2025 yılına güzel bir başlangıç yaptım. Planlamalarım arasında ilk olarak düzenli ve daha çok okumak vardı. İlk on gün bazında değerlendirirsem gelişmelerden memnunum, dolayısıyla mutluyum. Geçtiğimiz yıl benim açımdan bir handikaptı çünkü. Ne kadar istesem de arzuladığım düzeni tutturamamış ve istediğim seviyeye çıkamamıştım. Özlediğim kendimi buldum sanki. Umut ediyorum ki bu şekilde devam eder.
Okuma sürecine bu hızlı girişte önüme çıkan ilk kitaplardan biri de “Anı Toplayıcısı Memo” oldu. Nefise Abalı’nın kaleme aldığı ve Smirna Yayınları’nın bizimle buluşturduğu kitapta son yıllarda karşılaştığımız bir hastalığa(!) karşı ince bir eleştiri var.
Sosyal medya ortaya çıkıp da yaygınlaştığından bu yana hemen herkeste bir fotoğraf paylaşma rahatsızlığı ortaya çıktı. Günün her anını birilerine göstermenin ne anlamı var hâlâ çözebilmiş değilim. Anlayan varsa da berigelsin, bana da anlatsın lütfen. Öyle ki bu rahatsızlığın sonucunda yurtdışı gezilerinin de arttığını gözlemliyorum. Amacınsa sadece orada fotoğraf çekilip paylaşmak olduğuna inanıyorum. Dönüş yolunda gezip gördüğün yerleri anlat, edindiğin yeni bilgileri paylaş desek, birçoğunun yanıt veremeyeceğinden eminim. Bu konunun aksine de kolay kolay ikna olmam, olamam.
Kitapta da tam olarak bu konuyu işlemiş yazar. “Günümüzde herkeste bir anı biriktirme telaşı… Fotoğraflar, videolar, hediyelik eşyalar… Peki, ne olacak bunca biriktirilen anı? Evlerde, odalarımızda, bilgisayarlarımızda yer kalmadığında neler olacak, nereye gidecek bu anılar? Anı toplayıcısı Memo, onlarca yıl sonra anılarımızın başına neler geleceğini distopik bir hikâyeyle anlatıyor. Anı merkezlerinin, anı hırsızlarının, anı satıcılarının olduğu bir dünya bu. Onlar güçlenirken Memo ve arkadaşları cesaretleriyle bize yol gösteriyor. Hafızalarımızı kaybedişimizi, anılarımızın yok oluşunu durdurabilir miyiz? Bir yolu var elbette.”
Arka kapaktan sorulan bu sorunun yanıtı çok basit aslında. Anı biriktirmeye çalışmak yerine ânı yaşamak! Memo da böyle bir karakter zaten. Kitapta anılarını nerede saklıyorsun sorusuna kafasını göstererek yanıt veriyor.
Yaşamlarımız bir gösteri dünyasına dönüştü artık. Yaşadığımız hiçbir şeyi kendimiz için yaşamıyoruz sanki. Hep bir yerlerde gösterme, birilerine gösterme telaşı. Akıllı diye tabir edilen şu cihazlar elimize düştüğünden beri her ânı kaydetme derdindeyiz. Kaydettiklerimizin ne kadarına dönüp de bakıyoruz ki. Sosyal medyada paylaşımların yıldönümlerinde önümüze düşmese bir önceki yıl nerede ne yaptığını kaçımız hatırlıyor? Ya da bunların bir kıymeti var mı? Kıymeti kaldığını düşünmüyorum çünkü yeni fotoğraflar yeni paylaşımlar telaşında herkes. Aynı yeri tekrar görme hevesinde olan yok. Neden? Çünkü oradan paylaşım yapıldı ve bitti.
Yaşadığımız bu dijital çağda bilginin bir değeri kalmadığı gibi anının ya da yaşanmışlıkların da bir değeri kalmadı artık. Nesilden nesile yozlaşarak ilerliyoruz. Oysa uygarlık gelişerek ilerlemeliydi. İnsanlığın da denk gelmemesi gereken kuşak bizdik sanırım.
Mutlu yaşanmışlıklarımızın, güzel anılarımızın çok olması dileğimle…
edebiyathaber.net (13 Ocak 2025)