Ankara Öykü Günleri’nin yirmincisi taze bitti. Ankara’dan başlayıp dünyaya ses ve el veren öykü günlerine artık rahatlıkla “Ankara Öykü Genleri” diyebiliriz. Çünkü öykü Ankara’nın genlerine işledi, söküp atamazsın. Tekrar ediyor. Bu eylemi ilk hayal eden ve sürdürenlere bin teşekkür… Şimdi kimden bahsetsem, diğerinin hatırı kalır. Bu yüzden isim vermeyeceğim, onlar kendilerini biliyorlar.
Bir memlekette öykü yazılması, öyküye ilginin gittikçe artması, öykü günleri düzenlenmesi, daha sonra uluslararası olması ne güzel. Bizim öykülerimizin dünyaya, dünyanın öykülerinin bize karışması ve bunun bir festival havasında olması şahane. Üstelik dünyada tek diye biliyorum, yanılmıyorsam.
Bu ülkede en çok satılan, en çok kullanılan gözlük; at gözlüğüdür. İşte öykü o gözlüğü kullanmayan bir edebi türdür. Ne yazık ki fikir penceresi kapalı bir çoğumuzun. Mesele daha geniş görmekte ya da dar görüyorsan, gördüğün “şey”e daha derinleşmekte… Öykü yazarı, okuru, at gözlüğü takamaz, takmaz. Hayatı en geniş açıdan görmek ister.
Edebiyat hayatla aramıza girmemeli, onun içinde olmalı. “Öykü genleri” hayatın tam içinde, hatta merkezinde. Paylaşımcı, genlerini paylaşıyor. Daha ne olsun!… Paylaşılan her şey gibi çoğaldığını, çoğalacağını biliyor. Bir hayat var, içinde de sanat var, isteyene, ilgilenene… Edebiyat var ve içinde öykü var. Hayatla sanatı ayırmak cinayettir. Üstelik bu cinayetin cezası da yok. Hayat olmasaydı sanat olmazdı. Mars’ta sanat yok!…
Yayın dünyası “nasır”laşmış, alışkanlıkların pek de dışına çıkmıyor. Keşif heyecanı duymuyor. Özellikle yeni yazarlara tepeden bakıyor. Öykü günleri belki de böyle bir dönem için “buz kırıcı” görevi görüyor olabilir, kim bilir?… Yıllar sonra, belki de ellincisi düzenlendiğinde, bu dediklerim daha net anlaşılacaktır. “Nasır”, tedavisi olan bir hastalıktır, bozukluktur. Yayıncılar bu nasırdan epey acı çekecekler.
Bazen inat insanı yaşatır, edebiyatı da… İşte öykü günleri bu inadı canlı tutuyor, her sene tekrar edilerek. Belki bu yüzden “genetik geçiş”ten bahsedebiliriz. Her şey olacağı vakitte olur. Öykü günlerinin yirmincisi de geç gelen bir baharda oldu. Öykü okumaları yapıldı, her sene olduğu gibi. Söyleşiler, paneller yapıldı. Sessizce ölüp, göçüp gideceğiz buralardan, öykülerimiz kalacak. Kendi aralarında fısıldaşarak, öykü günlerinde ne güzel dillendirildiklerinden dem vuracaklar.
Okuduğumuz iyi öykülerden izler taşırız, taşımıyorsak iyi okumamışız demektir. Bir gün bir öykü gelir girer hayatına, bir ömür boyu unutamazsın. Öyküye kısa ve derin bir bakış atmaktır “öykü genleri.” O yılın yenileri ve ustaların klasikleşmiş öykülerine yer veren bir bakış.
İyi ki öykücülerimiz var, öykülerimiz var, daha anlatacak çok öykümüz var. Anlatacağımız o “biricik” öykünün peşinde koşmuyor muyuz zaten. Eylem, insanın varoluş biçimidir. Öykü eylemdir. Ertelenemez!… Ankara Uluslararası Öykü Günleri, ömrüne bereket!…
Kültür denilen şey biraz da insanın, zamanın genlerine yazılmalı, kodlanmalı. Bu yirmi yılda kimler geldi, kimler geçti… Bugününe kadar ve bugün emeği geçen herkese selam olsun. Hiç yapılmadığını düşünsenize, ne kuraklık olurdu!… Yüzlerce yazar, binlerce okur geçti bu yirmi yıl boyunca.
Öykü bir şenliktir. En gencinden en ihtiyar delikanlısına kadar birçok yazar geldi geçti Ankara’dan. Artık kurumsallaşmış bir kültür varlığıyla iç içeyiz. İleride “öykü genleri”nin tarihi yazıldığında, bugünler detaylı olarak kayda geçecektir.
Herkes, her şey bir yerlerde birikir, “öykü genleri” de… Yazmak çoğalmaktır, örgütlenmektir. Büyük, çok büyük bir örgütün bir parçası olmaktır. “Bir düşünün Abiler…”*
*E.A
edebiyathaber.net (12 Temmuz 2023)