Mihály ve Erzsi balayını geçirmek için İtalya’ya trenle seyahat ederler. Yolda Mihály kahve içmek için bir durakta iner, kahvesini içer ve birden trenin hareket etiğini fark eder. Koşarak son vagonun kapı koluna tutunur, ilk durakta karısının olduğu vagona gitmeye karar verir, ne de olsa bu eski model trenlerde vagonlar arasında yolcular için gidiş geliş bağlantıları yoktu. Fazla zaman geçmez, Mihály yanlış trende olduğunu anlar, karısının gittiği yönden tamamen farklı bir yönde. Mihály karısıyla temas kurabileceği ilk fırsatta “Hoşça kal” diye bir telgraf çeker.
Mihály’in evlilikten ve sorumluluklarından kaçınması bazı yerlerde muhafazakâr okuru rahatsız edebilecek seviyeye getirse de insanın karmaşık yönlerini anlama çabası baskın çıkan okurda ise Mihály’e eşlik etmek düşer. Aile denilen kurumun, hele sorunlu ebeveynlerin bireyi kıskaçları arasına alarak nasıl da zehirlediğine yapıt boyunca birebir tanık oluruz.
Yapıt ilerledikçe okur da Mihály’le birlikte sürüklenip durur. Devam ediyorum:
Haftalardır eve gelen kimse yoktu ve eve bakan kadın da evde değildi. Mihály intihar etmeye karar vermiştir, tıpkı henüz yeni yetme bir delikanlıyken hayatına son veren arkadaşı Tomás gibi, çok uzun yılar önce. Kapı zili ısrarla çalar, gelen Vannina adında daha önce barda tanışmış olduğu barmen kızdır ve yanında da başka bir kız daha. İkisi de süslenmiş, bir düğüne hazırlanmış görünüyorlar. Vannina, Mihály’i kuzeninin çocuğunun vaftiz törenine çağırmak için gelmiştir. Daha önce söz aldığı gibi çocuğun vaftiz babası olmasını yineler. Mihály intihar eylemini gece yapmayı planlamaktaydı ama bunun için zihinsel olarak da hazırlanmak ister, bu nedenle bu törene gitmemeye çalışmış olsa da bu iki hoş kız onu götürmeye ikna eder. Törenden sonra da onlarda kalır Mihály, intihar düşüncesiyle allak bullak olmuş bir haldedir, gece boyunca içer, öyle ki ayakta duramayacak kadar sarhoştur. Onu bir oda da yatağa yatırırlar. Mihály intiharına tanık olması için yeniyetmelik aşkı Éva’dan daha önce söz almıştır, olaya birebir tanık olması için; tıpkı Éva’nın Tomás’ın ölüme tanık olduğu gibi. Eva’yı düşünür, yıllardır izini sürmüş olduğu kadını, aşkı; intiharında bile başarılı olmadığı için hayıflanır, oysa en büyük arzusu birkaç gün önce bu kadının onu ölüme yolcu etmesiydi. Şimdi ise, geçmişte olduğu gibi sözünü tutamamış korkak biri olduğunu ispatlamıştır. Mihály gece, zifiri karanlıkta, bu odada bu evde ne aradığını sorgular, hiç tanımadığı bu insanlarla birlikte, Vannina’yı bile hayatında ilk defa geçen gün görmüştü. Tuzağa düşürülmüş olabileceğini, bunların bir çete, belki de yalnız takılan turistlerin peşine düşen bir hızsız çetesi olabileceği düşüncesi hızla aklına düşer. Ama o kadar sarhoş ki yerinden doğrulacak kadar bile gücü yoktur. Eliyle cebini, cüzdanını yoklar, yerinde yoktur, evraklarının da yerinden yeller esiyordur; korkusu daha da katlanır. Belki de ona bir zehir içirmişlerdir diye düşünür ve parasını çaldıkları birini neden sağ bıraksınlar ki? Her an kapının açılacağını ve birinin onu öldürmek için geleceğini kaygıyla bekler. Ölüm korkusunu daha önce hiç hissetmediği kadar güçlü hisseder. Oysa canını kendi eliyle almayı düşünmüştü bu gece. Ölümden korkmaması gerektiğini, zaten bu anı günlerdir beklediğini kendine hatırlatmaya çalışır, kendini teselli etmek için epeyce çabalar, fakat ne ettiyse de ölüm korkusunu yenemez. Korkunç bir şekilde yaşamayı arzular o sırada. Ölüm korkusuyla cebelleşirken uykuya dalar Mihály, uyandığında sabah olmuştur, yaşıyordur ve henüz kimsenin onu öldürmeye çalışmadığını fark eder. Cebini yoklar, cüzdanı yerindedir, evrakları da öyle, hiçbir şeyi çalınmamıştır. Ve Mihály yıllardır omuzlarında duran yükün kalktığını, vücudunun ve zihninin daha önce hiç olmadığı kadar rahatladığını duyumsar. İntihar etme arzusundan hiçbir eser kalmamıştır.
Bu yazıda yapıtın konusunu özetlediğim düşünülebilir, ancak yazıldığı dönemin içinde değerlendirildiğinde koca bir ağacın bir iki dalını silkelemiş olabilirim belki, daha fazlası değil; yapıtı okumuş olanlar ne dediğimi anlamıştır.
Sonuç olarak Yolcu ve Ayışığı, Macar asılı yazar Antal Szerb’ın evlilik kurumunu sorguladığı, sadakat, fedakârlık, kişilerin tercihleri arasındaki bocalayışı, geçmişte saplanıp kalmış insanın dramını, ölüm, cinsellik ve özgürlük gibi konuları kendi yöntemiyle ele aldığı bir yapıtı. Sinematografik yanın ağır bastığını söylemeliyim, yine de iyi edebiyat okurlarının içinden çok şey bulacağından hiç kuşkum yok.
Sedat Sezgin – edebiyathaber.net (30 Temmuz 2019)