Güzel şeyler konuşamıyoruz. Bir kitabın, filmin, bir tablonun bizi alıp götürüp gideceği bir yer varsa bile oraya ulaşamıyoruz. Çünkü yaşam hakkının, söz ve düşünce özgürlüğünün öncelikli olduğu ve bu konular üzerine kafa yormamız, dayanışmamız, düşünmemiz gereken bir coğrafyada yaşama çabası içerisindeyiz.
Gazeteler kapatılıyor, gazetecilere haksız hukuksuz tavır alınıp işkenceye maruz bırakılıyor, akademisyenler ilgisiz bir şekilde tutuklanmaya çalışılıyor, yazarlar hapsedilip, susturulmaya çabalanıyor. Böyle bir ortamda varlığını sürdürmek zor ama sanırım yol dayanışmadan ve söz hakkına sahip çıkmaktan geçiyor. Haksızlık karşısında ses olmak, o sesi çığlığa dönüştürmek bugünlerde bize çıkış sağlayacak tek şey olabilir.
Öncelikle Özgür Gündem gazetesi kapatıldı ve sonrasında edebiyatçı, gazeteci yazar Aslı Erdoğan tutuklandı. “Kapatılma” kavramını çok geniş anlamlarda düşünüyoruz artık. Bir gazetenin kapatılması, bir yazarın hapsedilmesi çünkü sözün de kapatılması anlamına geliyor. “Düşünceler zincirlenemez!” doğrudur ama düşünceler dile getirilemez ise yani söze, cümleye dönüştürülmez ise bu düşüncenin de zihinde kapatılmasına sebep olur. Ve bunun anlamı her hâliyle özgürlüğün gasp edilmesi demektir. Bugünkü ortamda yaşadığımız şeyin bir adını koymak gerekirse ben buna “özgürlük gaspı” ve “sözün kapatılması” derdim, buna mâruz kalmış insan için en azından kendimi buna uğramış hissettiğim de konunun ölümle aynı anlama denk geldiğini belirtmem gerek. Bu nedenle de bir yerde özgürlük gasp ediliyorsa ve de söz zihinde kapatılmaya çalışılıyorsa orada yeni bir özgürlük hattına ya da egemen olmayanın söz hakkını savunmaya dayalı yeni bir anlayışa ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu özgürlük hattı bu coğrafyanın tüm “ayrıksılarını” kapsayacak şekilde oluşturulmalı, devlet tarafından “farklılaştırılmış” olanın her türlü özgürlüğüne sahip çıkacak, senden olmayanın sözüne, cümlesine, kelimesine, bedenine dokunma diyecek bir hat. Ve inanıyorum ki bu coğrafyada bu hattı oluşturabilecek binlerce vicdanı kiralık olmayan, koşulsuz özgürlük hattının bir ucundan tutacak insan var.
Bugün egemen iktidar tarafından yapılmaya çalışılan şeyin bir “aynılaştırma” politikası olduğunun da farkında olmak gerek. Şimdi bir hayal kuralım, bu hayalde tüm radyolar aynı şarkıyı çalıyor olsun, yayınevleri tek bir kitabı basıyor olsun, yönetmenler tek bir filmi çekiyor, TV’ler de sadece tek program yayınlanıyor, insanlar aynı şekilde hazırlanmış, aynı renkte dikilmiş kıyafetleri giyiyor olsunlar. Çok korkutucu değil mi? İşte bugün bu coğrafyada uygulanan politikaların bize dayattığı şeyin karşılığı böyle bir şey olacak. Bu bir biçimleme ve tektipleştirme çabasıdır. Ve insan dediğimiz varlık değişken bir varlıktır. Bu nedenle insan ya da toplum bir heykel yapıyormuşçasına dizayn edilemez. Denenir ama sonucu acı dışında, hak gaspı dışında bir şey getirmez. Belleğimiz bu uygulamaların ve getirilerinin örnekleriyle dolu. Bunu yukarıdakilere anlatamıyorsak eğer bahsettiğim özgürlük hattını yatay bir şekilde: yazarıyla, sanatçısıyla, öğrencisiyle, gazetecisiyle biz kurmak zorundayız. Çünkü bir yerde baskı varsa, hak gaspı varsa, dayatma varsa buna karşı çıkma hakkı her daim vardır.
