2010’da yayımladığı Asi… Asi adlı romanından altı yıl sonra yeni romanı Yedinci Bayrak’la okurla buluşan Ayla Kutlu, bu yapıtıyla da önceki roman ve öykülerinde olduğu gibi çok katmanlı bir metin sunar. Kafkasya göçünü ele aldığı Bir Göçmen Kuştu O (1985) ve onun ardılı Emir Bey’in Kızları (1998) adlı romanlarından sonra bu defa yapıtının odağına Rumeli göçünü alır; ancak Yedinci Bayrak, yalnızca göç olgusunu irdelemekle kalmaz, birçok toplumsal sorunu tartışma olanağı sunar ve çözümlemek için de kapı aralar.
Romanın başkahramanı Hasret, kızının içindeki iyicil duyguları uyandırmayı başarmış[1] bir baba tarafından yetiştirilirken dış dünyada [k]imse ötekini sevm[ez]. Aralarındaki bağlar kavga ve anlaşmazlıklarla zayıf[lamaktadır]. Kan davası, toprak davası, hak davası güdül[mektedir].[2] Buna karşı Hasret, annesi Asiye ile babası Eymir arasındaki ilişkinin iç yüzünü öğrendiğinde özel alanın da sevgisizlik üzerine kurulu olduğunu görür. Bir kadın kahramanı merkeze alan roman, savaşların, göçün kadınlar üzerinde bıraktığı etkinin izlerini sürmesinin yanı sıra özel alanın da sorgulanmasına yol açar.
Bunu önce Asiye–Eymir, sonra da Hasret–Ali Sabir ve çocukları arasındaki ilişki üzerinden yaparken iki ailede de karşımıza çıkan eril düşünce yapısının, dolayısıyla erkek egemenliğinin benzer biçimlerde yapılandığına da dikkat çeker. Eymir, âşık olduğu Asiye’yi kaçırır, evini ateşe verir, onu insansız bir çayırdaki terk edilmiş kulübede iki gün bağlı ve aç susuz esir[3] tutarak fiziksel, psikolojik şiddet uygular. Sonunda Eymir’le evlenmek zorunda kalan Asiye, bu durumu yaşamı boyunca Eymir’in istediği sevgiyi göstermeyip ondan intikam almaya and içerek kabul eder. Şiddetine maruz kaldığı, istemediği bir adamın tohumundan geldiğini düşündüğü için kızı Hasret’le de güçlü bir bağ kurması olanaksızdır. Deneyimlerini kızıyla oldukça geç paylaşabilir. Bu paylaşım ve sonrasında Eymir’in kızına on yaşına geldiğinde yüklediği toplumsal cinsiyet rolleri, Hasret’in, egemenliği altında yaşadığı eril otoriteyi çekinerek de olsa sorgulamasına neden olur. Hasret, babasının ona bu rolleri yükleyerek kızını insanlardan uzak tutmak istediğini fark eder.[4] Kızının artık büyüdüğüne kanaat getiren Eymir, yemek, bulaşık gibi işleri Hasret’in yapmasını bekler. Babasının yanı sıra ninesi de Hasret’i toplumsal cinsiyet rollerini yaşamı boyunca yerine getirecek bir kadın olarak yetiştirmek için kolları sıvar ve bu rolleri hiç sorgulamaya gerek duymadan torununa dayatır:
[…]Nine buyurdu. Torununun çeyiz hazırlama çağı geçmiş, eksikli olmamak için gecesini gündüzüne katması gereken çağı başlamıştı. Bu topraklarda çeyiz; mutfakta, çamaşırlıkta, konuk ağırlamakta, günlük hayatta ve yatakta erkeğini hoşnut edecek ince güzellikler anlamına gelirdi…
[…]Nine kızın dişiliğinin belirgin ipuçlarını gördükten sonra içi acıyarak bildiklerini -yanlış doğru hiç düşünmeden şarklı alışkanlığıyla- kızın kafasına değişmez gerçekler olarak adeta kazıdı.[5]
Ataerkil sistemde kadın, yaşı vb. nedenlerle hiyerarşide alt basamaklarda yer alan bir başka kadın üzerinde vekâleten bir denetim hakkı kazanırken eril otorite doğrudan kadını egemenliği altına alır ve bu eril otoritenin temsilcisi, özel alanda kadının yanında fiziksel olarak bulunmasa bile varlığı hep hissedilir. Babasının yardımcısı Ali Sabir’den etkilenen ve onu izlemeye başlayan Hasret, bir kadın olarak erkeklerin olduğu bir mekânda fazla kalmaması gerektiğini, bu yaptığının ‘suç’ sayılacağını bu nedenle aklından çıkaramaz. Bahçedeki ağaçları kendisine benzeten Hasret, ağaçların da onun gibi çepeçevre sarılmış, duvarların arasına hapsolmuş durumda olduğunu görür. Bu sınırları çizen de eril otoritedir, Eymir’dir. Yıllar sonra Eymir yanında olmadığında bu sınırların içinde yaşamını sürdürmek zorunda kalmasına neden olan ise toplumsal cinsiyet rejimidir. Gençliğinde Hasret’i utandıran, ‘suç’ sayılacağını düşündüğü cinsel arzularına ilerleyen yaşlarında da, artık toplumun ondan cinsiyetsizleşmesini beklemesi nedeniyle, ket vurmak zorundadır:
