Söyleşi: Meltem Dağcı
Anıl Mert Özsoy’un ilk öykü kitabı “Korku Yokuş Aşağıydı” Temmuz 2017 de Doğan Kitap ‘tan çıktı. Özsoy’u çeşitli mecralarda yayımlanan öyküleri ve gazeteci kimliğiyle yaptığı sokak, kaybolan kültürler ve hayatlar üzerine röportajlarıyla tanıyoruz.
Sokağın kalbini elinde tutan 14 öyküden oluşuyor Korku Yokuş Aşağıydı. Dil işçili üzerinde durulmuş, imgelerin öykülere yığın yığın işlendiği bir bir ilk kitap. Toplumsal meseleleri, karakterlerin -sınırları başkaları tarafından çizilmiş-hayatlarının içine yediriyor Anıl Mert Özsoy. Kendisini asan bir genç kadın da görüyoruz, Gezi Parkı’nı fesleğenlerle anan bir anne de. Aşkın bambaşka halleri var Özsoy’un öykülerinde…
Öykü kitabının oluşum sürecine ve öyküleri üzerine merak ettiklerime dair sorularımı Özsoy’a sordum.
Murat Özyaşar’dan “Eve yalnız dönerken kendi kendime söylediğim sözlermiş doğru olan” diye açılan, “Eve dönemeyenlere” ithaf edilmiş Deniz Durukan’dan “Ayla!/ Bazen atlamak istiyorum kendimden aşağıya.” Diye kapanan kitap hakkında Özsoy’un vermiş olduğu yanıtları keyifle okumanızı diliyorum.
Öncelikle tebrik ederim. “ilk, göz ağrım” dediğiniz öykü kitabınız yayımlandı. Korku Yokuş Aşağıydı’ yı oluşturan öyküler nasıl bir araya geldi? Kitabın oluşum sürecinden biraz bahseder misiniz?
2014 yılından bu yana yazdığım öykülerden oluşuyor Korku Yokuş Aşağıydı. Bodrum Kat adında bir dergi hazırlıyorduk. Kitapta yer alan birçok öykü o süreçte ortaya çıktı. Kendi sesini bulması, kelimelere mahcup olması ve yazana küsmesi için metinlerimi demlenmeye bıraktım. Daha sonraki süreçte yayınevi ile çalışmaya başladık ve şimdiki halini aldı.
“İyi Hal” öykünüzde Nihal, fabrikada çalışan ve tecavüze uğrayan işçi bir kadındır. Özsavunma hakkını kullanarak kendisine tecavüz eden Nazif Usta’yı öldürür. Özellikle son yıllarda giderek artan kadınlara yönelik taciz ve tecavüz vakalarında tecavüzcülerin aklanarak “iyi hal” indirimi alması öykünüzün yazılmasında etkili oldu mu acaba?
Temel izleğim kadın meselesiydi. Öyküyü anlatırken arabesk bir ruh ve atmosfer yaratmak istedim. Öyküyü 80’li yılların nostaljik haliyle kurguladım. Bu kasıtlı bir tercihti: Dünün bugüne devrilirken büyümesi ve kadınların adaletsizliğin ortasında kalma durumunu yansıtmaya niyetlendim. Günümüzde hukukun ayaklar altına alındığını görmemek için kör olmak gerek. Birtakım “iyi niyet” numaralarıyla kılıfına uydurulan kötülüğü yaşıyoruz. Bu öykü, iyi niyet arkasına saklanmanın insanoğlu üzerinde yarattığı rahatlığa karşı bir sitemdi.
“İnsan nefret ettiği yoldan en az bir kez geçer, tabii bu geriye dönüş de olabilir ” demiştin. Yokuşun kenarında ellerini kestiğini benden başkası görmemişti. İçinden bu cümleler geçmişti; duymuştum. “İnsan kanarken kendine şahit aramaz. Kendine bakmak istemez. “Kalbe çöken bir derdin gölgesi oluyor Asya. “Asya’nın Derdi” öykünüzde sizin de tabirinizle ruhun tuzla buz olduğu anlara tanık oluruz bazen. Bizi biz yapan şeyler acılarımız mıydı?
Bizi biz yapan hafızamız… Yaşadıklarımızdan arda kalan anlardır. Bu anların ruhumuzda yarattığı tahribat kimliğimizi oluşturuyor, diye düşünüyorum.
Güvenpark, nöbet tutmalar, devletin polisi, şairlere ve ağaçlara inanmalar, Haziran’ın hüznü, Ankara hikâyesi. Hem “Seher Yeli” hem de “Fiko’nun Gömleği” adlı öykülerinizde Ethem ismi geçiyor. Gezi direnişçilerinden Ethem Sarısülük’ ü bir nevi anmak mı istediniz?
