İşten eve dönenlerin aceleci kalabalığıyla dolu Kadıköy metro istasyonunda, treni ilk gören en uç yerdeyim. Önce sesi geliyor… Derken trenin önüne kattığı rüzgar tüneli doldurup bizi üşütüyor. Metronun, istasyona yaklaştığı anda zemin hafiften titrerken bir elin ya da el kuvvetinde bir şeyin beni sarı güvenlik şeridinden raylara ittiğini hissediyorum. Ama nedense arkamı dönüp bakmıyorum ya da bakamıyorum… Olağanüstü bir an yaşarken, “Ben bu anı yaşamıyorum ki” dersin. Böyle diiyorum ve güvenlik şeridini aştığımı görüp düdüğe dokunan metro sürücüsünün hem kızan hem de şaşıran bakışlarını fark ediyorum. Metro, ayakkabımın burnunu zımparalayarak geçerken ise, ensemden ayak parmak ucuma kadar sol yanımın uyuştuğunu anlıyorum. Ve son dönemde yapmayı alışkanlık haline getirdiğim gibi dişlerimle vücudumun uyuşan tarafındaki dilimi ısırıyorum. Canım acıyor; demek ki felç geçirmedim. Ve demek ki kendini bir an evvel içeri atıp boş koltuk bulurum umuduyla kapılara biriken kalabalıkta sadece metro sürücüsünün fark ettiği gibi, bir intihar girişiminde bulunmadım. Sadece son zamanlarda artık nerede yoklayacağı belli olmayan panik ataklardan biri en olmayacak yerde yoklayıp geçti… Yada kendime itiraf edemediğim başka bir şey oldu…
Günler sonra Kozyatağı sokaklarında bu anı düşünerek yürürken bir apartmandan tam ayaklarımın dibine ancak bir düşten gerçeğe düşmüşçesine panikle bir kedi fırlayıveriyor. Kuyruğu ve sol arka ayağı olmayan tasmalı, güzel yüzlü bir ev kedisi biraz ilerledikten sonra bana dönüp, “Sen de nerden çıktın” diye lafı ağzımdan alır gibi uzunca bakıyor. O sırada bu ani çıkışla kediden korktuğum için olduğum yerde durduğumu sanan apartmanın altındaki marketin çalışanı, “Abi bu kediyi tren ezmiş, sahiplenmişler. Şimdi de arabaların sesinden ürküyor” diyor… İşte o an, bir yazıyı artık daha fazla erteleyemeyeceğimi ve Tanrı’nın bu kozmik şakalarında gülen tarafın hep kendisi olmasının git gide can sıktığını düşünüyorum.
Anna Karenina romanı hakkında ne biliyorsunuz diye sorsak, standart bir eğitim almış ya da klasikleri özetinden okumuş hemen herkesin, “Kocasını aldatan, sonra da kendini trenin altına atan bir kadının hikayesi” cevabını vermesi şaşırtmaz. Ama ben Tolstoy’un Anna Karenina romanının bundan daha fazlası olduğunu; hatta bir kadının aldatma hikayesiyle ilgisi bile olmadığını söylesem, “Bu boşboğazın çenesi fena düştü bu sıra” denir. Bugün Hollywood senaristleri klasikler ve modern klasikler kadar iyi senaryolar yazabilirken, tutup da ‘Bir ülkenin devlet başkanı olsam, 1062 sayfa Anna Karenina’yı okumamış bir genç kızın evlilik kağıdını imzalamazdım’ gibi bir cümle kurmaya niyetim yok. Klasiklerin okuyun dayatması klasik bir okur yazar tavrı olur. Fakat şöyle düşünün: Eğer Anna Karenina’nın tam metnini okursanız; tabi bunun gibi metni inceleyen yazılardan da yardım alırsanız, insan ilişkilerine, dünyaya ve biraz da edebiyata bakışınız değişebilir. Hayatta sizden önce yapılmış hataları en azından onlar kadar şiddetli tekrarlamayarak bu aşk savaşında daha az yara alırsınız. Ya da tam tersi olur ki bu da önüne fırlayacak kedilerden bir kaderiniz yazılıp yazılmadığıyla ilgili olur. Şans işte…
Kur yapan güzel bir kadın
