Arda Kıpçak: “Kalabalıklar insanı anlamsızlığa sürüklüyor”

Mayıs 17, 2017

Arda Kıpçak: “Kalabalıklar insanı anlamsızlığa sürüklüyor”

ARDA KIPÇAK GÖRSEL1Söyleşi: Yusuf Çopur

Çeşitli edebiyat ve sanat dergilerinde yayınlanan öyküleri ve edebiyat bilimine dair akademik çalışmalarıyla tanınan Arda Kıpçak, “deneysel biçimcilik”in ağır bastığı ve yalnızlık, anlamsızlık, ölüm ve modern insanın ruhsal bulantılarını anlattığı öykülerini Değişik adlı kitapta topladı. Yazarla Vapur Yayınlarından çıkan ilk kitabını konuştuk.

Akademik alanda da metinler yazdığınızı biliyoruz. Değişik’ten de anlıyoruz ki öyküler akademik yönünüze ağır basmış. Zorlandınız mı akademik tarafınızdan yoksa aksine sizi besleyen bir etkisi mi oldu?

Lisansım Hukuk. Üzerine İngiliz Dili ve Edebiyatı alanında yüksek lisans yaptım. Aynı alanda doktoram devam ediyor. Yazmaya lisede başlasam da üslubum yüksek lisans yaptığım sırada oturdu diyebilirim. Yüksek lisansta aldığım derslerin, gördüğüm teorik bilginin katkısı çok büyük. Öykülerimin altyapısını oluşturma ve onlara derinlik katma konusunda bu eğitimden çok faydalandım. Hatta Hukuk öğrenimimin bile etkisi var diyebilirim. Hukuk eğitimi, Felsefe, Sosyoloji ve diğer bir çok alan gibi; hatta sadece Sosyal Bilimler değil, Fen Bilimleri dahi insana farklı bir bakış açısı sağlayabiliyor. Zaten günümüzde farklı alanlarda eğitim almış ve bu eğitimlerini yaptıkları sanatsal faaliyete yansıtan, bunlardan beslenensanatçılarla karşılaşıyoruz. Ben de gerek lisans, gerekse yüksek lisans eğitimimden beslendiğimi, bana ilham verdiklerini söyleyebilirim.

Öykülerinizdeki “deneysel biçimcilik”le edebiyatta gerçeklik üzerine farklı bakış açıları ortaya koymuşsunuz. Bu tercihinizde neler etkili oldu?

Öykülerim genellikle biçim üzerine deneysel çalışmalardan oluşuyor. Bunun en kolay görülebileceği öykülerim pastiş denilen ve farklı yazın türlerinin biçimlerini alıp öyküye uyarladıklarım. Curriculum Vitae, Aldırmak ya da Aldırmamak, Kürtaj, Yaz Kızım ve Olup Olup Dirilen Adam öykülerinde sırasıyla; özgeçmiş, tiyatro oyunu, röportaj, duruşma tutanağı ve blog yazısı biçimlerine sahiptir. Özgeçmiş ya da CV dediğimiz şey insanların iş başvurusunda kullandığı gerçek hayatla bağlantılı bir şeyken bunun üzerinden bir kurgu yapmak okurun gerçeklik algısını da değiştiriyor. Tamamen kurgusal bir özgeçmiş öykü ortaya çıkıyor.

Sanırım tüm bunlar okur odaklı bir anlayış benimsediğinizin birer göstergesi.

Çok doğru. Okuru şaşırtmayı hedefliyorum. Anlatıcı üzerine yoğunlaştığım diğer öyküler de bir yandan okurun gerçeklik algısıyla oynayan şeyler. Benim anlatıcılarım genellikle değişken yapıdadır. Bir paragrafta üçüncü kişiyken sonrakinde birinci kişiye dönüşebilir. Bilinç akışı tekniğini kullanarak karakterin kafalarının içindekini kendilerinin anlatmasına olanak vermeyi de seviyorum. Bunun da öyküye farklı bir gerçeklik kattığına inanıyorum.

Parçalılık, pastiş, metinlerarasılık, meta kurgu, ironi ve parodi gibi özelliklerinden yararlanarak yazılan öykülerinizin zamansal sıçramaları da dikkat çekiyor. Zamandaki bu kırılmalar kurgunu bir parçası gibi hissediliyor, ne dersiniz?

Parçalılık zamansal sıçramalara ve kırılmalara da imkân veriyor. Ben öykülerimdeki kurguyu sinematografik kurguya benzetiyorum. Zamanda ileri geri sıçramalar (flashback/flashforward) dışında farklı anlatıcıların kullanımını da kolaylaştırıyor. Öykülerimin çoğunda çizgisel ya da kronolojik ilerleyen bir zaman yerine Gündüz Düşü öyküsündeki gibi geçmişe sıçramalar olan ya da Niyet ve deJenerasyon’daki gibi geçmişe ve geleceğe sıçramaların olduğu öyküler var. Bu tür sıçramalar okurda kendilerinin doldurabileceği boşluklar, satır araları ve dolayısıyla onların hayalgücünü de işin içine katan bir özgürlük yaratıyor.