[…]Ali Sabir’le ilgili sıcak duygular baş veriyor. İçinde kelebek kanatlarının salınmasına benzer titreşimler. Huzuru kaçmış gibi. Önünde dağ gibi yükselen çamaşırlar varken, bu da neyin nesi? Ket vurulan isteğin bıraktığı kekre tedirginlik… Ne çok işi var oysa. Artık delilikler yapacak, işi gücü boşlayıp kocasının koynuna sığınacak yaşı geçti. Onca yılda evlilikleri birlikte taşınmazsa başaramayacakları yüke dönüştü. Çocuklar büyüdükçe, onların geleceklerine ilişkin kaygılar arzularının önüne geçti.[6]
Hasret, özel alanda kadına yüklenen toplumsal cinsiyet rollerini yerine getirirken dış dünyanın sorunlarından, erkek alanı olarak görülen siyasetten uzak tutularak kamusal alandan dışlanmıştır. Sınırları belirlenmiş özel alandan takip etmek zorunda kalır olan biteni. Balkan halklarının yüreklerinde “Hürriyet” dedikleri bir ateş yan[arken] o, hürriyet kavramına oldukça yabancıdır.[7] Dünyası çocuklarının geleceğine dair düşlerle ve ev işleriyle sınırlıdır. Elbette kızı ve oğlu için düşledikleri farklıdır; çünkü ataerkil sistemin kadın için sınırlarını çizdiği dünyada düşler de ataerkil normlara uyar. Bu nedenle oğlu gibi kızının da iyi bir eğitim alması yerine onu ‘yaşı geldiğinde’ evlendirmeyi düşler. Sacide’yi bekleyen, Hasret’e de dayatılan rolleri yerine getirmek zorunda kalacağı bir gelecek vardır ve Hasret, böyle bir yaşama alternatif öneremez. Bununla birlikte Hasret, daha uzak bir gelecek için Sacide’yle ilgili planlar yaparken toplum, kızı hakkında hüküm vermiştir.
On iki yaşına gelen Sacide, ailesinden önce yaşadığı muhitin baskısıyla karşılaşır; çünkü erkek çocuk sahibi aileler artık onun evlilik çağına geldiğine karar vermiştir. Bu nedenle hem bedenini hem yaşamını şekillendirmek, denetlemek için sıraya girerler. Hasret ve Ali Sabir, bu duruma tepki gösterirler. Sonrasında ise Ahlat Kazım’ın tacizleri bahane edilerek özel alandaki eril otorite, Ali Sabir, Sacide’nin üzerinde denetim kurar, onu eve kapatır. Erkek çocuk sahibi ailelerinin baskısından bir an olsun kurtulup babasının denetimi altına girmek, elbette Sacide için bir kurtuluş olmayacaktır; ancak özel alandaki eril otorite, bu defa anne – kız arasında bir dayanışmaya neden olur. Hasret, fiziksel şiddete uğramak pahasına kızını korur. Ali Sabir’in Sacide’yi hırpalamasına izin vermez.[8] Ürküp boyun eğmek yerine itiraz eden, başkaldıran bir Hasret vardır artık Ali Sabir’in karşısında:
[…]Hasret yerinden doğruldu. Yukarı çıkarken kaygı içindeydi. Birazdan dananın kuyruğu kopacaktı. Kadın olarak ailenin birliğini sağlamakta sorumluluğu büyüktü. Evet ama kocasının öfkesi hız kesmediyse, aşağıdan almayacaktı. Artık deliye güllabicilik etme çağını geçirmişti. Birlikte ve ayakta, bütün olarak tutmak için her şey yapardı ya, ortalığı kırıp dökenin haklılığında ısrarı halinde daha fazla direnme göstermeyecekti. Ali Sabir canı öyle istediği için yıkıcılığını ve zulmünü sürdüremezdi.[9]
Ali Sabir ise Kutlu’nun Bir Göçmen Kuştu O (1985) ve Emir Bey’in Kızları (1998) adlı romanlarının Emir Bey’ininkine benzer bir çelişki içindedir. Bir yandan ailesindeki kadınları ‘koruma’ adı altında onları baskı altında tutan bir baba ve eş olarak karşımıza çıkarken bir yandan da on iki yaşına gelen Sacide’yi oğullarıyla evlendirmek isteyen ailelerin kadının fikrini sormayı akıl edememelerini eleştirir. Sacide’nin yaşamını değiştirecek kararlar alma hakkını kendinde görenlere “Karı dediğin fikri sorulacak, dengi düşünülecek bir hayat ortağı değil sizlere göre.”[10] diyerek tepki gösterir. Tepki gösterdiği insanların zihniyetinin yanlışlığının farkındadır; ancak kendisi de bu eril zihniyetten yakasını tam olarak kurtaramaz. Sözü edilen iki romanın kahramanlarından Emir Bey’in de gerek Gülhayat Hanım ve Nevnihal Hanım’la gerekse kızları Hüsra ve Leyla’yla ilişkilerinde bu çelişkiyi görmek mümkündür.