Gezi Parkı eylemleri bizim kuşağın başına gelmiş en güzel şeydi. Karanlığın içinden çıkmaya ramak kalmıştı. Belki de romantik bakıyorumdur ama şunu söylemek gerek: Ali İsmail de Ethem de bizler için öldü. Bizi gaza boğan devlete karşı oldukları yerde ses çıkarırken hayatlarını kaybettiler. Bahsi geçen iki öyküde de ana izleğim bir süre sonra yaşadığım çağa tanıklık etmek oldu. Çünkü bir yazarın çağına karşı belli bir hizada sorumlu olduğunu düşünüyorum. Biraz önce de bahsettiğimiz gibi bir hafızamız var, bizi biz yaptığına inandığım… Orada Ali İsmail, Berkin, Ethem ve memleketin diğer bütün esmer ve güzel çocukları var. Anmadan, aynada kendimden gözlerimi kaçırarak bu öyküleri yazamazdım. Sürç-i lisan ettiysem hatıraları affetsin.
“Artık eskisi gibi su kesintileri yok, insanın ciğerlerine oturan kömürün yerini doğalgaz petekleri aldı. Bunlar ciğerlerine değil, insanın kesesine oturuyor. Eskiden gence el kaldırmak günahtı, şimdi on dört yaşında çocukları öldürüyorlar. Katırları katlediyorlar, öğretmenleri utandırıyorlar, kalplerini kırıyorlar. Ankara, toprağın kapkara… Bir de Ankara’da, Kürt çocuklarla kitap okuyorlar diye alay ediyorlar. Toprağın kan kırmızı Ankara!” “Fiko’nun Gömleği” öykünüzde Ankara’ya ince bir sitem ve öfke var sanki. Fiko’nun mezarından alınan ve toprağa ekilen fesleğen tohumları halen yeşerip büyüyor mudur acaba?
Ankara’nın mistik bir havası var benim dünyamda. Yer yer birbirine dolanan ayakkabı bağcıkları gibiyiz. İlk önce hangimizin düşeceği belirsiz. Fiko’nun Gömleği öyküsünden yola çıkarak anlatacak olursak, fesleğen tohumları yeşerecek!
Kitabı “eve dönemeyenlere” ithaf ettiniz. Kimlere selam göndermiş oldunuz?
Eve dönmek için yanıp tutuşan bütün çocuklara.
Kitaptaki son öykülerinizden “Çatısı Akmış Fotoğraflar”da karakterleri, şehirleri ve mekânları hepsini bu öyküde yeniden toplamışsınız. Nalân Tekgezer, Türkiye Güzeli Nihal, kötü adam Bıyık Yalçın, Dicle nehri, Füsun, Rojin’in yüzü, Ankara’nın kömür kokusu, Fırat’ın evi, Fiko çiçeği, Asya.” Şehirlerden geçiyorum. Kendimi yenerek ve kendime yenilerek. Gölgeler fotoğraflıyorum. Kimisi uzun, kimisi hiç olmamış. . . Nurcan, koynundan annesinin taktığı muskayı çıkarıp öpüyor. “Öğretmenim” diyor, “ben büyüyünce fotoğraf olmak istiyorum.” Okurun zihninde anıları, geçmişin izlerini bir fotoğrafın altında toplayarak anımsatmak mı istediniz?
Anlatmak istediğim bir dünya vardı. Toplumun görmezden geldiği, kötülediği bir dünya… Salt güzelliğin olmadığı, çirkine en yakın evren… Burada anlattığım karakterler birbirini tanıyan, göz göze gelmiş karakterlerdi. Bugün baktığımızda seks işçiliği yaparken kötü muameleye maruz kalmış bir trans ile madde bağımlısı olmuş bir adamı yahut şehrin varoşlarında emek mücadelesi veren bir genci aynı yollarda görebiliriz.
Kaleme aldığım metinde gerçeklik duygusundan uzaklaşmama gayretiyle, diyalektik, dramatik bütünlük içinde öykü karakterlerini ortak bir atmosfere taşıdım. Bu durum biraz anımsatma ama çokça yan yana olma isteğiydi.
Kitap kapağındaki kadın sırtının aynadan yansıyan ters görüntüsünün imgelediği şey nedir? Kapak fotoğrafına siz mi karar verdiniz?
Kapak tasarımı Geray Gencer’e ait. Kararı yayınevim ve tasarımcım verdi. Elbette kapağın bir imgesi var fakat onun üzerine bir şeyler söylemem bireysel ve tasarımcıya haksızlık olur. Okur, ne görüyorsa odur kalbimde yatan.
Bize Anıl Mert Özsoy’un gözünden “öykü” yü tanımlar mısınız?
Benim dünyamda öykü, anın duyguyla buluştuğu, dille debelendiği, çağıyla yüzleştiği yerdir.
Son olarak, şu an okuduğunuz kitapları öğrenebilir miyiz?
Bir süredir çeviri edebiyata yöneldim. Bu konuda çok fazla eksiğim var. Kurgu metinlerin yanı sıra Emil Cioran külliyatını tekrar okumaya başladım.
Meltem Dağcı- edebiyathaber.net (22 Eylül 2017)