Kitap’tan çıkan son kitabının adı. Şimdilerde Sinop’ta yaşıyor olmakla birlikte, çocukluğunun geçtiği Ordu’daki anılarından yola çıkarak biz okurlarına yol arkadaşlığı öneren bir yazılar bütünü “Dipteki Zaman“. Kitaptaki kısa ama derli toplu anı/denemeleri okurken, okurun da kendi çocukluğuna yelken açmaması mümkün mü peki? Yazarımız bunun bilincinde elbette; bu nedenle satırlar arasından muzipçe gülümseyen ortaklık önerisine kayıtsız kalamıyor ve kendi kendimize söz veriyoruz sanki: Şu kitabı bitirince ben de anılarımı yazmalıyım!
İlyas Tunç’un Herman Broch’tan alıntıladığı gibi “Hatıralar uğruna onca çaba, hangi gelecek içindi?” sorusunun yanıtı da, yine öyle ya da böyle yaşadığımız uzak yakın geçmişimizde saklı değil mi yoksa? İlk dostluklar, kırgınlıklar, kıyısında oyunlar kurduğunuz koca deniz ve belki de tadı damağınızda kalan ilk aşkın kırıntıları… Evet, çocukluk belki de sahip olduğumuz yegane zenginlik ve ne yazık ki, bunu yalnızca üstesinden yıllar geçtikten sonra fark edebiliyoruz.
Dipteki Zaman, Proust’un koca kitaplarının küçük bir armağan kutusuna dönüşmüş halini düşündürttü bana; ya da nice çocukluk anılarından yola çıkarak yine o anıları öyküleştiren Saroyan’ın dilindeki sıcaklığı! “Bana gelince, sadece acıyı hatırlamakla kalmayacak, iyice çocuklaştığım şu yaşlı halimle olur olmaz yerde, olur olmaz bir kimseye, en sevecen doktorun annem, en şifalı ilacın ise zaman olduğunu vurgulamak istercesine avcumdaki simgeyi de gösterecektim. _İşte burada, belli belirsiz bir kesik izi!”
Evet, edebiyatta anı türü elbette var ve belki de bir parça unutulmaya yüz tutmuş o güzel geleneği canlı tutmaya adanmış bu özenli çalışmalarla buluşturma gerçekleştirmek tüm okurlar için bir şölen belki de. Tunç’un betimlemesiyle “dereleri yukarı doğru akan güzelim Ordu kentinin diğer sokaklarında tadına vardığım yaşam dilimlerinden” bir pay almak okur olarak bir ayrıcalık değil mi yoksa?
“Dipteki Zaman”ın sıcak ve özenli dili, hoş bir yazınsal yolculuk olmanın ötesinde güzel geçmişin belli belirsiz ışığında içinde yer aldığımız anı gözden geçirmemize de vesile oluyor sanki. Dizeler halinde yazılmamış bile olsa böylesi bir şiirselliği yaşamına katmayı kim istemez?
Çünkü yaşam güzel anılardan ve onların dipte bıraktığı güzelliklerden ibarettir. Çocukluk, kırık dökük anılar ve geçmişe ait dünya bugüne taşıdığımız benliğimizin yapı taşlarıdır. Ötesi ise… rivayettir gerçekten. İlyas Tunç’un bir anısında paylaştığı şu sepetteki yumurta bilmecesinin söylemiyle oynayarak noktalayalım bu kısa tanıtımı:
“Anılar çıktı, kaç kaldı?”
edebiyathaber.net (4 Mayıs 2024)