Giriş sayılan ama tam da ilk cümlesinden beri romanı anlattığım bu kısma değin bir şey yaptım. Tolstoy’un dehasına pencere açmaya çalıştım, şöyle ki: Otuzlarındaki esmer güzeli Anne Karenin, ağabeyi Stephan Arkadyaviç’in onu İngiliz mürebbiye ile aldattığı gelini Doli ile aralarını bulmak için Petersburg’dan Moskova’ya gelir. Ve tren yolculuğunda yanında yakışıklı yüzbaşı Vronski’nin annesi de vardır. Anna’nın gelini Doli’nin 18 yaşındaki kız kardeşi Kiti’ye aşık olan ya da böyle olması işine gelen Vronski, annesini karşılamaya geldiği istasyonda Anna’yı görür. Cümleyi böyle kurunca yakışıklı Vronski’nin Anna’yı görerek aşık olduğunu söylemiş olmak romana ihanet sayılır. Çünkü güzeller güzeli Anna, daha Vronski’yi görür görmez kur yaparak, kendisinin de 8 yaşında bir erkek çocuğu olduğunu hatırlatarak, “Yol boyunca kontes ile oğullarımızdan söz ettik” der. Bu söz Vronski’yi etkiler ve Anna’nın sadece güzelliğine kapılmaz, kendisinden hoşlandığını da hisseder. Bir başka açıdansa, Anna’nın Vronski’yi gördüğünde değil annesi Kontes’in anlatımlarıyla beğendiğini ve arzuladığını söylemiş olur bu sözle. Bu da kadınların kendi beğenileri kadar başkalarının erkekler hakkındaki beğenilerinin kadınları etkileyebildiğini anlatır. Bir kadın bir erkeği beğenebilir, ama bir kadın bir erkeğe başkasının beğenisi üzerinden aşık olabilir… O sırada Tolstoy, dünya romancılığını etkileyecek bir harekette bulunur. Anna, bir işçinin tren altında kalarak ölümüne şahit olur ve ağzından “Kötü bir işaret,” sözü dökülür. Tolstoy, sonunda tren altında kalarak hayatını kaybedecek Anna için sonu baştan hazırladığını söyler ve roman inşasında modern edebiyata klasikler döneminden katkıda bulunur…
Kocanın çirkin kulakları
Moskova’da kaldığı sürede ağabeyi ile eşini barıştıran Anna, Petersburg’da hayli sıkıldığı balolara katılır ve Vronski de her yerde karşısına çıkar. Toprak sahibi genç Levin ise geç kalmış her aşığın yaptığı gibi Kiti’ye şartları hazırlamadan sevgisini beyan eder ama aklı Vronski’de olan Kiti onu sessizce ret eder. Bu arada her baloda Vronski’nin ilgisi Anna’ya yönelince Kiti, gerçek hayatla yüzleşir. Anna ise kendisine yönelik bu ilgiyi Vronski’yi beğenerek ama bir umut vermeyerek yaşar. Ta ki Petersburg treninde Vronski’nin yakışıklılığını düşünürken onu karşısında görene kadar. Vronski, tüm çapkınlar gibi ilk fırsatın en önemlisi olduğunu bilerek, o an Anna’ya aşık olduğunu itiraf eder. Anna yol boyunca Vronski’yi düşünmemeye çalışıp, başaramayarak Petersburg’a vardığında karşısında kocası üst düzey yönetici Aleksey Aleksandroviç çıkar. Anna’nın eşini gördüğü an romanın kırılma anıdır, Aleksey’in saçını kestirme biçimi ve ortaya çıkan kulakları Anna’da iğrenme yaratır. Aslında pek de çirkin olmayan Aleksey’in Anna’nın gözünde kötü görünmesi, yani kadının cinsel anlamda erkeğinden soğuması romanın olmazsa olmazlarından. Tolstoy, roman örgüsünü kurarken sadece kendine özgü o uzun betimlemeli gerçek zamanlı anlatı üslubunu kullanmıyor, aynı zamanda alt metinlerde sağlam bir roman iklimi oluşturuyor. 8 yaşında çocuğu olan, çok güzel ve eşinden artık cinsel olarak bir çekicilik hissetmeyen Anna ile genç kızların hayran olduğu, çapkın aynı zamanda da cinsel haz vaad eden Vronski… Yani romandaki karşıtlık dengesi kurulur…
Neden sevişme sahnesi yok?
