“Sevgi, herkesin ruh/beden ikizinin eksikliğini, yoksunluğunu giderme çabasına verilen isimdi. Herkes koptuğu yarısına kavuşmak iki yarımı birleştirip tümlenmek arzusuna düşüyordu; işte sevgi dedikleri buydu; ‘Yaratılışımızdaki bütünlüğü arzulamak, aramaktı’.”
“Mutlu aşk yoktur, aşksız mutluluk da.”
Eros
Eskiden insanlık bugün göründüğü gibi değildi. Herkes kusursuz bir bütünlük içinde yaşıyordu. İnsanların her birinin dört ayağı, dört kolu ve iki yüzü vardı ve elbette ikişer cinsel organları. Bazıları kadındı ve iki kadın aynı bedende bütünleşmişlerdi, bazıları ise aynı bedeni paylaşan iki erkekti. Diğerleri ise hem kadın hem erkek aynı bedende buluşmuştu; bunlara androgynos deniyordu. Bedenlerindeki tümlükden güç alan bu insanlar dört el, ve dört ayaklarıyla tanrıları tahtından indirebilmek için yukarı doğru hücum edince Zeus onları ortadan bölmüş, bütünlüklerini ikiye ayırarak yoksunlaştırmıştı. O günden sonra insanlar bölündükleri eşlerini arar olmuşlardı. Kadın ve erkek bedeninden kopan insanlar, hemcinsleri arasında koptukları eşlerini aramaya koyulmuşlardı. Androgynos bedenlerden ayrılan kadın ve erkekler de birbirlerini arayıp durmuşlardı.
Platon’un Şölen’inde Aristophanes insanlar arasındaki sevginin nedenini bu şekilde açıklıyordu. Sevgi, herkesin ruh/beden ikizinin eksikliğini, yoksunluğunu giderme çabasına verilen isimdi. Herkes koptuğu yarısına kavuşmak iki yarımı birleştirip tümlenmek arzusuna düşüyordu; işte sevgi dedikleri buydu; “Yaratılışımızdaki bütünlüğü arzulamak, aramaktı”.
Sokrates’in de desteklediği gibi Platon’un aktardığı bu tanım, kendinde olmayanın peşine düşmek, yoksun olduğunu arzulamak şeklinde kabul edilmelidir. “Sevgi bütünlük değil, eksikliktir; kaynaşma değil arayıştır; tatmin olmuş mükemmellik değil, yiyip bitiren yoksulluktur”.
İletişim Yayınları’ndan çıkan Cinsellik, Aşk ve Ölüm adlı kitabında André Comte-Sponville, Platon kaynaklı bu aşk tanımının tatminsizliğe mahkumiyetine vurgu yapıyor. Çünkü aşk; yoksunluğu hissedilene yönelikse, sahip olunmayanın arzusu ise, mutlu aşk yoktur. Bu tanım gereği sahip olunanın arzulanması söz konusu değildir. Yoksunluğu hissedilene duyulan arzu, arzuladıklarına sahip olmamayı da içinde barındırmaktadır. Comte-Sponville şöyle özetliyor: “Mutlu olmak, arzulanmış olana sahip olmak değil, arzulanana sahip olmaktır. Ama sizin sahip olduğunuz, arzuladığınız değil, bir kaç dakika ya da bir kaç yıl önce, ona sahip değilken arzuluyor olduğunuzdur. Bu nedenle mutlu değilsiniz… Ancak sahip olmadığımı arzuladığımdan, arzuladığıma asla sahip değilimdir.”
Öte yandan Comte-Sponville, Platon’a atıfla Antik düşüncenin içinde mutlak sevgiye ulaşmak için bir delikanlının bedenine duyulan sevgiye ihtiyaç olduğuna da dikkat çekmiştir.
…
Philia
Comte-Sponville, philia kavramını Spinozacı bir özde ele alır. Spinozacı sevgi arzuyu içerir ancak Platoncu yoksunluğa sahip değildir. Platoncu yaklaşım mutlu çiftlerin varlığını açıklamak konusunda yetersizdir. Yani eksikliğini hissettiği şeye sahip olup arzularını devam ettiren insanlar Platon’un sevgi kuramına ters düşmektedir. Bunu açıklamanın başka bir yolu olduğunu düşünen Comte-Sponville, Spinoza ve Aristoteles’ten yardım alır. Onlar için çift olmak bir hakikat yerinde, alan kaplamaktır. Bunu en iyi kapsayan isimse philia’dır; en geniş anlamıyla, yoksun olunan değil sevinç veren kişinin sevgisini belirtmektedir. Comte-Sponville net biçimde sorar:
“-Mutlu çift nedir?
-Her ikisi de birbirini seven çok çok iyi tanıyan ve yine de birbirini çok seven çifttir. Bu gerçek sevgidir: Ötekinin hakikatini seven sevgidir.
…
Mutlu aşk yoktur ama aşksız mutluluk da yoktur demiştim. Formül çelişkili değil, bizi mutsuzluğa da mahkum etmez… Mutlu aşk yoktur (eros) ama aşksız mutluluk da yoktur (philia). Bu yolu yeterince gösterir. Yoksun olunanı biraz daha az, olanı biraz daha fazla; hayal edileni biraz daha az, tanınanı biraz daha çok sevmek söz konusudur. Bu, bir sevgiden (eros) bir sevgiye (philia) geçmektir, tutkudan eyleme geçmektir ve bu geçiş hiç son bulmaz. Olmayanın yokluğunu duymaktansa olandan sevinç ve zevk duymak yeğdir… Mutlu olduğunda çiftin ve gerçek olduğunda sevginin hakikati budur. ”
…
Agape
Comte-Sponville, bu iki sevginin ötesinde bir üçüncüsünü tanrıya karşı duyulan sevgi olarak betimler (agape). “Eros ve philia ne derece kesinlikle ortak gerçeğin… tecrübemizin bir parçasını oluşturuyorsa, agape, ilahi aşk o derece idealdir, deyim yerindeyse yokluğuyla kendini gösteren bir sevgidir…” Sevginin, sınırsız ve ölçüsüz biçimde bedeni ve insanı aşarak tanrıya yönelmesidir…
…
Son sözü Comte-Sponville’e bırakalım:
“Bana sık sık sorulan bir diğer soru da budur: Sevgi Tanrı’dan gelmiyorsa, nereden geliyor? Yanıtım, seksten ve kadınlardan geldiğidir.
Seksten gelir (Freud: Her sevgi cinseldir) ama ona indirgenemez… Çünkü arzu, özellikle ensestin yasaklanması biçimindeki yasağa toslar, Freud’un dediği gibi sevgide yücelir. Bizde bu cinsel itki olmasaydı, bizde arzu olmasaydı, asla sevgi olmazdı.”
…
Comte-Sponville’in Cinsellik, Aşk ve Ölüm kitabı, Canan Özatalay’ın başarılı çevirisiyle kütüphanelerde yer almayı hak etmektedir.
İsmail Gezgin – edebiyathaber.net (10 Aralık 2013)