Kadınların kendi kaderlerini belirleme ve kendi tarihlerini yazma mücadelesi, onlara dayatılan çeşitli simge, kural, gelenek ve içselleştirilmiş rollere rağmen oldukça çetin mücadeleler sonucunda elde edilmiştir.
Bu minvalde anlatacağımız Çiçek Akbaş’ın “ANTALYAM aslında bu bizim hikayemiz” anı kitabı, yazarın ve annesinin ilkleri oluşturan kadınlık mücadelesiyle dikkati çekiyor. Çiçek Akbaş ve annesi genç Cumhuriyet’in siyasal ve sosyal yaşamına, kültürel değişimine, kentlerin(Antalya, İstanbul, Kars, Manisa ve İzmir)tarihine, kadın erkek ilişkilerindeki evrimleşmeye tanıklık etmişler. Anne ve kızın Cumhuriyet’in ilkeleri doğrultusunda yaşadıkları hayat ve o hayatın kurulması için feda ettikleri adanmışlıklar var bu kitap.
Sanat tarihçisi Dilek Metin Sert’in özenli editörlüğünde, Heyamola Yayınlarından çıkan kitabın ikinci baskısı Şubat 2018’de çıkmış. Şair Betül Tarıman’ın arka kapak yazısı yazdığı kitap Antalya Kent Müzesi’nin “sözlü tarih çalışması” sırasında tasarlanmış. Betül Tarıman Çiçek Akbaş’ın kitabını “önemli kişiliği ve Antalya şehrine kattığı değerlerle tanınan bir doktorun, bir ressamın, Cumhuriyet değerleriyle yetiştirilen bir kadının, çok yönlü bir sanatçının…uzun zaman önce Antalya’ya yolunu düşürmüş, yaşadığı kent ile özdeşlemiş, kente gönül vermiş bir hekimin” hayatını anlatan bir kitap olarak tanıtıyor.
4 Kasım 1938 yılında Kars’ta doğmuş Çiçek Akbaş. Anne ve babası öğretmen olduğu için ülkenin en ücra köşelerinde yaşamışlar. Ailenin sekiz çocuğundan en büyüğü. Dört yaşına kadar Kars’ta büyüyen Çiçek Akbaş, ailesinin tayini nedeniyle ilkokulu Manisa, Turgutlu Gölkaya köyünde bitirmiş. Ortaokul ve liseyi yatılı olarak İzmir Kız Lisesi’ni tamamlamış. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olan ilk öğrencilerinden. 1962 yılında doktorluğa ilk olarak Antalya’da başlamış. Şimdilerde emekli olan Çiçek Akbaş kadın doğum uzmanı olarak 47 yıl mesleğini sürdürmüş. Halen çok yönlü sanat çalışmalarını sürdüren Çiçek Akbaş ressamlığıyla da tanınıyor.
“ANTALYAM aslında bu bizim hikayemiz” adından anlaşılacağı gibi Antalya tarihi açısından çok önemli bir kitap. Antalya’nın henüz köy gibi olduğu, bugün lüks konutların fışkırdığı yerlerde doğal hayatın hüküm sürdüğü, portakal bahçelerinin mis gibi koktuğu eski Antalya’nın hikâyesi çıkıyor karşımıza. Çiçek Akbaş genç ve tecrübesiz adli tıp doktoru olarak cinayetlerden, yaralanmalara kadar her türlü kavga ve mücadeleye tanıklık ediyor. Yazar öylesine ilginç olayları anlatıyor ki, Antalya Altın Portakal Film Festivalini ilk başlatan Dr. Avni Tolunay’da kitabın içinde, parkların bahçelerin güzelliği de, şehrin yaşadığı yokluk/yoksulluk yılları, hastaların düşkünlüğü, serzenişleri, namus cinayetleri de var kitap da. Orta yaş üzeri herkesin kendinden bir şeyler bulacağı bu kitabı okurken kendi anılarınıza, dolaştığınız şehirlere, kırlara, ormanlara, eski köy evlerine, mütevazi yaşamlara, kıt kanat elde edilen değerlerin kıymetine, azla yetinmeyi bilen sahici ve yalın insanların hayatına şahit oluyorsunuz.
Kitabı ilginç kılan sadece Antalya’da yaşanan yıllar değil. Asıl olarak Çiçek Akbaş’ın annesi ve onun ailesinin ilginç serencameside başka tür tarihi gerçeklik olarak çıkıyor karşınıza. Çiçek Akbaş annesi Girit’li, babası Bulgaristan göçmeni. Anne İstanbul’da konaklar da büyümüş. Konya Muallim Okulundan on yedi yaşında mezun olunca ailesinin tüm direnmesine rağmen Kars’a öğretmenlik yapmaya gitmiş. Orada evlenmiş. Yıllarca en ağır işleri yapmaktan çekinmemiş. Hem sekiz çocuk doğurmuş hem de yaşadığı sıkıntıları kimselere sezdirmeden, şikayet etmeden yaşamış.
