Asuman Susam’ın “Plasenta”sından: “Silinirken BEN” | Emek Erez

Şubat 18, 2019

Asuman Susam’ın “Plasenta”sından: “Silinirken BEN” | Emek Erez

Asuman Susam, “Kemik İnadı” kitabında hâfızanın kuyusunu kazıyor, bizi yaşamımızdaki “Leviathan”larla yüzleştiriyor, unutulmayacak olanın izini dizeleriyle sürüyordu. Son kitabı “Plasenta”da ise bedeni, ben’i, suskun sözün dilini, iç’in sesini, doğanın akışını, suyun sözünü, tanrı olmaya kalkmış insanın vaadinin ortaya çıkardığı olmamışlıkları, kayboluşu, yiteni, zamanın değişen anlamlarını ve hayattan elimizde kalanı konu ediyor fikrimce. Susam’ın bu kitabındaki şiirlerini kendi okuma deneyimimde -ki çok fazla dönüp okudum- bir bütüne sokamadım. Şiirlerin tek tek kendine özgü bir yanı var ve bu nedenle sanki hepsi başka bir metne el veriyor. Ayrıca metinde dikkat çekici olan, her şiirin kendi özelinde bir alt metni taşıması ve bununla ilişkilenen teorik çerçeve. Bundan dolayı, bu şiirleri okuyup geçemiyoruz, yazarın açtığı farklı kapılardan girip, o metinden başka metne sürükleniyoruz. Bu nedenle, kolaylıkla çözümlenemeyen şiirlerden bahsettiğimizi hatırlamalıyız “Plasenta”dan söz ederken.

Bu bağlamda kendi okuma deneyimimde dönüp dolaşıp üzerine düşündüğüm, “silinirken BEN” adlı şiirin kafamda oluşturduğu fikirlerden bahsetmek istiyorum. Şiirde genel olarak: beden, hâfıza, yaşamın olumsuz gidişatına dair açılabilecek yarıklar ve “insanın ölümü” konu ediliyor fikrimce.

Deri, beden, hayat, iz

David Le Breton şöyle söylüyor: “Deri bedeni kuşatır, benliğin sınırlarıdır, iç ve dış arasında canlı, gözenekli bir sınır oluşturur, çünkü aynı zamanda dünyaya açılmadır, yaşayan bellektir.”[1] Buradan yola çıkarak söyleyebiliriz ki deri, bizim dış dünyaya açılan kapımız, “başka” olan ile karşılaşma yerimiz ve yaşamımızın izlerini taşıyan, bu izlerin yarattığı bellek ile geçmişe dair olanı canlı tutan, bedenin iç’i ile ilişkisini kuran yerdir. Bu anlamda Susam’ın “silinirken BEN” şiirinin ilk bölümüne bakabiliriz.

“bedenimdeki izler…hepsi sonradan

hayvanlarımı kışkırtıyor acısı

unutarak geçiyorum kendimden

bir suyun dinlenmesi

hiç görmediğim bir şehirden geçer gibi

kapılarını düşürürken üstüme sınırlar

sözcükler de yeryüzünden çeker elini

deliliğe gecikmeden ölmeli”

Bedenimizdeki o izler yaşamın bize yük ettikleridir çoğunlukla. Hayat bir şekilde yaşanmışlıkların üzerine basa basa geçtiğimiz ve böylece devam edebildiğimiz bir yolu hatırlatır. Ancak içimizdeki “hayvanları kışkırtan” ve bedenimize “sonradan” eklenen izler acıyı devam ettirir. Hissettiğimiz yazarın işaret ettiği gibi, sınır kapılarının o görülmeyen şehre açılmasının bıraktığı bilinmezlikle ilişkilenir. Elimizde izin bıraktığı duyguyu anlatacak sözcükler de yoktur artık ve böyle bir durumda aklın dışında yer bulur insan, aklın almadığı yerde delilik kurtarıcıdır çünkü. Bedenin izleri bu nedenle bireyde hayatın bıraktığı izlerdir ve kişisel tarihin, benliğin, hayatımızdaki herhangi bir günün ifadesi olabilirler, yaşamımıza eklendiği an kendi tarihimizin bir ânını taşırlar.

Gitmekler zamanı

Susam’ın “silinirken BEN” şiirinin her bölümü ayrı bir bağlamda düşünülebilir gibi geliyor bana. Ve bir bölümün tümünün sözünü söyleyen, okurun durup düşünme noktası olan bir dizeden de bahsedilebilir. Şiirin ikinci bölümüne bakalım:

“sessizliğin mimarı anılar

kusurlu, kesik, eksik

çobanıl şarkılar değil

güvenilmez sisli gün içe akan

bir hayat nasıl oluyordu salt gürültüden

saf zaman, kayıp zaman, geçen zaman

gitmekler zamanında herkes geçici

saklanmasın esaslı düşüşler, güceniklik anları

dökülsün hafızada ne varsa kristalleşen”

Bu bölümün özellikle “gitmekler zamanında herkes geçici” dizesi bahsettiğimiz, durup düşünme ânını imliyor bana kalırsa. Hayatın akışının gürültüyle kaplandığı son yılların bize söylediği bir şey var ki o da zamanın yol ile ilişkisi. Kimsenin sabit bir yerde sonuna kadar kalmasının kesin olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Hatta karadan çok deniz yollarında bir tür artık insan, toprak insanın daimi ikametgâhı olamıyor çünkü insan iklim değişimleri, savaşlar ve çeşitli felaketlerle zamanını yollarda kaybetmiş durumda. “Esaslı bir düşüş” bu, yazarın işaret ettiği gibi; “herkesi geçici” kılan, “güceniklik anlarında” bunu dile getirme imkânını bile sunmayan. İsyanına muhatap bir tanrı’nın bile olmadığı dünyada, geriye sadece bellek yükü bırakan. Bu nedenle “gitmekler zamanı”, şimdiye kadar zaman üzerine söyleneni anlamsız kılıyor, onu “saf, “kayıp”, “geçen” olmaktan çıkarıyor, yapısını bozuyor. Bu zaman şimdimizin zamanı, belirsiz yolun zamanı, hayatın ortasında duruyor.