Korkmayın; bin küsur sayfalık Anna Karenina’yı satır satır özetleyecek değilim. Sadece bugüne değin atlanmış kısımlarının altını çizeceğim. Hatırda kaldığı gibi Anna hemencecik kendini Vronski ile bir ilişki içinde bulmaz. Tam 1 yıl boyunca Vronski her baloda Anna’nın peşinden gider ve bu durum Petersburg sosyetesinin de diline düşer. Anna bir ara ona olan sevgisini de ortaya koyarak Vronski’den kalbini kırdığı Kiti’ye dönmesinin en doğrusu olduğunu söyler. Ama Vronski Kiti’nin adını dahi anmaz. Anna’nın eşi Aleksey de bu genç subayın eşine olan ilgisini, eşinin de subaya karşı zaafını öğrenince ilişkinin bir rezalete dönüşmeden ve alevlenmeden bitmesini telkin eder. Bu hal Anna’yı eşinden daha da soğutur. Devam eden olaylarda Anna ile Vronski romantik ilişkiden cinsel ilişkiye de geçer fakat Tolstoy, dünyanın en güzel kadın roman karakterini yarattığı halde bu betimleme ustası tek satır sevişme sahnesi yazmaz. Akla ilk gelen 1875-77 arasında yayımlanan roman döneminde Rus toplumunda böyle bir bölümün ahlaki olarak var olamayacağı olabilir. Gerçekte ise Tolstoy, Vronski ile Anna’nın cinsel birlikteliklerini yazmamasının romanın ilerleyen bölümleriyle yakından ilgisi var. Vronski’nin annesi Anna ile oğlunun ilişkisini oğlunun soylu ve güzel bir kadınla yatıyor olmasından duyduğu haz ile taktir ederken, iş eğer oğlunun Anna gibi evli ve iffetsiz bir kadın nedeniyle oğlunun askerlikte yükselememesine varırsa ilişkiyi tasvip etmeyeceğini belirtir. Zaten Anna’nın Vronski’den hamile kalması, eşinin önce boşanmayı ret etmesi sonra kabul etmesi fakat Anna’nın boşanmış bir kadın olarak Vronski’nin hayatında bir yük olacağı düşüncesiyle bunu kabul etmemesi işleri karıştırır. Vronski, Anna’yı trende gördüğünde ve Petersburg’a peşinden geldiğinde soylu ve güzel bir kadını elde etmenin derdindeki bir çapkınken, her geçen gün güzelliğinden biraz daha yitiren bu kadına aşkı yani cinsel isteği sönerken, Anna ise git gide Vronski’ye daha çok tutku duyarak, kıskanma nöbetlerine girer. Derken kızları dünyaya gelir ve Anna 8 yaşındaki oğlu ile kızı arasında bir seçime bile gitmeden kızını alarak Vronski ile İtalya’ya gider. Bu arada kocası Aleksey ise hem doğum sonrasında hastalanan Anna’ya yaklaşımı hem de Vronski ile gidişine verdiği izinle Anna’nın gözünde değer kazanır ve onu aldattığı için gel gitler yaşamasına sebep olur. Ve bu arada Vronski ile sık sık aynı yatağı da paylaşan Anna’nın ruhsal halleri de anlatılır ama tek satır cinsel hikaye yine yazılmaz. Dünyanın bu en büyük aşk ve aldatma romanındaki bu eksiklik için Tolstoy, bir bakıma şunları der: “Siz, Anna ile Vronski arasında bir cinsel çekim olduğunu ve ilişkinin böyle başladığını düşündünüz. Doğru. Kadın erkek ilişkileri böyle başlar ama birbirlerine gerçekten aşık olduğunu düşünen Anna ile Vronski’nin ilişkisinde ben yazar olarak cinsellik bölümlerini betimlersem, onların birbirlerine gerçekten aşık olmadıklarını da ortaya koyarım. Çünkü sevişmek sevmekten gelir. Sevmek yani aşk, bir cinsel istekle doğmaz. O bir sonuçtur, hem de acele edilmeyen bir sonuç. Anna ile Vronski’nin 1 yıl beklemesi sizi şaşırtmasın ey okur. Onlar ilk anda yapmak istedikleri şeyi bir yıl bekleterek hayatlarını bağladıkları bu ilişkiyi tutkulu hale getirmek istiyor, yoksa aşık olduklarından değil… Yani hem Anna ile Vronski aşık oldu demek istedim, isteyen buna inanır ama esasında ise Anna ile Vronski arasındaki cinsel çekimden ibaretti bunu anlatmaya çalıştım…”
Kötü kadın Anna
Bu arada Kiti’nin toprak sahibi Levin ile yollarının kesişerek evlenmeleri, Anna’nın ağabeyinin eşi Doli ile Vronski’nin ilişkisi olduğunu düşünerek kıskançlık krizleri geçirmesi ve güzel bir kadın olduğunu test için Levin’e kur yapması ile ilerleyen olaylar, Tolstoy’un roman dünyasında bizi bir sonuca götürür. Tolstoy, Anna Karenina’da hiçbir karakterini mutlak kötü ya da mutlak iyi olarak ortaya koymaz. Romanda herkese hak verir ve herkese kızarız… Ama eşini aldatan, sevgilisinin de önce kıskanan sonra kendisini sevmediğini düşünerek bunalıma giren Anna’yı hem okur hem de tarih önünde en güzel ve suçsuz yine de “kötü” kadın yapmaktan geri durmaz Tolstoy. Ne de olsa Anna, Vronski ile yatmaktan başka bir şeyin peşinde olmayan eşiyle de boşanmayı türlü sebeple istemeyerek hayatını kaotik hale getiren bir ne istediğini bilmezdir. Gerçekte öyle midir peki?
