“Ankara o zamanlar bir evdi, kocaman bir ev” diyor Haydar Ergülen. Çocukluğumun geçtiği 60’ların sonu ve 70’li yılları düşününce bana da öyle geliyor. Ankara’da evin hayatımızda yeri büyüktü. Evlerde buluşulur, görüşülürdü. Çocukluk yıllarımın Ankara’sından çok fazla mekân yoktur belleğimde ama bir çok ev anımsarım. Ancak bayramdan bayrama ailecek lokantaya giderdik. Dışarıda yemek alışkanlığı yoktu. Bunun iki nedeni olabilir; biri memur ailesi olarak maddi durumumuzun yetersiz olması, diğeri Ankara’da ailecek gidilecek pek fazla yer olmaması. Bugün düşününce iki nedenin de geçerli olduğunu anlıyorum.
O yıllardan aklımda kalan ve ailecek gittiğimiz tek yer Kebap 49. Sıhhiye Cihan Sokağı’ndaymış. Sahiplerinden biri güreşçi olduğu için gitmiş olabiliriz. Çünkü babam da gençliğinde sporcuymuş ve Gazanfer Bilge, Hamit Kaplan gibi büyük güreşçileri tanırdı. Sonradan Aspava adıyla açılan birçok kebapçının da sahipleri güreşçilerdi.
Atatürk Orman Çiftliği’ne (AOÇ) giderdik ama daha çok ağaçların altında piknik yapmayı tercih ederdik. Ankara’nın simge mekanlarından AOÇ Merkez Lokantası’na da gittiğimizi anımsıyorum. Oradan kalan imge de babamın küçük bir ahşap bira fıçısı ısmarlamasıydı. Benim için fıçının musluğundan bardaklara bira doldurmak müthiş bir oyun olmuş olmalı ki hala belleğimde.
AOÇ’nin birası kadar şarabı da meşhurdu. Daha sonra, 70’lerin başında, ortaokulda okurken Küçükesat’tan bisikletle AOÇ’ye gider meşhur dondurmasından yer, çok ucuz olan AOÇ şarabından alıp ağaçların altında içerdik. İlk içkim ucuzluğu ve tadıyla İstanbul’un Güzel Marmara’sını anımsatan bu şaraplardı. İlk sarhoşluğumu da AOÇ şarabıyla yaşamıştım.
Yaz aylarında ailecek Gençlik Parkı’na gidilir, çay bahçelerinde semaverde çay içilir ya da Lunapark, Göl, Japon Bahçesi gibi aile gazinolarında Zeki Müren, Erol Büyükburç gibi starlar izlenirdi. Ama Gençlik Parkı’nda hiç lokantaya gittiğimizi anımsamıyorum.
Hayatımda ilk sosisli sandviçi Piknik’te yedim. Piknik, şarküteri, pub, lokanta karışımı zamanına göre çok modern bir yerdi. Bir öğlen babam götürmüştü ve pub bölümünde, ayakta sandviç yemiştim. Sosislinin içindeki daha sonra “Amerikan Salatası” adını alacak olan o zamanlar Rus Salatası denilen mayonez salatasıyla da ilk kez orada karşılaşmıştım. Döner kebap da tavuk da yaygın yiyecekler değildi. Tavuk bulunup alınması da pişirilmesi de zor olduğu için ancak yılda bir – iki kez yapılırdı evde. Her yerde dönerciler de görmezdiniz. Büfeler de dönerli sandviç de daha sonra yaygınlaştı. Daha çok tandır yenirdi ve tandırcılar Ulus’taydı. Dedemle birlikte Ulus Çarşısı’nın arkasında salaş ama çok meşhur olduğundan kapısında sıraya girilen bir tandırcıya gittiğimizi anımsıyorum.
