Bir kitap var elimde, “Arıza Babaların Çatlak Kızları” diye. Adını seçerken ne kadar varsıl davransa da yazarı, kapak fotoğrafına kayar kaymaz bakışlarınız, fakirliğin Kar, Kömür ve Keder kokusunu alacağınızı biliyorsunuz sayfaları çevirdikçe. Ev sahibi Ayten Kaya Görgün’ün evi olmuş kapak. Mamak’ın Ege Mahallesi belki, belki Maltepe’nin Gülsuyu, Kartal’ın Taşlıbayır’ı “hoşgeldin” diyor bize.
Mahalleden saatte bir kalkan, annelerin yün yelekleriyle hanımına gittiği, abilerin tekstil konfeksiyonuna, belki “iki film birden”e gittiği otobüsle geliyoruz mahalleye. Yabancı değil bize, tanıyoruz mahalleliyi. O mahallede kızların saçlarını, kapının önünde güneşi karşılayarak tarar anneler. Çok sinirlenirlerse tarakla vururlar kafalarına. Toka alamazlar elbet, beyaz don lastiğiyle bağlayacaklar kızların saçlarını. Öyle sıkacaklar ki lastikleri, açtıklarında bile dağılmasın ne saçları ne düşünceleri. Elinde kitaplarıyla zenginden alıp fakire vermek için giden abileri ablaları gibi bırakırlar analarını.
Gidemeyen kızlarımızla karşılaşıyoruz önce. Gülüşüp aralarında konuşuyorlar, “nereden çıktı bunlar?” dercesine. Sakine var, Sevgi var, Eylem var; Figen, Aysel, Binnaz var. Külkedisi masalı onlara prense eş olabileceklerini düşlesinler diye değil, geceleri dışarı çıkmamaları gerektiğini bilsinler diye anlatıldı. Annelerine patiklik ip, babalarına “Samsun” almak için körüklü otobüslerle işlerine gittiler. Kızılay’da vitrinlere bakıp, içeri girmeye utandılar. Yeğenleri Taylanlara, Ulaşlara, altgeçit çarşılarından aldıkları oyuncaklarla döndüler.
Çamura bata çıka ilerliyoruz yokuştan. Hıdır amca kapıda ayakkabılarını topuklarına basarken görüyor bizi. “Hoşgeldiniz sayın hemşehrim” çekip, gidiyor kahveye pişpiriğe. Köyden dürüm yapıp yüklendikleri döşeklerle geldiler Samsun asfaltlarından bu mahalleye. İnşaatlarda çalıştılar sigortasız ilk geldiklerinde. Kızlarını istemeye gelenlere ondan sordular önce “Sigortan var mı?” diye. Bu kahveye geliyorlar şimdi, köydeki hergele meydanının yerine. Demli çayları, tütün dumanları bıyıklarını sarartırken Ali Ekber Çiçek’i, Mahsuni’yi dinliyorlar. Gözelerinde karpuz soğutup güneşinde kavrulamayacakları köylerine, kefenleriyle dönmenin umudunu saklıyorlar içlerinde.
Fincan teyze çıkıyor evden. Bugün izin vermiş hanımı. Kazanı kaynatıp çamaşırları yıkayacak daha. Paşa amcanın gidişini fırsat bilip Nafiye teyze ile laflayacak, dizlerinin altına yuvarlıyor tombul baldırını sıkan lastik çoraplarını. Torunu Umut’a vermek için ekmek parasını saklıyor sütyeninin arasına.
Hamdullah abiler var daha. Babaevinin üstüne kat çıkıp, tuğlaya sıva çektiremeden oturan. Zöhreler var on beşinde iyi bir kısmet çıkınca evlendirilen. Gülten yengeler var, soğan filesi iyi köpürüyor diye evlerin önünde onlarla halı yıkayan.
Biz bu mahallelileri tanıyoruz. Çalıştığı yerde tokat yiyen, işten çıkıp eve gitmediği için parkta kafasına sürülen dışkıyı kendisine reva gören, son otobüsü kaçırıp gece sokakta yürüdüğü için “orospu” damgası yiyen, dayak yemesinler diye annelerin açık bıraktığı camlardan eve giren “çatlak” kızların, babalarından öyle gördükleri için kızlarına dayak atan, yatağında acısını duyan “arıza” babaların mahallesi.
Ayten Kaya Görgün, uzaktan görenlerin acıyıp belki tekinsiz buldukları bu mahalleyi hiç ajite etmeden, üstelik oldukça mizahi bir üslupla yazmış. Çamaşırları isten, pustan, kömürden kirlenip grileşse de içleri kentsel dönüşüm yüzünden kararmadan mahalleliyle tanışın.
Pelin Buzluk’un kitap ile ilgili yazısını okumak için>>>
Bircan Polat – edebiyathaber.net (13 Mart 2013)