Ressam Arshile Gorky'nin yaşamöyküsü 'Kara Melek' Aras Yayıncılık'tan çıktı.
Arshile Gorky'yi tanıyor musunuz? Ya da, Arshile Gorky adını duydunuz mu? Geçen yüzyılın sanatının değişmesinde önemli bir rol oynamış olan bu ressamın yaşamöyküsünü kaleme alan Nouritza Matossian'nın dediği gibi, 'Resimleri Amerika ve Avrupa'daki büyük müzelerde asılıyken ve sanatını Ermeni kültürü besleyip zenginleştirmişken, Gorky, paradoksal bir biçimde, Ermenilerin çoğu tarafından bile tanınmamaktadır. Şüphe yok ki, doğduğu ve on üç yaşına kadar yaşadığı ülkenin vârisleri olan çağdaş Türkler de ondan tümüyle bihaberdi'.
Oysa Arshile Gorky ya da vaftiz adıyla Manug Adoyan, 1902 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları Van'da dünyaya gelmişti. 1915 Felaketi'nden mucize eseri kurtularak Ermenistan'a göç ettiğinde henüz on üç yaşındaydı. 1919'da Amerika'ya gittiğinde ise on yedi yaşında'
Ermeni yazar ve insan hakları savunucusu Matossian, Aras Yayıncılık'tan çıkan Arshile Gorky: Kara Melek adlı kitabında, Gorky'nin doğumunu şöyle anlatıyor:
'Horkom, Van Gölü'nün kıyısında küçük bir köydü. Çocuklar ellerinde tatlılarla dışarı fırlayıp haberi yaydılar. Akrabaları da nazar değmesin diye 'tu tu tu' diyerek bebeği övüp anneyi kutladılar. 'Benim küçük karam!' diye fısıldadı Şuşan. Kocası Setrak Adoyan, bir doksan boyunda, sağlam yapılı bir adamdı. Alçak kapıdan eğilerek içeri girdi. Oğlunu merasimlerle, dualarla kucağına verdiler''
Kitabın Kara Melek adını taşımasının nedenini ve Gorky'nin ilk kez bir resimle karşılaştığında neler duyumsadığını ise kendi ağzından öğreniyoruz:
'Beş yaşındaydım. Konuşmaya o yıl başlamıştım. Annemle kiliseye gidiyoruz. Oradayız. Bir resmin karşısında durmuşum. Cehennemden sahnelerin resmedildiği bir tablo. Resimde melekler vardı. Beyaz melekler ve siyah melekler. Bütün siyah melekler Hades'e gitmekteydi. Kendime baktım. Ben de siyahtım. Demek ki cennete gidemeyecektim. Bir çocuğun yüreği böyle şeyleri kaldıramaz. İşte o anda dünyaya siyah bir meleğin de iyi olabileceğini, iyi olması gerektiğini ve ruhundaki iyiliği dünyaya, hem beyaz hem de siyah dünyaya sunması gerektiğini ispatlamaya karar verdim.'
Manug Adoyan, Amerika'ya gittiğinde, adını Arshile Gorki olarak değiştirmiş. Arshile'i Akhilleus'tan türetmiş; Yunan mitologyasının yiğit ve yakışıklı yarı-tanrısından. Gorky soyadını da, yazar Maksim Gorki'nin adından almış. 'Gorki' sözcüğünün Rusçada 'acı' anlamına geldiğini düşünürsek, 'Arshile Gorky' adının, bu coşkulu, ardında güçlü yapıtlar bırakan, ama yaşamı acılarla dolu insan için biçilmiş kaftan olduğunu görürüz.
Sanat yazarları, Arshile Gorky'yi, 'Avrupalı gerçeküstücü ressamlarla Amerikalı soyut dışavurumcular arasındaki bağı kuran ressam' diye tanımlıyorlar. Bir dönem Cézanne, Miró, Picasso gibi sanatçıların biçemleri doğrultusunda çalışmış Gorky. Ama 1939 dolaylarında gerçeküstücü Şilili ressam Roberto Matta'yla tanışması, yaşamında gerçek anlamda bir 'dönüm noktası' olmuş. Hem gerçeküstücülükle tanışması, hem de ileride karısının biraz da Matta'nın yüzünden kendisini terk edecek olması bakımından.
Sanatı, sanatçının bilinçdışının bir anlatımı olarak gören gerçeküstücü düşünceyle tanışınca, Gorky'nin arayış dönemi sona ermiş. Kişisel biçemini, bu düşünceden yola çıkarak oluşturmaya başlamış.
Çocukluk çağında yaşadığı 1915 Felaketi'nin izleri, bu duyarlı sanatçının yaşamında hiçbir zaman kaybolmamış. Ama ABD'nin en önemli ressamlarından biri olduğu sırada art arda yaşadıkları yaşamını altüst etmiş. 1946'da atölyesinde çıkan yangında resimlerinin çoğu yanan Gorky, kısa bir süre sonra bir kanser ameliyatı geçirmiş. Haziran 1948'de geçirdiği bir araba kazasında boynu kırılmış. Bir ay kadar sonra da, karısının kendisini terk etmesi üzerine canına kıymış.