Su yolları

Susam, şiirlerinde karanlık olanın ortasına küçük pırıltılı tohumlar yerleştiriyor. Ve bunu genellikle doğaya dair imgelerle, hayata ve ölüme dair karşıtlıklarla yapıyor. Her şeye rağmen hâlâ sığınılabilecek bir şeylerin kalabileceğini vurguluyor, doğanın insanın tüm hoyratlığına karşı yeşermesi gibi bir durum bu, umuttan kalan küçük kırıntılar:

“unutmak zafiyetiyle yorgun değil daha

ninni mırıldanıyor, mezarlıktan geçen çocuk

melekotları, arılar, dikenler arasında

endişe eşiklerinden atlamaya hazır

ölüm ensemizden öpüyor, sonra soğuyor ten

o bunu daha bilmiyor

iç ses diyor: ardına bakma, ses arama sakın

hatıranın in merdivenlerinden

çürümenin hücumlarına karşı su yolları aç

köksüzlüğü anlamak olsun yolun”

Yazar bu dizelerde unutmamayı, belleği olumluyor, bunun yanı sıra her şeyin sonu olan mezarın yanı başına, daha yaşamının başında, bebekken dinlediği ninniyi unutmayan çocuğu koyuyor. Kısacası ölüm var, son var ama devam eden hayat var, yaşamının ninnisini belleğinde taşıyan, şarkısını bekleyen insanlar var demeye çalışıyor belki de. Çünkü hayat böyle, hem “melekotlarını” hem de “dikenleri” aynı toprakta büyütüyor. Çıkış olarak da bir sesin peşine düşmektense kendi sesimize çağırıyor yazar, “su yolları” aç derken söylemeye çalıştığı da bununla ilişkileniyor bana kalırsa. Hayat tüm çıkmazına, sistemin dayattıklarına rağmen çatlaklar açabilmeyi mümkün kılabilir çünkü. O “su yolları”nı açmak, yaşatılanı unutmamak, sisteme, dayatılana ve çürümeye karşı yarıklar açmak anlamına gelebilir. Bu yollardan sızan su yaşamı imler ve su da hayatın en temel imgelerinden değil midir zaten?

Hangi insan?

“silinirken BEN” şiirinin son bölümü ise tüm bu üzerine düşündüğümüz meselelerin nedeni olan insan türüne getiriyor sözü:

“hatırlamak mekânsız bir kayboluş

belirsiz, karanlık, parçalı

öz mü bu özne mi kalır bu BENden

siliyor kendini beyazlığını unutan el

rüyasına sızıyor rüzgârın kuma söylettikleri

dünya bir gezinti yeri

ama insan…

kim ondan daha korkunç olan!”

Bu dizeler aklıma şu soruyu getiriyor hangi insan bu korkunç olan, kendini silen. Bana kalırsa bu insan şairin ifadesiyle “rüzgârın kuma söylettiklerini” de ifade eden, Ben’de kalmayan özneyi imleyen, Foucault’nun “Kelimeler ve Şeyler”in[2] son bölümünde ifade ettiği “icat” edilmiş, “denizin sınırında bir kum gibi kaybolan” insanı çağrıştırıyor. Tıbbın hayatına hâkim olduğu, genetik verileri denetime alınmış, kurumların elinde varlığı disipline edilmiş bir türden geriye kalan neyse o, elimizde kalan insan. Breton’un çok iyi özetlediği gibi özne artık: “Temel bileşenlerine ayrılarak çözünür; gelişimine yönelik bir enformasyon demeti ya da bir dizi yönergedir. İnsana dair perspektifler artık yolları üzerinde özneyle değil, genlerle ya da enformasyonla, yani anlamlı ama farksız suretli bir bulutsuyla karşılaştıkları için çözünürler.”[3]  Bana kalırsa bu bahsettiklerimiz aynı zamanda Asuman Susam’ın, “öz mü bu özne mi kalır bu BENden” diyerek ifade etmeye çalıştığı durumun da ifadesi oluyor.

Asuman Susam’ın “Plasenta”sı başta da söylediğimiz gibi üzerinde ayrı ayrı durmayı gerektiren şiir metinleri içeriyor. Bu nedenle “silinirken BEN” şiiri bir bütünün parçası ama kitabın diğer şiirlerinde olduğu gibi, kendine özgü yanlarını da tartışmaya değer kılıyor.

Emek Erez – edebiyathaber.net (18 Şubat 2019)

[1] Breton, D., (2010), “Ten ve İz”, s. 25, (Çev. İsmail Yerguz), İstanbul: Sel Yayıncılık.

[2] Foucault, M., (2001), “Kelimeler ve Şeyler”, s.538-539, (Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), Ankara: İmge.

[3] Breton, D., (2014), “Bedene Veda”, s. 106, (Çev. Aziz Ufuk Kılıç), İstanbul: Sel Yayıncılık.

Yorum yapın