Tolstoy’un Anna Karenina’yı derinlikli, karmaşık ve gizemli bir karakter olarak olarak tasarladığı gerçeğine hangi okur karşı çıkabilir? Bir an için bu karakteri yüz elli yıl öncesinin bağlamından çıkarıp günümüzün değer yargılarıyla değerlendirelim. Böylesi bir çözümlemede feministler belki de onu bir kadın olarak kendini var etme yolunda mücadeleci olarak betimleyecekken, bazı kesimler ise onu toplumun değer yargılarına karşı çıkan bir düşkün olarak yorumlayabilir. Kimileri onun için bütün hücreleri aşk tutkusuyla yoğrulmuş bir kadın diyebilecekken, bir psikoloğun gözünden bilinçaltının dehlizlerinde kendini kaybeden bir hasta olarak değerlendirilebilir. Sevmediği adamdan olan oğlunu ölüm pahasına severken, sevdiği adamdan olan kızını sahiplenmeyen bir annedir o aynı zamanda.
Peki Vronsky? Birden fazla kadına âşık olan ayran gönüllü bir karakter mi yoksa Anna’ya tutulan, yaşamının döngülerini ona göre yeniden belirleyen ideal âşık mı? Levin’in Kiti’ye olan aşkı, Kiti’nin Vronsky tarafından reddedilmesinden sonra hastalanması, yine Levin’in inanç konusunda sorgulamalarına eşlik eden çalışkan ve iyilikçi yönü, Doli’nin fedakâr anne ve aldatılmayı sineye çeken kadın profili, Aleksey Aleksandroviç’in aldatılan ama affeden koca rollerinin günümüz ilişkilerinde karşılığı neler olabilir? Savaş, Rusya’nın kendine özgü sorunları, azınlıklara ilişkin göndermeler, köy hayatı ve sosyete yaşamı gibi izlekler romanın dikkat çeken meseleleridir. Ancak biz romanın bel kemiği ve belki de Tolstoy’un bu romanı yazmadaki esas amacı olan aşk, evlilik ve sadakat üzerinden düşünmeye ve romanı günümüz değerleriyle ilişkilendirmeye çalışalım.
Anna’nın kendini trenin altına atıp öldürmesi bir kadın cinayeti olarak değerlendirilebilir mi? Kuşkusuz bu bir intihardır, bu olaydan ötürü kimsenin yargılanması düşünülemez ancak Anna’yı intihara sürükleyen duygusal boşluğun temelinde erkeklerin kendisine yeteri kadar sevgi göstermemesi, onu görmezden gelinmesi, yoğun tutku ve beklentilerinin karşılık bulamaması etken olabilir mi? Sosyete hayatı, mutsuz evliliği, oğlu, elit bir yaşam içinde şatafatlı ama ruhsuz birlikteliği… Âşık olduğu Vronsky’i o günün balosu yerine günümüzde yalıda verilen yemekte ya da partide hayal edelim. İletişimin çok rahatlıkla kurulduğu, anlık durumların sosyal medya aracılığıyla paylaşıldığı bir dünyada Anna-Vronsky aşkının başladığı gece her ikisi de evlerine döndüğünde iletişime geçerler miydi? İlk görüşte nutkun tutulması ve peşi sıra mesajlaşma ya da konuşma ikisi üzerinde nasıl bir etki bırakırdı? Romanda herkesin gözü önünde yapılmak zorunda kalan paylaşma ve dikkat çekme çabalarının iletişim çağındaki biçimi ve içeriği nasıl olurdu? Gizli bir aşk olacağından sosyal medya hesaplarında bu aşkı ima edecek imgeler neler olurdu?