Liseyi İstanbul’da okuyup üniversite için Ankara’ya döndüğümde şehri biraz değişmiş buldum. Bunda kuşkusuz benim büyümemin, gençlik çağlarında olmamın da etkisi vardır. Ankara değişmiş, gelişmiş ve merkezi de Ulus’tan Kızılay’a kaymıştı. Haydar Ergülen’in dediği gibi Ankara’nın “kocaman bir ev” olduğunu o zaman anladım. Yine evlerde buluşuluyordu ama akşam iş çıkışı lokantalara, birahanelere takılıp birkaç tek atıp öyle eve gitme adeti de başlamıştı. Ev olması da bunların hepsinin ulaşılabilir olması ve hepsinde kendinizi rahat hissetmeniz ve bir tanıdığa rastlayabilmenizdi.
Şükrü Erbaş, “Zafer Çarşısı bizi yetiştirdi, sevindirdi,” diyor. Benim de her cumartesi adresim Zafer Çarşısı, oradaki kitapçılar ve ayakta çay içilebilen çaycısıydı. Çaycının yanında Remzi İnanç’ın Toplum Kitabevi, Erdal Akalın’ın Dost Kitabevi buluşma noktalarımızdı. Oradan yola çıkar birahanelere giderdik. Kimseyi bulamazsam biraz dolaşıp bir birahanede oturan arkadaşlara rastlamam mümkündü. Adnan Azar, Haydar Ergülen, Ahmet Erhan, Akif Kurtuluş, Hüseyin Ferhad gibi birçok arkadaşımla o zamanlar tanıştım.
Sakarya Caddesi ve civarı birahaneler ve dönerciler cenneti olmak yolunda ilerliyordu. Balıkçıların arasına sıkışmış Ahmet Küflü’nün Bilgi Kitabevi’ne uğrar, caddenin girişindeki minicik dükkandaki Goralı’nın kendine has sandviçlerini yer, bira içmeye giderdik. Zira öğrenci bütçelerimiz biranın yanında patates yemeye yetmezdi ya da tüm paramızı biraya vermek, yanında bir şey yiyip kısıtlı bütçemizi boşa harcamak istemezdik. Ancak üç ayda bir öğrenci kredisini aldığımızda hem bolca kitap satın alır hem de bira masasına birkaç yiyecek eklerdik.
O zamanların en meşhur meyhanesi Tavukçu’ydu. Bütün şair ve yazarlar oraya takılırdı. Ama ben bütçe sorunum nedeniyle hiç gitmezdim Tavukçu’ya. Zaten rakı içmeye de başlamamıştım. Vaşington Restaurant’ı, Körfez’i de biliyordum ama onlara da hiç gitmemiştim. Bizim mekânımız iki mekânın da tam karşısındaki Rumeli İşkembecisi’ydi. Biralama bitip evlere, yurtlara dönme zamanı gelince orada çorbalarımızı içip dağılırdık.
Tuna Caddesi’nde, Piknik’in biraz ilerisinde, Yeni Sahne’nin altındaki Sanatsevenler Derneği’ne ise ilk kez Attilâ İlhan’ın bir söyleşisini izlemeye gitmiştim. Sanatsevenler sanat ve edebiyat etkinlikleri ile önemli bir kültür merkezi olmasının yanında sanatçı ve yazarların buluştuğu bir bara da sahipti. Ama bunlar içiçeydi. Attilâ İlhan konuşurken içkilerini yudumlayan şair ve yazarların bardan laf atmaları hiç hoşuma gitmemişti. Bir daha da oraya adımımı atmadım.
Benzeri bir kültür merkezi Mülkiyeliler Birliği’ydi. Mülkiyeliler’e gitmeyi hep sevmişimdir. Sonraki yıllarda Ankara’ya gittiğimde akşam yemek yenecek yer olarak hep aklıma Mülkiyeliler gelirdi. Zaten, Zafer Çarşısı kitapçıları kapanmaya başlayıp Dost’un Konur Sokağa gelmesi ile bizim için merkez de o tarafa kaymıştı. Ankaralı arkadaşlarımı ya Engürü Kahvehanesi’nde ya da Dost’ta bulacağımı bilirdim.
Bu Ankara nostaljisi durduk yerde oluşmadı. Anıların kafama üşüşmesinin nedeni Zeynep Altıok Akatlı ve Eren Aysan’ın hazırladıkları “Bir Dem Ankara” kitabı oldu. Doğma büyüme Ankaralı Eren Aysan ve Zeynep Altıok Akatlı, çocukluklarından beri tanığı oldukları Ankara’yı lokantaları, barları ve mekanlarından yola çıkarak anlatıyorlar, anlattırıyorlar.