Aşk kimin için var?
Anna’nın bir tren altında son bulan hazin yaşamı her çağın en etkileyici hikayelerinden elbet. Fakat Anna’nın adının artık edebiyat tarihinden de, okurların kişisel tarihinden de “Her ne kadar mutsuz evlilik yaşayan güzel bir kadın olsa da yaptıkları hata idi” ifadesinin silinmesi şart. Çünkü Anna, aslında eşini aldatmaz. Vronski ile olan ilişkisi insan türünün en cesuru olan kadının kendini ifade şeklidir yalnızca. Anna sadece, ona kim aşık olursa olsun aşkını yinelemesini, yenilemesini ve durmadan ilan etmesini isteyen bir kadındı. Vronski için, “Bende aradığı neydi? Aşktan çok kendi beğenmişlik duygularını tatmin etmek” tespitini yapan Anna doğruyu söylüyordu elbet. Tolstoy, gittikçe içinden çıkılmaz hale gelen bir aşka mecbur olma halini anlattığı Anna Karenina’da en büyük dersini “Aşk karşılıklıdır. Ama daha çok kadın için vardır aşk. Bir erkek kadını elde ettiğini düşündüğü anda ilişkisini kaybeder. Oysa ki kadın kuşkucudur, her gün her gün, yanındaki en yanında da olsa daima aşık olunmak ister. Anna’nın aldatması, sizin ahlakçılığınız ise işin hilesi” diye verir… Yani, Anna’ya karşı aşkını yenilemeyen ve yinelemeyen eşi Aleksey Aleksandroviç’tir asıl suçtu. Yoksa Anna’nın Vronski’den sahip oldukları Aleksey’deyken sahip olduklarından fazla değildir. Eğer bir ilişkide, bir taraf diğer ilişkisinde anda sahip olduğundan fazlasını bularak bir şeyler yaşamıyorsa, aslında aldatmıyor, aldatamıyor demektir. Bu demek değildir ki aldatmanın temeli kazanmaya dayalıdır. Hayır, aldatmanın bin yüzü vardır ama bir kadın için aldatmak fazlasını aramaktır; bulamadığında da Anna gibi pişman olmaktır. Bunu metin arasına saklayan Tolstoy, yüz elli yılı aşkındır Anna Karenina’ya kötü kadın dedirtir. Ama aklını kullanan okura da asıl aldatanın fiili yapan değil şartları hazırlayan olduğunu söylemekten geri durmaz…
Böyle de olsa herkesin işine Anna’yı iffetsiz şekilde yaşarsan, sonun tren altında kalmak olur diye yargılamak gelir. Edebiyat tarih de aksini söylemez. O nedenle Tolstoy büyüktür. Çünkü dünyanın en iyi romanlarından birini yazıp, onu insanların beğenisine değil de ahlakına teslim etmiş, “Hadi işin içinden çıkın” demiştir ki gerçekten de çıkabilene aşk olsun. Ya da aşık olan çıkabilsin… Eni konu, Anna Karenina, tüm kadınların toplamı sayılır. Ve okuyarak bile aşık olmamak elde değilken karşına çıktığında aşık olmamak, aşık olup unutmak, unutarak trenler her geçtiğinde rüzgarına kapılmamak… Kim bilir belki eldedir de, bazılarına göre değildir… Hem de hiç…
Erdinç Akkoyunlu – edebiyathaber.net (8 Haziran 2016)