etrafı bomboştur. Kalkar, yürür ve oradan uzaklaşmaya başlar. Uzakta akşam oluyordur, annesinin uzaklaşıp gitmesini istediği kara toprakların üzerine karanlık çöküyordur. Geriye dönüp baktığında (aslında Platonov Nazar’ın dönüp baktığını yazmaz, ama okur böyle olduğunu metinden anlar), bir zamanlar yaşadığı göçebe çadırların ve balçık kulübelerden tüten beyaz dumanları görür sadece.
Sınır çizgisi, geriye dönüşsüz yol. Sevme ve sevilme duygusunu ya da arzusunu bir an için bile olsa kaybetme korkusu ağır basar burada. Zihnine karşı direnen çocuğun bedeni yine devreye girer, etkisini bariz biçimde hissettirir: “Nazar tereddüt içinde bacaklarını ve vücudunu hareket ettirmeye çalıştı.” Bir donma hali. “Gerçekten bu dünyada mıydı, yaşıyor muydu, artık kimse onu hatırlamasa ve sevmese bile?”
Bedeni ayakta tutan gücün kaybolması, bedenin evrende kaplandığı alanı yitirmesi. Okur bedenin bu türde zihne tepkisine yapıt boyunca sık sık rastlar.
Platonov’un Can’ı bedenin zihne direnmesi ya da beden için midenin ihtiyaç duyduğu gıdanın yetersizliğinde ortaya çıkabilecek travmaları konu edinen bir yapıt değildir hiç kuşkusuz, bunlar hikâyenin içindeki dekor sadece; sevgi, vicdan, merhamet, fedakârlık, dönemin mevcut iktidarını eleştiren ve daha birçok yönden değerlendirilebilir, hem de derince. Ancak bunlar benim için başka yazıların konusu olabilir.
Sedat Sezgin – edebiyathaber.net (21 Kasım 2019)