Böyle durumlarda sanatın işlevine dair tartışmalar da yükseliyor doğal olarak. Sanatın bireyin problemlerine ilişkin bir edim olmasının yanı sıra politik bir işlevinin de olduğu yadsınamaz. Alain de Botton ve John Armstrong tarafından hazırlanan “Terapi Olarak Sanat” adlı kitapta, sanatın politik işlevine dair çok etkilendiğim bir paragrafı paylaşmak istiyorum: “XIX. yüzyılın sonunda Belçika’da köyler giderek yoksullaşıyordu. Emile Claus’un “Pancar Hasadı”, soğuk havada, ağır şartlar altında çalışan tarım işçilerini ölümsüzleştiren kocaman bir resimdir. Şeker pancarı toplamak nasıl da beş para etmez bir işmiş, demekten kendimizi alıkoyamayız. Gelgelim Claus’un resmi işçilerin kendisine seslenmeyi amaçlamaz, şehir ve kasabalardaki müzelerin hali vakti yerinde, işi gücü sağlam ziyaretçilerine hitap eder. Resmin gayesi, yerleşik çıkarların göz ardı etmiş olduğu cefaya dikkat çekmektir. Belki vicdanları sızlar diye, dayanılmaz çileleri, dünyayı değiştirme gücüne sahip olanların gözüne sokmayı amaçlar. Charles Dickens ve Emile Zola’nın edebiyatta yaptığını Claus resimde yapıyordu: yoksulluğun insani yüzünü gösteriyordu.” Bu örnekten sonra kitapta sanatın ve sanatçının işlevine dair şu söyleniyor: “Bu tahlilde, sanatçıların görevi, kötü muamele ve ahlaksızlık örneklerine eğilip bunları, toplumun yöneten ve muktedir sınıflarının hafızalarına nakşetmektir. Sanatın rolü suçluluk duygusu uyandırarak, dünyayı değiştirmektir.”
Bu uzunca paragrafın söylediği çok şey var evet, bir sanatçının böyle bir kaygısı da olmayabilir ama konu haksızlık, kötü muamele, söz hakkı olduğunda unutulmamalı ki sıra herkese gelebilir. Bugün senin gibi düşünmeyenin ezilen kim ya da ne olursa olsun; doğa, hayvan, işçi, sanatçı, yazar, akademisyen, LGBTİ yani kısaca egemen tarafından haksızlığa uğratılmış, tahakküm edilmeye çalışılmış kim varsa, ne varsa yanında olmak kendi söz hakkına da sahip çıkmak demektir. Claus’un, Dickens’ın, Zola’nın yaptığı gibi, dilsiz bırakılanın dili, görülmeyenin gözü, sesi duyulmayanın sesi olmak, yani sözü gaspedilenin sözünü onun değerlerine de sahip çıkarak, emanet almak.
Aslında bu yazıyı yazmak yerine şu an Aslı Erdoğan’ın kitapları, edebiyatı üzerine bir yazı yazmak isterdim. Ama maalesef yazma gerekliliği hissettiğim yazı bir yazarın söz hakkına engel olunması, düşüncelerinden dolayı kapatılması ile ilgili. Bunun çok ağır bir duygu olduğunu belirtmem gerek ama onun sözü emanet ve özgürlüğü acil. Kendisinin sağlık sorunları olduğunu da belirtmemiz gerek. Bu gün bu coğrafyada kısılmaya çalışılan her farklı ses, bize sözünü emanet ediyor. Her şeyin aynılaştığı, birbirine benzediği, tek sesli bir coğrafyada yaşamak istemiyorsak Aslı Erdoğan’ın şu sözlerine kulak vermeliyiz: “Türkiye karanlık bir süreçten geçiyor, başımıza örülmüş, örülecek çoraplar konusunda birbirimize karşı sorumluyuz.”
Alıntılar için:
Botton, A., Armstrong, J. “Terapi Olarak Sanat”, (Çev. Volkan Atmaca), İstanbul: Everest.
aslierdogan.com/haberler.asp?ssid=190
Aslı Erdoğan’ın hayatı ve eserleri için>>>
Emek Erez – edebiyathaber.net (20 Ağustos 2016)