Matossian, yazınsal bir dil ve ince bir duyarlıkla kaleme aldığı Kara Melek'te, Gorky'nin yaşamını hem tüm ayrıntılarıyla, hem de yakınındaki kişilerin tanıklıklarıyla anlatıyor. Bizimle aynı topraklar, aynı coğrafya ve aynı iklimde büyük bir acının içine doğan, delikanlılık çağında gittiği Amerika'da yirminci yüzyılın en önemli yapıtlarından bazılarını yaratırken, yalın ve dürüst kişiliğiyle hep çelişen, tepeden tırnağa maddeci dünyada umarsızca ayakta kalmaya çalışan Gorky'nin yaşamöyküsünü mutlaka okumalısınız.
Evet, Arshile Gorky kırk altı yaşında canına kıydı. Ama böylesi ölümlerde hep akıllara gelen soru bir kez daha dilimin ucunda: Arshile Gorky'yi kim öldürdü?
2004-2007 arasında Hrant Dink'le yaptığı söyleşilerin video kayıtlarından 'Hrant Dink: İki Milletin Kalbi' adlı filmi oluşturan Matossian, 'kitabının Türkçeye çevrilmesinin Hrant Dink'in arzusu olduğunu' söylüyor. Cinayet davası yeni sonuçlandı, birileri hüküm giydi, ama Hrant'ın gerçek katilleri ortaya çıkarılmadı. 'Hrank Dink'i aslında kim, kimler öldürdü?' sorusu da yanıtını bekliyor.
Pek çok ölümde, öldürümde bu soruyu hep yinelemeliyiz: Aslında kim öldürdü?
Mürekkebi kurumadan
Derin bir trajedi
Nouritza Matossian'ın Arshile Gorky: Kara Melek kitabından birkaç bölüm:
'Evden bir kilometre kadar ötede, Gorky'nin en sevdiği yerlerden biri olan köknarlı koyağa doğru yola koyuldular. Otların arasında güçlükle ilerleyerek arıyorlar, sesleniyorlar, ama yanıt alamıyorlardı. Geri dönerken, bir yan yolda Gorky'nin küçük köpeğinin havlayarak onlara doğru koştuğunu gördüler. Köpeği takip ettiler. Onları arkasında görünce havlamayı bırakan köpek, taş kırıcıya doğru koştu. Böylece bir yanı açık eski bir barakaya vardılar.
Gorky orada, ayakları yerden sadece üç-beş santim yukarıda asılı duruyordu. Gömleği yukarı sıyrılmıştı. Pantolonu, bir deri bir kemik kalmış bedeninden düşmekteydi'
(')
André Breton, Gorky'nin intihar haberi geldiğinde Paris'te, Sydney Janis'in de aralarında bulunduğu arkadaşlarıyla bir kahvede oturuyordu. Sevdiği ve saygı duyduğu, Amerika'nın en büyük ressamlarından biri olarak nitelediği adamın ölümüyle yıkıldı; hâmiliğini yaptığı ve birlikte çalıştığı Matta'nın, Gorky'nin hayatına elleriyle son vermesine yol açan olaylar silsilesine katkıda bulunmuş olması ise onu çileden çıkardı'
(')
Gorky'nin intiharının yarattığı sarsıntı savaş sonrası sanat dünyası üzerinde derin bir gölge bıraktı. Yankıları hem özel hem kamusal alanda devam etti. Yakın arkadaşları, Gorky'nin saygınlığını korumak için onurlu bir yol seçtiğine inandılar. İnsani dayanma gücünün ötesinde sıkıntılar yaşayan duyarlı ve cesur bir adam olarak takdir edilen Gorky'ye 'karşı işlenen günahlar kendi günahlarını aşmıştır.' Bazıları onun kırılgan Gerçeküstücülerin kayıtsızlığına kurban gittiğini düşünüyordu. Baştan çıkarılan, seferber edilen, sonra da yem edilen bir adam. Bazıları ise, Ermenistan'ın kapalı, bütünleşmiş toplumundan sonra New York sanat dünyasının parçalanmış, yapısız toplumuyla uyuşamadığına ve bu dünyanın günah keçisi olduğuna inanıyordu. Materyalist Yenidünya, ona önce yeteneklerini geliştirebileceği güvence ve özgürlüğü sunmuş, ancak sonra onun keskin duyarlılığını öğüterek yok etmiştir.
Sanatı gibi intiharı da bir dönemin bitişi ve yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Kübizm defterini kapatarak Soyut Dışavurumculukla birlikte Gerçeküstücülük sayfasını açmıştır. Gorky iki Dünya Savaşı, Büyük Felaket ve Büyük Bunalım yıllarının ruhsal çalkantılarına uğramıştı'
Sanatı, nihayet uluslararası boyutlarıyla görülmeye, olması gerektiği gibi araştırılmaya ve gün ışığına çıkarılmaya başlamıştır. Breton onun 'esas sırra tamamiyle vâkıf ilk ressam' olduğuna inanıyordu. Yeteneğinin çok yönlü doğası ve kişisel mücadelesi başka sanatçılara esin kaynağı oldu. Yakın arkadaşı De Kooning ondan 'büyük üsluba' hâkim, saf ve tutkulu, büyük bir sanatçı diye övgüyle söz ediyordu. Sanatında ya da yaşamında asla ödün vermeyen Gorky, çalışmaları aracılığıyla büyük bir neşe ve derin bir trajediyi miras bıraktı. Gorky'nin, bir dostunun resimleri için söylediği sözler kendisini de en iyi şekilde tanımlamaktadır: 'O resimler bizi gerçekliğin ötesine, bir zamanlar büyük asırların dans ettiği doğaüstü bir âleme götürüyor.''
Celal Üster – Cumhuriyet Kitap