Ali Sabir’in ardından Hasret ve Sacide’yi ‘koruma’ görevini Süleyman Ağa, Mesut Çavuş ve Feridun üstlenir. Onları Ahlat Kazım’dan uzak tutmak için buldukları çözümler ya Hasret’in ya da Sacide’nin bir erkeğin koruması altına girmesine yöneliktir. Hasret’i Süleyman ya da Mesut’la nikâhlamaktansa Sacide’yi Feridun’la evlendirmeye karar verirler. Elbette bu karar yine üç erkek arasında alınır, yine Hasret ve Sacide’nin söz hakkı yoktur. Emir Bey ve Ali Sabir’le benzer çelişkileri Feridun’da da görürüz. Feridun, küçük yaştaki kızların evlendirilmesini ve kadın bedeniyle namus ve iktidar arasında kurulan ilişkiyi eleştirirken Sacide’yi ilgilendiren bir konuda karar alma hakkını kendisinde görür:
“‘Sana el sürmem’ dedi. ‘Sen ne zaman istersen boşarım. Ama şimdiden bilmelisin ki, hayatını birleştireceğin biri çıkarsa, onun sana uygun olup olmadığına karar vermek benim hakkım…’ Böyle dedi.”[11]
Bir göç anlatısı olan Yedinci Bayrak (2016), göç olgusunu irdelemenin yanı sıra çeşitli okumalara da olanak verir. Roman, üç kuşak boyunca kadınların maruz kaldığı eril şiddeti, baskıyı da gözler önüne serer. Asiye, eril şiddete karşı intikamını bu şiddetin failinden bir ömür boyu sevgisini esirgeyerek alırken Hasret, içten içe sorguladığı eril otoriteye bir yerden sonra her şeyi göze alarak başkaldırmaya başlar. Feridun’dan boşandıktan sonra Tarık’la evlenen Sacide ise bir yandan Feridun’u gözlerinin önüne getirdiği için kocasına ihanet etmekten korkarken bir yandan bir Çerkez kızıyla ikinci kez evlendiği haberini aldığı Tarık’ın ihanetini de sorgular.[12] Roman, başkahramanı Hasret’i ve onun yolculuğunu odağına aldığı için Sacide’nin itiraz sesinin nereye kadar yükselebildiğinin ayrıntılarını bilemeyiz; ancak Hasret’in bayrağının özgürce dalgalanması, Cumhuriyet’le birlikte kadın özgürlüğü için verilecek mücadelenin de bir sembolü olarak değerlendirilebilir:
Hasret ağır ağır yürüyebilir. Yetmiş yıldan fazladır eksikliğini duyduğu huzura sağken kavuştu işte. Bayrağının düşünemeyeceği kadar değerli bir yerde, asker ocağının gönderinde yer bulacağını düşleyemezdi. Şimdi özgürce dalgalanıyor, Hasret’i çağırıyordu. Başucunda salınıp onun dönülmez yollara gitmesini engellemek, günü gelene kadar ve daha da sonrasında… Tüm olumsuzluklardan korumak için.[13]
Baran Barış – edebiyathaber.net (10 Temmuz 2018)
[1]Ayla Kutlu, Yedinci Bayrak, Bilgi Yayınevi, Ank., 2016, s. 12.
[2]Ayla Kutlu, a.g.e., s. 14.
[3]Ayla Kutlu, a.g.e., s. 27.
[4]Ayla Kutlu, a.g.e., s. 43.
[5]Ayla Kutlu, a.g.e., s. 34, 35.
[6]Ayla Kutlu, a.g.e., s. 49.
[7]Ayla Kutlu, a.g.e., s. 53.
[8]Ayla Kutlu, a.g.e., s. 124, 125.
[9]Ayla Kutlu, a.g.e., s. 128.
[10]Ayla Kutlu, a.g.e., s. 191.
[11]Ayla Kutlu, a.g.e., s. 265.
[12]Ayla Kutlu, a.g.e., s. 316, 317.
[13]Ayla Kutlu, a.g.e., s. 459.