Çiçek Akbaş’ın annesi binbaşı bir babanın kızı olarak İstanbul Beşiktaş’ta büyük bir evde dünyaya geliyor. Yıl 1920. Oldukça kalabalık dokuz çocuklu bir ailenin altıncı çocuğu. Kardeşlerin hepsi de yüksek okullarda okutulmuş. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren devlette önemli görevlerde bulunmuşlar. Çiçek Akbaş’ın büyük dayısı Atatürk’ün emriyle 1935 yılında Afganistan’a Kabil Üniversitesini kurmaya gönderiliyor. Üniversitenin Hukuk ve Mülkiye bölümlerinin ilk dekanlığını yapıyor. Diğer kardeşlerde Anadolu’nun farklı şehirlerinde konservatuvar öğretmenliği, doktorluk, mühendislik, askerlik, teknikerlik gibi önemli görevlerde bulunmuşlar. Birisi de Moskova’da Nazım Hikmet’le arkadaşlık etmiş.
Çiçek Akbaş annesini şöyle anlatıyor. “Annem yemeğini yapardı. Gece oturur okul ödevlerinin hepsini yapardı. Çamaşırını yıkar yamasını diker. Hep üstümüzden küçülerek çıkmış şeyleri bir küçük kardeşimize bir şeyler yapardı. Boş kaldığı zamanda bezden oyuncaklar diker bizi oyuncaksız bırakmazdı. Öyle yetiştik. Hikayeler anlatırdı. Mahalle çocuklarını kendi talebelerini okuturdu. Annelerine okuma- yazma öğretirdi. Öyle bir insandı. Çok mükemmel bir insandı.[1]
1950’li yıllarda Çiçek Akbaş ortaokul ve lise okumak için İzmir Kız Lisesinde yatılı bölüme yazdırılıyor. Sonrasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinin ilk mezunlarından biri oluyor. Çiçek Akbaş uzun yıllar yaşadığı İzmir’in demografik yapısını, doğasını, ağaçları ve çiçekleri, sosyal dokusunu ve yatılı okul yıllarını, özellikle de kadınların ve genç kızların hayatlarını etkili bir dille anlatıyor. “İzmir’de de hocalarımı hatırlıyorum. Bizi birazcık kapalı yetiştirdiler. Etekler mesela annemin yanında olduğumuz gibi kısa etek giyemiyorduk. Dizlerimizden bir karış uzun önlüklerimiz vardı. Siyah bağcıklı ayakkabı, siyah fitilli çoraplar. Yolda gezerken sıra olarak bizi sinemalara götürürlerdi. Etrafa bakmayalım diye yasak da koymuşlardı.”
Aslında Antalya’ya adanmış bu kitapta benim alt metin olarak okuduğum anne kız hikayesi, Anadolu’nun her köşesine seferber olan “Feride’nin/Feridelerin” hikâyelerine benziyor. Çiçek Akbaş annesi İstanbul’un en mutena semtlerinde rahat bir hayat sürmek yerine kendini yoksul öğrencilerine adıyor. Çocuklarını da bu hasletlerle yetiştiriyor. Yaşadığı yöre halkıyla fedakarca ilişkiler kuruyor: “Şimdi bir kadının hareketi deyince ben sadece okul içini hatırlıyorum ama annemden size örnek verebilirim. Annem köy hayatında, köylülerle çok kaynaşmış ve oradaki insanları çok seven bir insandı. Okuma-yazma bilmeyen bütün köy halkını toplar, isteyene okuma-yazma öğretir, isteyene gazete okur, isteyene kitap okur ve onları aydınlatmaya çalışırdı.”
Kitap kardeşinin kullandığı otomobille Turgutlu’ya giderken uykudan uyanan Çiçek Akbaş’ın ilk duygu ve düşünceleriyle başlıyor. Dokuz bölümden oluşan kitapta her bölüme başlarken buna benzer kurgusal teknikler kullanılmış. Bu haliyle kitabı otobiyografik roman gibi okuyorsunuz. Yazar ilk sayfadan itibaren okuyucusunu psikolojik atmosferin içine hızla çekiyor. Hem şimdiki zaman hem de geçmiş zaman kısa cümlelerle, şimdiki zaman anlatımıyla yazılmış. Önce küçük bir çocuğun dilinden, sonra genç bir kızın kaleminden, sonrasında yetişkin bir kadının hüznüyle anlatılıyor. Bu da kitaba tazelik ve gençlik katmış.
Okumaktan keyif aldığım ve ülkenin ve kadınların tarihi hakkında pek çok şey öğrendiğim “ANTALYAM aslında bu bizim hikayemiz” kitabını okuyucularına armağan eden Çiçek Akbaş’a sonsuz teşekkürler ediyorum. Ayrıca yaşadığı şehrin tarihinde böylesi önemli tanıklığı ortaya çıkaran Antalya Kent Müzesi’ne Antalya’da yaşamış ve Antalya şehrini çok sevmiş bir okuyucu olarak ayrıca teşekkür ediyorum.
Perihan Tunçbilek – edebiyathaber.net (20 Nisan 2018)