Peki Vronsky’e âşık olan Kiti, o akşam sevdiği adama yazdığı mesajlara yanıt alamayınca nasıl paylaşımlar yapardı? Muhtemelen, çağımızın en güçlü sosyal paylaşım platformu olan Instagram’da Vronsky’i yerden yere vururdu. Kiti’ye âşık olan ve onun tarafından reddedildikten sonra köyündeki çiftliğine dönen Levin’in tavrı ne olurdu? Odasına kapanır Netflix mi izlerdi yoksa gecelere mi akardı? Ekran görüntüleri, mesajlar ve ifşalar birçok siyasiyi koltuğundan eder miydi? Olanlardan haberi olmayan, olsa bile eşinin belli şartlar altında âşığıyla görüşmesine göz yuman Aleksey Aleksandroviç gibi bürokrasinin tepelerinde bulunan birinin olaya ilişkin tutumu nelere yol açardı? Dönemin toplumsal yapısıyla günümüz koşullarını karşılaştırdığımızda aslında duygu ve düşüncelerin çok da değişmediğine tanık oluyoruz. Fiziksel çevre, mekân algıları, iletişim ve ulaşım araçları umulmadık düzeyde değişse de insan doğasında barındırdığı -çoğu zaman bilinçaltında- o derin soyut bağlar varlığını sürdürüyor. Aşk, sevgi ve aidiyet bağlarını neredeyse aynı şekilde devam ettiren bu durum aslında “İnsan, binlerce yılın sonunda değişti mi?”sorusunun yanıtını bir yönüyle veriyor. Her ne kadar hukuk bireyin bir değer olarak kabul edilebilir bir düzeye yükselmesini sağlamış, psikoloji insanın bilinçaltına dair durumları az da olsa bir netliğe kavuşturmuş olsa bile insan denen varlık var olduğundan beri barındırdığı hisleri ilk günkü gibi sürdürmeye devam ediyor gibi görünüyor.
Kiti’nin reddedilmesiyle girdiği bunalımdan çıkıp Levin’le evlenmesi, gerçekten mutlu olması, sonrasında çocuk sahibi olması, günümüz filmlerinde sıklıkla karşılaşacağımız tatminkâr kadın imajında karşılığını bulurken aynı şekilde Anna’yı da günümüzdeki birçok kadının içinde bulunduğu durumun prototipi olarak görebiliriz. Yeterince sevilmeyen ve duygusal olarak tatmin edilemeyen kadınlar çaresizlik sarmallarına düşüp durmakta. Gerek Yeşilçam gerekse de günümüz film ve dizilerinde sıklıkla işlenen aşk teması üzerinden bakarsak bir insanı başka bir insanın peşinden koşturacak, haz veren, ona sarsıcı anlar yaşatacak ve hatta kendini öldürtecek noktaya getirten durumların değişmezliğiyle karşılaşabiliriz.
Romanın belki de okura en ilginç gelecek yönlerinden biri, Anna’nın eşi Aleksey Aleksandroviç karakteri ve onun olup bitene yönelik tutumudur. Aldatılmayı sineye çeken, eşinin yapıp ettiklerine göz yuman ama onunla boşanmamak için direten ve üstüne üstlük oğluna karşı çok da bağlılık duymamasına rağmen onu eşine vermeyen, bütün bunların üstüne bir de Anna’nın sevgilisinden olan kızını koruyup kollayan ve seven bir karakterin toplumda karşılığı olabilir elbette. Günümüzde mahalle baskısı aracılığıyla kendini daha çok göstermeye başlayan toplumsal baskı bu tür olaylarda bireyin salt kendi kararlarıyla hareket etmesine izin vermeyebilir öte yandan.
Biz yine de karamsarlık içinde geçen romanı ters yüz edip onu Rusya’nın kasvetli mekânlarından çıkaralım ve Akdeniz’e taşıyalım. Hukuki, sosyal, duygusal engelleri aşan ve yaşadıklarından aşkın diriliğiyle çıkan Anna ve Vronsky’i deniz esintisiyle canlandırıp onlara yoğun, ince ve uzun bir yaşam biçelim ve kurmacanın gerçek hayattan daha inandırıcı olabileceği gerçeğinin hakkını teslim edelim. Bunu yaparken Tolstoy’u ve doruktaki romanını selamlamayı unutmayalım.
edebiyathaber.net (6 Nisan 2022)