Mehmet Kasapkara’nın yazdığı Saf romanı, akıcı dili, gerçekle dirsek temasındaki olay örgüsü, son ana kadar koruduğu gizemi sayesinde okuru kitaba sadık bırakıyor ve bir yandan bir aşk hikayesi anlatırken diğer yandan da insani duygulara ufak bir bakış da atıyor.
“İlk görüşte aşk” gerçek hayatta hala sorgulanabilir olsa da edebiyatta, sinemada, müzikte kendine rahatça yer bulabilen bir konu. Klişelerden gidersek; köşeyi dönünce çarpışıp yerlere saçılan not kağıtlarını beraber toplarken birbirileriyle göz göze gelip vurulanlar, sürekli aynı minibüse binen, hep aynı yerde oturan kadın yolcunun zamanla dikiz aynasından şoförle kurduğu kontak, ayın kafenin müdavimlerinin ufaktan kesik atmalarıyla başlayan pembe bulutlu ilişkiler… Bu sefer de önümüzde bir restoranda karşılaşıp harlanan bir aşk hikayesi var. Mehmet Kasapkara’nın yazdığı, Birlikte Kitaplar Yayınevi’nden çıkan Saf isimli roman okuru epey inandırabilecek bir olay örgüsüyle ilk görüşte aşkın içinde yüzen iki tarafın büründüğü hallere göz atıyor. Ancak kitap sadece bunun üzerine kurulu değil. Ki elbette yazıda bu sürprizi bozmadan ilerleyeceğiz.
Kahramanmaraş’ta belediye memuru olan otuz üç yaşındaki Mustafa, kendi halinde, işten eve evden işe özetiyle hayatını dolduran, zorla evlenmiş ve bu evlilikten iki çocuk sahibi olmuş bir adam. Kaymakam olmak istediği için Kamu Yönetimi bölümünü bitirmiş ama hayaller mülki idare gerçekler belediyede takılıp kalmış mutsuz bir adam. Her gün fatura yatırmaya gelen onlarca insanın yüzüne bile bakmadan işten çıkış saatini bekliyor. Ayrıca etrafındaki menfaat ve hırs dolu insanlardan da nefret ediyor.
Sıradan bir öğle arasında yemek yemek için bir lokantaya gidiyor. Tam kapıdan girdiğinde onu görüyor ve adeta buz kesiliyor. O andan itibaren Mustafa için hayat duruyor ve Mustafa bambaşka bir hayata geçiş yapıyor. Kadının, “Pardon geçebilir miyim?” sorusuyla aşkın sesini de keşfediyor. Mustafa için artık sadece o var. Gece yattığında tavanda onu görüyor. Gündüz işte ondan başkasını düşünmediği için mesai saatinin nasıl geçtiğini bile anlamıyor. Mustafa’nın bu aşık hali yavaş yavaş obsesif bir duruma dönüşüyor. Bütün şehri sokak sokak dolaşıp onu arıyor, bulamıyor. Baktığı her yerde o var.
Bir gün arada bir uğradığı kafeye kafa dağıtmaya gittiğinde onunla karşılaşıyor. Haliyle ufak çaplı bir şok geçiriyor. Kadın onu masasına davet ediyor. Hafif bir muhabbete giriyorlar. Mustafa’nın dili tutuluyor. Kadın tuvalete gitme bahanesiyle kafeden çıkıp gidiyor. Ama adının Melek olduğunu öğreniyor. Mustafa’nın Melek’le kısacık sürede ettiği iki çift laf zihnini tam anlamıyla yakıyor.
Gel zaman git zaman Mustafa mesaide kara kara düşünürken karşısında aniden Melek beliriveriyor ve onunla konuşmak istediğini söylüyor. Hikayeye bundan sonra ‘aşk’ katılıyor ve hem Melek hem de Mustafa kendilerini toz pembe bir dünyanın içinde buluyor. İkisinin de zihnin yeri kalpleriyle yer değiştiriyor. Dünyada sadece ikisi varmış gibi yaşamaya başlıyorlar. Ancak Mustafa’nın evli olması gibi bir sorunları var ortada. Burada da aşk galip geliyor ve Mustafa karısından boşanıp Melek’le evlenmek için gün sayıyor. Bu arada biz de Melek’in zulüm dolu geçmişini, çektiği acıları öğreniyoruz. Onun da sevilmeye, sıcak kollara ne kadar muhtaç olduğunu anlıyoruz. Ama aşk elbette engel tanımıyor ve çiftimiz nikah masasına doğru adım adım ilerliyor. Mustafa Melek’te kalmaya başlıyor, Melek de Mustafa’nın evine gidip gelerek tutkulu geceler geçirerek birbirilerine alışıyorlar.
Mustafa’nın Melek’te kalacağı bir akşam bir ajanda bulması ve içindekileri okumasıyla senaryo değişmeye, toz pembe dünya da dağılmaya başlıyor ve kitap buraya kadar getirdiği ‘aşk oyunu’nu bozarak sonda karşılaşacağımız ters köşeler için okura birkaç ipucu veriyor. Kitap bittiğindeyse elinizde gerçekle örtüşmesi muhtemel bir metin kalıyor.
Mehmet Kasapkara, Saf’ta kullandığı akıcı dili ve son ana kadar koruduğu gizemi sayesinde, okuru “Acaba?” sorusuyla baş başa bırakıyor. Kitapta “Olmaz” denilecek hiçbir şey yok. Bu açıdan bakıldığında da gerçeğe yakınlığı ile tek seferde hazmedilecek bir metin önümüzde duruyor.
edebiyathaber.net (15 Şubat 2022)