DEĞİŞİK görselÖykülerinize genel olarak modern hayatın zorlukları, insan ilişkileri, yabancılaşma, yaşam, ölüm ve anlamsızlık (anlayamama, anlaşılamama) gibi modernist temalar hâkim. Yabancılaşma ve anlamsızlık ise en yoğun işlenen temalar. Bu iki kavramın üzerinde ağırlıklı durmanızın nedeni nedir?

Modern hayat ve modern şehirlerde yaşam çok zor ve gün geçtikçe de zorlaşıyor. Trafik, kalabalık, betonlaşma, stres gibi şeylerden bahsediyorum. İnsan ister istemez etrafındaki diğer insanlardan uzaklaşmak hatta zaman zaman ya şehir dışına kaçmak ya da kendini bu kaostan koruyabileceği evine kapanmak arasında tercih yapmak durumunda kalıyor. Modern hayatın en büyük getirilerinden biri yabancılaşma ve çok bilindik bir tema. Bu kalabalığın içinde var olma mücadelesi veriyoruz her birimiz. Anlamsızlık ise daha çok bireyselleşememe, çocukluk ve naiflikle bağlantılı.

Musallat Aşı öykünüzde ölümü anlamaya çalışan küçük çocuğun öyküsü gibi.

Kesinlikle.  İnsanlığın başlangıcından beri bir şeylere anlam vermeye çalışıyoruz ve çoğunda da başarısız oluyoruz. Bireysel açıdan da durumböyle. Anlayamama, anlaşılamama insanlığın en büyük sorunlarından biri bence.

Öykülerinizde ironiden faydalanılarak esprili bir dil kullanmışsınız ve Abidin’in Üretim Kabızlığı öyküsünde bu ironik, esprili dil ve absürt anlatım zirve yapıyor. İroni ve mizah varoluşsal çelişkiler yaşayan bireyleri anlatmada daha güçlü bir olanak mı sağlıyor?

İnsanlar sanırım bir şeylerle baş edemediklerinde espriye ve mizaha başvururlar. Çok da etkili bir yöntemdir. Boş vermektir bir bakıma; dalgaya vurmak, alaya almak…  Benim karakterlerim de genellikle büyükşehirde doğup büyümüş ama çevresine bir türlü uyum sağlayamamış karakterlerdir. Çoğu, anlaşılamadığını düşünen, büyüyememiş, bireyselleşememiş ve dolayısıyla varoluşunu sorgulayan insanlar. Bunlar doğal olarak ironiye, espriye, mizaha başvuruyor ve ortaya da absürt öyküler çıkıyor. Olup Olup Dirilen Adam öyküsü de benzer bir var olma hikâyesi barındırıyor, kelime oyunları yaparak yine anlaşılamama temasına yer veriyor.

Özellikle büyülü gerçekçilik tarzında olan Çocuk Oyunu ile Gündüz Düşü, Tanıktan Soruldu, Yaz Kızım, Tercih Meselesi öykülerinde toplumsal, kültürel ve konvansiyonel eleştiriler dikkat çekiyor. Biraz açabilir misiniz bu eleştirilerinizi?

Çocuk Oyunu trafikte sıkışmış, kalabalık bir otobüste yolculuk eden ve hayalinde oynadığı oyun ile duruma katlanmaya çalışan küçük bir çocuk üzerinden büyükşehirlerde yaşanan sorunların bir kısmını, esprili bir şekilde eleştirir. Yaz Kızım adalet kavramını ve adaletin tecelli etmesi ânını biraz abartılmış bir duruşma sahnesi üzerinden yerer. Tercih Meselesi eşcinsellik, de Jenerasyon kuşak çatışması, Niyet aşkın kaybolması, Gündüz Düşü değişen hayat ve hayattan memnuniyetsizlik gibi günümüzde çoğu insanın yaşadığı ya da aşina olduğu konulara değiniyor.

Öyküleriniz, “absürt” olmaları bakımından ilk okuyuşta zor anlaşılır gibi görünseler de çok katmanlı yapıdalar. Okurlar açısından “zor anlaşıl”mak tedirginliği yaşadınız mı?

Anlaşılamama zaten öykülerde işlediğim konulardan biri. Elbette zor anlaşılma tedirginliği yaşıyorum. Ama anlaşılmayacak şeyler yazdığımı da düşünmüyorum. Az önce bahsettiğim şeyler öyküleri okuyunca kolaylıkla anlaşılacak şeyler. Öykülerin isimlerinin de içeriğe işaret ettiği görülebilir. Okur, kullandığım değişik yönteme alışkın olmadığı için başta biraz zorlasa da okudukça alışacaktır. Sadece bilindik konuları farklı bir biçimde yazıyorum.

Biçim sizde hep ön planda. Çoğu yerde geçmişle gelecek arasında bir köprü konumunda.

Geçmişten günümüze anlatılan, hepimizin yaşadığı şeyleri sizin de belirttiğiniz gibi biçimi ön planda tutarak anlatıyorum. Okuru da mümkün olduğunca özgür bırakmak istiyorum. Sonuçta yeni ve farklı bir deneyim sunuyorum. Sadece boşlukları doldurup, bağlantıları kurmaları gerekiyor. Öykülerde bu söylediklerimden çok daha falzasını bulacaklarına inanıyorum.

edebiyathaber.net (17 Mayıs 2017)

Yorum yapın