“İnsan sayılar toplamı ha!
Oysa sen onu imgeler ağacı zannediyordun.”
Adnan Özer’in yazdığı, 1978 yılında İstanbul’dan Moskova’ya, oradan da Küba’ya giden genç bir delikanlının şehirlerle, sokaklarla olan derin sohbetiyle şekillenen bir roman var karşımızda: Eskiden Gelecek Güzeldi. O zamanlar Küba’ya gitmek olacak iş değil. Romanın ismi umutsuz bir hikâyenin habercisi gibi görünse de yılgınlığa uğramışlık yok bu romanda. Kabullenmişlik var belki: deneyimlerin, yaşanmışlıkların ve kaybedilenlerin ardından gelen bir hâl bu.
“Yıllardan sonra şimdi düşünüyorum da, insan aşkını seçmez, tanır onu.” cümlesi ile karşılaşıyor okur, romanın ilk sayfasında. Uzunca bir süre bunun anlamını düşünüp, sonra unutuveriyorsunuz ve romanın kapanışında anlıyorsunuz tanımanın, bilmenin romanın dilinde ne demek olduğunu. O anlayış anı, sizi romanla tanıştığınız o ilk sayfaya götürüyor. Aşk bu, romana da okura da kendi kuyruğunu yutturuyor; yeniden en başa, o özlemle anımsanan anlara dönmek istiyorsunuz.
Köksüz bir ağaç düşünün. O hâl içerisindeyken ağaç ne topraktan beslenebilir ne de toprağı besleyebilir. Canını yavaş yavaş kaybeder ve bu dünyadaki varlık alanından çekilir. Türkiyeliler olarak bizim köklerimizin de benzeri yokoluşlardan geçtiği çoktur. Adnan Özer’in tabiriyle “küçük ve sıradan” insanların bile büyük acılardan geçtiği, yaşadıkları ve tanık olduklarıyla köklerini zehirleyen ve bu tanıklıktan kaçamayan bir kuşağın hikâyesini bir de Özer’den dinliyoruz. Köklerinden koparılan bir adamın bir aşka kök salmasının hikâyesini okuyoruz bu romanda. 30 yılın kapatamadığı, yarası her daim taze bir aşkın izi ile hemhâl oluyoruz. Bu 30 yıla düşen politik, kişisel gölgeler de var. Her gölgeye umutsuzluk uğruyor da bir tek aşkın gölgesinde kendisine yer bulamıyor.
Romanda beni zaman zaman yoran tek unsur, anlatıcının okurla laflamaya fazla gönüllü olmasıydı. Çalışırken de dış gürültülere oldukça hassas bir insan olduğum için, bu romanı okurken zihnimin sessizlik ve dinginlik talebi devam etti ancak bir süre sonra bu gevezelikle birlikte yola devam etmeyi öğrendim ve hatta anlatıcının heyecanı bana da bulaştı.
Bu, ateşi sönmeyen bir aşkın romanı ancak bildiğiniz aşk romanlarına benzemiyor. Sırtını romantikliğe yaslamış, toz pembe hayaller ile umut saçan bir roman hiç değil. Yıllar sonra izi sürülen ve kavuşma anında destanlaşan, bir ömrü, geçmişi, şimdiyi ve geleceği gücüyle sarmalamış bir aşk bu. Bu romanda umut var, hasret var, heyecan var, endişe var, aşk var ama bence hepsini kucaklayan duygu özlem. Geçmişe, o ilk gençlik çağlarına, dünyaya dair umutların diri olduğu, değiştirilebilecek çok şey olduğuna dair sarsılmaz inanca ve sancısı kalbe yerleşen o aşka duyulan özlem, Özer’in her bir satırında hissediliyor. Romanı okurken insan kendi kişisel tarihinde bir yolculuğa çıkıyor, özlediklerini anımsıyor.
Eskiden Gelecek Güzeldi, duyguların rüzgârıyla okuru geçmişe savuran bir roman. Okuru bol olsun.
Özge Uysal – edebiyathaber.net (28 Temmuz 2020)