Leopold Von Sacher-Masoch, Kürklü Venüs’te; cinsellik, beğeni ve sevgiyi aşkın sömürü araçları olarak tarif ediyor.
Varoluş sorunsallarından biri olan aşk; hiç de iktidar, güç, kibir, rekabet… gibi savaş alanlarından kopuk bir şey değil. Hatta kopuk olması bir yana, bu alanlarla sıkı sıkıya ilişki halinde. Hatta bu alanlarda mayalanarak özneler arasında onulmaz engeller oluşturuyor. Tabii, bütün mesele aşka bakışımızda, aşkla ilgili öğrendiklerimizde ve beklentilerimizde düğümleniyor. Konu ise “mutlu aşk yoktur” gibi çıkarsamaların oldukça uzağında ve karmaşık. Buradan hareketle, hemen birkaç soru geliyor akla. Aşkın gerçek mahiyetini gördüğümüzde aşkı terk mi edeceğiz? Ya da terk ettiğimizde derin bir boşluk mu yaşayacağız? Peki nedir aşk?
Leopold Von Sacher-Masoch, Kürklü Venüs’te, aşkın doğasını yeterince açık etmiş gibi gözüküyor. Cinsellik, tutku, beğeni… bütün bunlara evet de, ama asıl tehlike de burada başlıyor. Zira aşk, bu duygularla yola çıkıyor ilkin, sonra da hayatı belirleyen temel unsurlarla buluşuyor. Denilebilir ki her kişi buralarda tökezleyerek, en büyük hayal kırıklıklarını da bir türlü anlamak istemediği bu gerçekler yüzünden yaşıyor. Gerçek ise tıpkı hayatın sistematize edildiği halinden oluşuyor. Bize gelince, sadece toplumsal alanda açık etmediklerimizi, gizli (mahrem) köşelerimizde yaşayarak aşka havale ediyoruz.
Eşitsizlik üzerine kurulan aşk
Öncelikle, eşitsizlik üzerine kuruluyor aşk. Bir tarafın diğer taraf üzerinde dile getirilmeyen egemenliği doğrultusunda, bir boyun eğdirme stratejisiyle ilerliyor. Masoch, Kürklü Venüs’de, tam da bunu anlatıyor. Metnin ana temasının, ana karakter -aynı zamanda birincil tekil kişi anlatıcı- Severin’in, Wanda adlı bir kadına olan tutkulu aşkı üzerine kurulduğunu söylemiş miydik (?) Hikaye ise, ondokuzuncu yüzyıl Avrupa’sında geçiyor. Soylu bir sınıfa mensup olan Wanda’nın çekiciliği, güzelliği karşında eli ayağı birbirine dolanan Severin’in onunla yaşadıklarına gelince; uzun, acılı bir tirad niteliğinde. Dolayısıyla da, bir erkeğin ya da kadının, sevdiği kişi olmaksızın yaşayamayacağı duygusunun ardında yatan şeylerin ne(ler) olduğunun farklı açılar irdelenmesi söz konusu metinde.
Peki, Severin’in hayatına Wanda nasıl bir katkı sunuyor? Bir katkıdan bahsedemeyiz elbette. Aksine, Severin daha da diplere doğru iniyor ve tahmin edildiği gibi oralarda da hiçlikle buluşuyor. “Wanda… Wandam! diye çığlık attım ve onu sertçe kendime bastırıp dudaklarını, yüzünü, göğüslerini öpücüklere boğdum. Benim sefaletim de bu işte, bana ne kadar eziyet edersen, ne kadar ihanet edersen seni o kadar çok, o kadar delicesine seviyorum! Acıdan, aşktan ve kıskançlıktan öleceğim bir gün” diyen Severin’in feryadı bir işe yarıyor mu? Hayır.
Efendi-köle ilişkisi formatı
Aynı zamanda anlatıcı konumunda olan Severin’in, -sevişme öncesi ve sonrası- Wanda’ya her ulaşmaya çalıştığında bütünlüğünden bir parçasını daha yitirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Yitirdiklerinin sonradan -ders niteliğinde- muhasebesini yapacak olsa da, bunun önemli bir nedeni daha var. Severin, partneri karşısında burnundan kıl aldırmayan, güçlü, kendinden –asla- taviz vermeyen kişi olmayı başaramıyor. İkincisi de, Wanda’ya daha başından bütün kozları kaptırıyor. Peki, bütün bunlar doğru şeyler mi? Yanıt olacak ise, daha başından aşkın bir üstünlük stratejisiyle ilerlediğini belirtmiştik.
Wanda’ya gelince, -gücü elinde tutan taraf olarak- bu stratejiyi uygulamakta hiç de zorlanmıyor. Böylelikle ilişki de, sado-mazohist bir seyir izliyor. Ancak buradan hareketle, yazarın metnini sado-mazohist ilişki formülü üzerine kurduğu sanılmasın. Bu bir indirgeme olacağından olayın gerçek özünün gözden kaybolacağının altını kalınca çizmekte fayda var. Üstelik yazar da okuyucunun bundan sakınması gerektiğini yeterince hissettiriyor.
İlişkilerin sado-mazohist öz(ler)le zaman zaman bağlantılı olması sadece bir yansıma zira. Mesele insanın özünde, yani karanlık yanlarında demek istiyor yazar bağırarak. Bir insana güç verildiğinde ya da gücü elde ettiğinde başlıyor her şey. Aşkın doğasında var olan cinsellik, şefkat, sevgi, merhamet… gibi özler ise böylelikle sömürülen bir şey haline geliyor. Dolayısıyla da aşkı, reel yaşamdaki siyasal egemenliğin özelleşmiş halinin dışında düşünmemek gerekiyor. Wanda partnerine yönelik -kırbaçlama dahil-, her türden aşağılama yöntemini kullanırken, diğer tarafın ona daha çok bağlanmasının nedeni bundan. İlişkide öne çıkan aşağılama örneklerinden biri de (fantezi olarak) üstün taraf lüks bir otel odasında kalırken, diğerinin onun hizmetçisi rolünde çamaşırcı odasında kalması. Ama bu efendi-köle ilişkisinden sadece bir kesit. Yalnız çok şey anlatıyor.
Bütün bunlara bağlı olarak, insanın karanlık yanları belki de en uygun zeminini –aşk gibi- bire bir ilişkilerin en kırılgan yanlarında buluyor. Masoch ise metninde, aşkla üzeri örtülmüş güç durumunu açık etmek için karakterlerinin davranışlarını uçsallaştırıyor. Ancak ne kadar uçsallaştırsa da, aynı unsurların gerçek yaşamda fantezilere havale edilerek yaşama geçirildiğini görmemezlikten gelemeyiz. Sadece fanteziler bile yeterince ip ucu vermiyor mu (!?)
Aysel Sağır – edebiyathaber.net (28 Nisan 2016)