Ankara’nın edebiyat mahfilleri, yazarların sanatçıların buluştuğu kahvehaneleri, pastaneleri, lokantaları, barları daha önce de araştırmalara konu olmuştu. Başkentin simgesi haline gelmiş Ankara Palas, Karpiç, Üç Nal Lokantası, Fresko Bar, Kürdün Meyhanesi, Gar Lokantası, Kalem Meyhanesi, Şükran Lokantası gibi mekanların öykülerini, müdavimlerinin anılarını biliyorduk ama bu araştırmalar genellikle 70’li yıllara kadar geliyordu. Zeynep Altıok Akatlı ve Eren Aysan “Bir Dem Ankara”da bu mekanları tanıtarak anlatarak, anlattırarak başlıyorlar ama bence esas ağırlık noktası 70’ler ve sonrası.
70’ler deyince de herkesin ilk aklına gelen Piknik olmuş. Daha sonra Tavukçu, Mülkiyeliler Birliği, Körfez Lokantası, Kardelen Ankaralı edebiyatçıların buluşma noktaları olarak belirginleşiyor. Ama çok özgün yerler de var. Net Piknik, Keremeyle, Siyah Beyaz, Kumsal gibi bazılarını biliyordum ama Cappodocia, Su’dem, Valör gibi adını duyup gitmediklerimin öykülerini öğrenmiş oldum. Tabii ki Ankara Ulus ve Kızılay’dan ibaret değildi. Küçükesat’ta, Aşağı Ayrancı’da da hoş mekanlar varmış. Onları da öğrendim.
Ankara’nın bir özelliği de meslek birliklerinin lokalleridir. Mülkiyeliler’in yanında Ormancılar, Jeoloji Mühendisleri, Kimya Mühendisleri, Çağdaş Gazeteciler gibi sivil toplum örgütlerinin lokalleri de edebiyatçıları ağırlardı. Ben de Ankara Garı’nın bir köşesine gizlenmiş Demiryolcular lokaline gittiğimizi anımsarım.
Zeynep Altıok Akatlı ve Eren Aysan “Bir Dem Ankara”da güzel bir yapı kurmuşlar. Önce mekanları tanıttıktan sonra oranın müdavimlerine ve mümkünse sahiplerine ya da işletmecilerine anlattırmışlar. Bu yazıları tamamlamak üzere de çerçeve yazılar diyebileceğim, Ankara’nın yaşadığı kültürel değişimi, kaybedilen insanları, mekân ve değerleri ve yaşam biçiminin muhafazakarlaştırılmasını yorumlayan makalelere yer vermişler. Kitabı okuyup bitirdiğinizde cumhuriyetin kuruluşundan 2000’lere dek Ankara’nın yaşadığı değişimi mekanları izleyerek, tanıkları dinleyerek okuyor, öğreniyorsunuz. Çünkü “Bir Dem Ankara”da anlatılan sadece mekanların öyküsü değil aynı zamanda o mekanlarda şair ve yazarların yaşadıkları, anıları da. Oralardan edebiyat eserleri, yayıncılık projeleri, dergiler çıkmış. Onların da öykülerini öğreniyorsunuz.
Çok emek verilmiş, güzel ve bilgilendirici bir kitap “Bir Dem Ankara”. İlla bir eksik bul derseniz, biraz fotoğraf olsa, mekanları, o mekanlarda buluşan edebiyatçıları da görsek iyi olurdu derim. Benim için hem anıları canlandıran hem de yeni şeyler öğrendiğim ve bitmesin diye dilediğim bir okuma oldu. Hazırlayanların, yazılarıyla katkıda bulunanların, yayıncısının ellerine sağlık.
- Bir Dem Ankara, Haz. Zeynep Altıok Akatlı ve Eren Aysan, Oğlak yay. Ağustos 2024.
edebiyathaber.net (7 Ağustos 2024)